Makale

Tevhit Sanatçısının Gizli Hazinesi: İNSAN YÜZÜNDEKİ SIR

SÖZÜN YANKISI

Tevhit Sanatçısının Gizli Hazinesi: İNSAN YÜZÜNDEKİ SIR

Leyla İPEKÇİ

BAKTIĞIMIZ her şeyde O’nun (c.c.) isimlerinin tecellisini okumak, nereye dönersek O’nun yüzüne döndüğümüzü bilmek, O’nun yüzü dışındaki tüm yüzlerin helak olacağını bilmek... İşte ayetlerin ışığındaki bu görme biçimlerimiz tevhit sanatında ‘güzel’in edebini oluşturuyor.
Eşyanın hakikatine güzel’in içinden yaklaşmak isteyen tevhit sanatçısının an’da olmanın üslubunu geliştirme gayretini anlamaya çalışırken: Onun eserlerinde zaman ve mekân algısını aşkınlaştıran mucizeler, harikuladelikler ve olağanüstülüklerin en ‘gerçek’ hâlleriyle var olduğunu fark ederiz. Neden böyledir peki? Bunu yazı boyunca açmaya çalışayım.
Allah’ın (c.c.) sıfat ve isimlerinin (ve Zat’ının) tecellilerini her şeyde görmek bir kalp ilmi gerektiriyor. O’nu kendinden, kendini O’ndan gayrı görmeye başlamışsa insan: Tüm görmekliğini ‘gözün gördüğüyle sınırlı’ bir bakışa hapsetmeye başlar. Hakikati gözüyle gördüğüne indirgeyen ve bunu yine de gerçeğin tamamı zanneden birinden ahireti tanımasını ve sanat eserlerinde ‘ora’yı ‘bura’ya getirmiş gibi bir ilahi edeple ‘bura’yı tahayyül etmesini bekleyemezsiniz. Ne de ‘burayı’ ‘ora’nın çağrışımlarıyla ifade etmesini...
Böyle bir sanatçının sığınacağı en kalın örtü, Batı kaynaklı eserlerde sık sık karşımıza çıkan, tasvirdir. Eşyayı çağrışımlarla, anılarla, bellekten aldığı esinlerle ve en çok da benliğinin sınırlı terimleriyle tarif etmenin sanatını icra eder o. Harikuladeliklere, mucizeye kanat çırpamaz. Hakikatin ruhuna değil, sadece cismine taliptir tabiri caizse.
Tasvirle kendini sınırlayan sanatçı, sureti putlaştırır. Tahayyül etmeyi unutturur. Ya da önemsemez. Metafiziği tabiatla sınırlı tutar böyle bir bakış. Kâinata yayılmaz. İnsanı kâinatın en büyük sırrı olarak algılamaktan imtina eder. Ten ile can arasındaki ilişkiyi eksik kurar. Maneviyat yoksa gerçek de yoktur ve gerçeğin yüzündeki katman katman perde kaldırılmayı bekliyor demektir.
Güzelliğin evrensel yüzü aşka bakıyor oysa. Ve aşk tarifle de, tasvirle de sınırlanamıyor. ‘Seven ve sevilen’in ne hayatta, ne sanatta tasvire ihtiyacı vardır. Görme’nin ilahî boyutuna açıldıkça, gözün bir mecaz olduğunu görebilen bir kalp bahşedilmiştir çünkü insana. Evet, gerçeği tasvirle ifade etmek; bakışımızı göze indirgiyor ve suretin ardındaki sireti perdeliyor. Tahayyül ise yukarıda anlattığım gibi bir görmenin daha katmanlı anlamlarına taşıyor bizi. Başka görmeklere doğru!
Denildiği gibi “O’nu gözler bakmakla göremez. İman hakikatiyle (şüpheden arınmış, emin) bakan kalp görebilir.” O hâlde, kalbin mucizeyi inkâr edemeyeceği gerçeğini de bu bahse eklemeliyiz. Sanırım insan yüzündeki sır da buradadır biraz. Her türlü mucizesiyle, harikuladeliğiyle ve olağanüstülüğüyle hakikatimize ayna tutmaktadır. O halde sanatta güzel’in ölçülerini oluştururken, bizim geleneğimizdeki ‘en güzel kıssa’nın kahramanı Hazreti Yusuf’un güzelliğine çarpılmamak mümkün değildir.
