Makale

Dua

ÂYİNE

Dua

Dr. Lamia LEVENT ABUL
Diyanet İşleri Uzmanı

Ne zaman Cenab-ı Hak seni duaya muvaffak kılarsa, bil ki sana ihsan etmeyi dilemiştir.
İbn Ataullah İskenderi

“EĞER duanız olmasaydı Rabbim size ne ehemmiyet verirdi?” (Furkan, 25/77.) diye buyuran Rab Teala, sana duan kadar kıymet vermedi mi? Dua, öyle tesirli bir ibadet ki duanla kendisine kul olmanın idrakine varmanı diledi. Seni kulluk makamına çıkarmak ve kendi cömertliğini nazara vermek istedi. Yoksa nasıl anlardın acziyetini, çaresizliğini ve ona olan nihayetsiz muhtaçlığını. Yoksa nasıl hissederdin O’nun sonsuz gücünü, kudretini, yüceliğini.
Dua, O’na sunulan yakarışların en halisane, en içten en hesapsız olanı. Düşün ki, karanlık gecelerden daha karanlık bir anda, kimsenin el veremeyeceği, ulaşamayacağı bir yerde sen el açtığın anda, huzurunda divana durup hacetini arz edebiliyorsun. O’nun kapısını çalıyor, ondan medet umuyorsun. Kendi kulluğunu idrak, Onun kudretini ikrar etmek demek değil de nedir dua? Arzdan semaya uzanan yakarışların ulaştığı yegâne makamdır onun makamı. Ve yine o makam, hiçbir muhtacın geri çevrilmediğidir.
Uçsuz bucaksız denizde, gecenin karanlığında, balığın karnında bir umut ile Rabbine yakaran Yunus Peygamber, Rabbinin yakarışlarını duyduğunu ve ona bir çıkış yolu açacağını biliyordu. İç içe üç katmerli bir karanlık içindeydi de Rabbine şöyle niyazda bulundu: “Senden başka ilah yoktur. Sen bütün eksiklerden uzaksın, yücesin, ben zalimlerden oldum.” (Enbiya, 21/87.) Tek ümidi Rabbi olanların ve tüm varlığı ile Rabbine tutunanların, nasıl ihsanlara mazhar olacağının misalidir Yunus peygamber. Üç karanlığı delip geçen niyazlar, yakarışlar icabetsiz kalmadı ve Rabbi müjdeyi verdi nihayet Yunus’a: “Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, inananları böyle kurtarırız.” (Enbiya, 21/88.)
Eğer dilin Rabbe dua için açıldıysa, dua etmeye muvafık olduysan bunu Rabbinin bir ikramı kabul et. Zira sana dua etme iştiyakı ve gücü bahşeden Allah Teala, sana daha pek çok ihsanlarda bulunmayı da murat etmiştir. Efendimiz kendisine dua kapısı açılan kimseye rahmet kapıları da açılır müjdesini veriyor. (Tirmizi, Deavat, 101/3548.) “Bana dua edin, duanıza icabet edeyim.” (Mü’min, 40/60.) diye buyuran Mevla, muhtaçlığını arz eden kulunu elbette geri çevirmez. Zira Allah verdiği sözden caymaz. (Âl-i İmran, 3/9.)
Duaya ne kadar muhtaç olduğunu bilsen ondan bir lahza ayrılmaz, o koruyucu silahı yere bırakmazdın. Ama insan kendini müstağni gördükçe Rabbinden ve duadan uzaklaşır, ilahî yardım ve rahmetten de nasibi kalmaz. Kendisine dünyalıktan verilir ama bilmez ki ahireti berbat olmuştur. Kibirlenip de ibadet ve dua etmeyenlerin akıbetlerini haber veriyor Rabbimiz dua ayetinde. (Mü’min, 40/60.)
Bazen de ye’se düşersin duadan uzak durursun. Duam kabul olmadı yanılgısına düşersin, sakın düşme. Bak Rabbimiz nasıl müjdeliyor kullarını: “Kullarım beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki) gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına cevap veririm.” (Bakara, 2/186.) Ama rabbin muradı senin istediğin şekilde değil de başka türlü de tecelli etmiş olabilir. İnsan hayrı ister gibi şerri de ister. Bilemez ki istediği, dua ettiği onun hayrına değildir. Ancak Yüce Allah, ibadetin kendisi, özü olan duanın da mutlaka karşılığını verir. İsteği hakkında hayırlı ise verilir, değilse mükâfatı ahirete saklanır ya da yaptığı dua günahlarına kefaret olur. (Tirmizi, Daavat, 9.)
Duanın da bir adabı, erkânı vardır unutma! Gizli ve sessiz yakarışlarla, ısrarla ve gönülden, korku ve ümit arasında yaparsan indi ilahide makbul olur o dua. Öncesinde seni duaya muvafık kılan Rabbe hamt ve Rasulüne salavat etmen duanın adabındandır. Zira böyle dua etmeyi öğretti ashabına Yüce Nebi. Seher vaktinde, rahmet kapıları açılır ki, duaların icabet vaktidir. Niyazlar, yakarışlar kanatlanır, Rabbe ulaşır. Sadece nefsin için isteme, zira duaya muhtaçtır her insan. Üstelik günahsız ağızla yaparsan duayı icabete daha şayan sayılır. Kim beridir günahtan diye sorarsan, hiçbir nefis diğer bir nefsin günahını taşımaz. Bundan sebep kardeşin, eşin, dostun için yaptığın dua, günahsız ağızla yapılan duadır, der Hz. Mevlana.
Sonu gelmez ihtiyaç ve isteklerle malul insan, nasıl da muhtaçtır Yüce Mevla’ya. Tüm kapılar kapansa da O’nun kapısı her zaman açık, hazineleri sonsuzdur. Verdiği zaman hesapsız verir de hiç eksilmez rahmet hazinelerinden. Cömertlerin en cömerdi olan Hak Teala, acziyetini, zayıflığını ve hacetini kendisine arz eden kullarını geri çevirmez ve mahrum etmez. “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.” diye dua etmemizi buyuran Rabbimiz, vermeyeceği şeyi kuluna istetir miydi? O’nun kapısı ümitsizlik kapısı değil aksine ümitlerin ve muştuların kalplere aktığı ümit kapısıdır. Duanın en güzelini, en özünü, en kabule şayan olanını yapan Efendiler Efendisinin duasıyla bitirelim:
“Ey Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver, bizi cehennem azabından koru.” (Buhari, De’avat, 55.)