Züleyha’nın Yusuf’a (a.s.) duyduğu aşk, onu önce tenine esir eder, Yusuf’u da haksız yere zindana yollar. Fakat Yusuf’un yüzünde tecelli eden güzelliğin ilahî niteliği onun kalbine dek işlemiştir. Ve baktığı, dokunduğu, işittiği her şey, her zerre Yusuf olup çıkmıştır.
Mesnevi’deki ifadeyle “Züleyha öyle bir hale gelmişti ki, çörek otundan öd ağacına dek, her şeyin adı Yusuf idi ona göre. Yusuf’un adını başka adlarda gizlemişti Züleyha. Yusuf suresinde belirtildiği üzere, Züleyha diğer kadınların kendisi hakkındaki dedikodusunu işitince onlara bir ziyafet düzenler ve ellerine meyve kesmeleri için birer bıçak verdikten sonra Yusuf’a “çık karşılarına” der. Kadınlar Yusuf’un yüzünü görünce kendilerinden geçer ve şaşkınlıkla ellerini keserler. Züleyha onlara şöyle cevap verir: “İşte bu beni hakkında kınadığınız kimsedir.”
Züleyha, yıllar süren sınavında bir bakıma Yusuf’taki güzelliğin kendisindeki aşka ait olduğunu gösterecektir. Yusuf’taki güzellik, kaynağına bir davettir. İlahi güzelliğe. Evet yazının başında insan yüzünün bütün harikuladelikleri ve olağanüstülükleri barındırdığını söylerken, bir bakıma bunu kast ettim. Allah bütün güzellikleriyle âleme tecelli eder. Bizim diğer varlıkları sevmemizin altında yatan biraz da bu değil midir! Yüzdeki mucizeye şahit olmak. Sevdikçe mucizevi biçimde güzelleştirmek baktığını.
Her varlık kendi kabiliyetine göre ilahi güzelliğin mazharıdır. Her birimiz O’nun (c.c.) cemalini görmeye mahir olarak geliyoruz bu dünyaya. Züleyha her şeyde Yusuf’un güzelliğini görmektedir, çünkü bu mecazi aşk ondaki ilahi aşkı açığa çıkaracaktır. Aşk’ın en açık delili seven yüzdür, sevilen’in hakikatine bürünmüştür. Gördükçe sever sevdikçe güzelleştiririz. O kadar ki çirkin, yamuk hiçbir şey kalmaz. Öteki ortadan kalkar, hepsi de kendi olur. Şebüsteri, Gülşen-i Raz adlı eserinde şöyle der: “Sevgilinin cana canlar katan yüzü her zerreyi perde etmiş, her perdenin altında gizli olan o yüz!”
Aşk’ın temelinde güzelliğin bulunmasıyla biraz daha devam edelim o halde. Sanatta güzelliğin kriterleri ve ölçüsü insan yüzünün güzelliğinden kaynaklanan fıtri ölçüdür diyebiliriz. Ki birimi sevgi, aşk olan. ‘Sevgi üzere’ yaratılışımızın ekseninde bu mucizevi güzelliği izleyebiliyorsak, tevhit sanatçısının eserlerinde de bunun ifadelerini tasvire sığmayan üsluplar üzerinden yakalayabilmeliyiz.
O’nun güzelliğinin tecellilerini her Yusuf’ta, her zerrede görebilmemiz, ‘ilk zikir’ olan sevgi Allah’tan geldiği içindir. “Allah güzeldir, güzelliği sever” hadisindeki anlam katmanlarına bir ilk adım olarak, bu hadisi bazı ilahi ifadeler eşliğinde bir daha okuyalım:
Allah Teala “yarattığı her şeyi güzel yaratmış” ise (32:7); “En güzel şekilde yarattığı” (95:4) insanın asli doğasına güzellik duygusunu nakşetmişse; “Katından indirilenlerin en güzeli”ni (39:55) ihsan etmişse; “Kendisinde pek güzel örnek bulunan” (33:21) ‘en sevgili’yi âlemlere rahmet olarak seçmişse; O’na en güzel isimlerle dua etmemizi istemişse (7:180)... “Her şeyi sapasağlam ve yerli yerinde yapan Allah’ın sanatı” (27:88) bu alametlerle belirginleşmez mi tam da...
Buna ilave olarak ‘ihsan’ mertebesinden de bahsetmek gerek. İhsan, Cibril hadisi olarak bilinen hadiste “Allah Teala’ya, O’nu görüyormuş gibi ibadet etmek” olarak tanımlanmıştır. Ama bu sadece ritüel olarak ibadet anlamında değil, tüm hâl ve davranışlara sirayet ederek, her eylemimizi bir ibadet şuuruna dönüştürme gayretidir. İhsan kelimesi hüsn’den türemiştir. Her işi güzel yapmak, bütün mahlûkatla bağımızı güzelleştirmeyi teklif eden kuşatıcı bir bilinç akışı diyelim buna. Bu makamdaki kişi her yerde ve her zaman O’nun huzurunda bulunduğu şuurunu taşır. Öyleyse sevme uğraşı güzelliğe mazhar olmanın en temel sorumluluklarından biridir sanırım. Hayatın ve sanatın da ana malzemesi.
Hazreti Yusuf (a.s.) ise Züleyha’nın kışkırtıcı teklifini reddederek bu sorumlulukla davrandıysa eğer, güzelliğinin kemaline erdiğindendir. İnsan güzelliğinin zirvesi Yusuf’taki gibi ‘kâmil iman ve takva’ olduğunda, güzelliğin şaşmaz ve itibari olmayan ölçüsü kalbimizde kendiliğinden açığa çıkıyor diyebiliriz. Her birimiz Yusuf’un ilahî yüzüne bakarken hayret ve hayranlıkla elimizi kesebiliriz artık!
İbn Arabi, sevginin sebebinin güzellik olduğunu ve güzelliğin ise Allah’a ait (güzelliğin O’nun Zat’ından dolayı sevilmekte) olduğunu anlatır: “Bir varlığı güzelliğinden dolayı seversen, sadece Allah’ı sevmiş olursun. Çünkü güzellik O’na aittir.” Bu büyük bir umut değil midir insanlığın nurlanması için? En güzel surette yaratılan insan, güzel’den geldiği için kalbinde onu bilip tanıyabiliyor, sevebiliyor. Peki sevmeseydik? Var olmamızın anlamı kalır mıydı? Ya yâr olmamızın? Ya sanat icra etmemizin?
Güzellik ile aşk arasındaki bu bağı sıkıca tuttuğumuzda, vahyin belirlediği değeri sanatta da idrak edebiliriz demektir. Tevhit sanatçısı için güzellik göreceli bir kavramdan ibaret değildir. Hudutları, tutumu, edep ölçüleri, kuralları, mahremi ve ima perdeleri vardır. Hayret ve hayranlığı, haşyet ve umudu, celal ve cemali birlikte barındırır. Gayba bakan nitelikleriyle muhatabının yüzündeki saklı bir ifadeyi işaret etmeye niyetlidir. İnsanlığını ona iade etmeye aşkın ve içkin bir davet taşır. Tıpkı insan yüzü gibi. Hem sınırlı, hem sonsuz, hem biricik, hem bir’dir.
“Dünyanın değerli ya da boş olduğuna karar verecek olan eninde sonunda eşyanın gerçek kaynağıyla ince bir şekilde bağlantısı bulunan güzelliktir.” der Titus Burckhardt. İslam Sanatı / Dil ve Anlam adlı eserinin en sonunda. Ve o hadisi zikreder. Biz de zikredelim bir daha: “Allah güzeldir, güzeli sever.”