Makale

Vasat Ümmet OLABİLMEK

GÜNDEM

Vasat Ümmet OLABİLMEK

Prof. Dr. Mehmet ÜNAL
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Vasat, bir şeyin ortası, en hayırlısı, en adil ve en güzel olanı anlamında sıfat olarak kullanılan bir kelimedir. Arap toplumunda bu kelime daha çok, hayır, adalet, iyilik, yücelik, insaf ve yüksek makamı ifade etmek için kullanılmıştır.
Ümmet ise, cemaat, yol, din, nesil gibi anlamlara gelmekte olup, terim olarak, kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk sonucunda aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine uymak suretiyle bir arada yaşayan insan topluluğuna denmektedir.
Kur’an incelendiğinde ümmet olmada aynı amaç etrafında bütünleşme (Kasas, 28/23.), aynı kaynaktan beslenen ortak inançlara sahip olma (Zuhruf, 43/22-23; Nahl, 16/93.) ve belirli bir zaman diliminde yaşama gibi (A’raf, 7/34.) özelliklerin yer aldığı görülür.
Bu kavramlar yanında Kur’an’da yer alan ve bizlere yaptığımız muamelelerde adil olmayı, dengeli hareket etmeyi emreden “adalet”, “mizan, “istikamet” ve “hikmet” gibi birçok kavram vardır ki, tümünün bize işaret ettiği ve bize telkin ettiği husus, ölçülü ve dengeli, orta hâlli, ifrat ve tefritten uzak örnek ümmet olmaktır. (Öz, Ahmet, Kur’an’ın Önerdiği Vasat Ümmet Örneği, Doktora Tezi, 2006 Konya, s. 12.)
Serlevha olarak yazımıza başlık olarak seçtiğimiz ayette Yüce Rabbbimiz son dinin mensuplarına “vasat ümmet” nitelemesinde bulunmuştur.
Seçkin ve göz dolduran bir nesle sahip olmak kuşkusuz her peygamberin arzuladığı bir şey olmuştur. Ancak tarih boyunca yaşanan acı tecrübelere bakıldığında ifrat ve tefrit çizgisinde birçok aşırılıkların yaşandığını, peygamberlerin bunlarla mücadele ederek hayatlarının geçtiği bilinmektedir. Kur’an bu noktada Ümmet-i Muhammed’i uyararak dinde aşırı gitmemeleri konusunda birçok ayette hatırlatmalarda bulunmuş, her namazda okuduğumuz Fatiha suresinde “kendilerine nimet verdiği kimselerden olma ve dalalette olanların ve gazaba uğramışların yolundan olmama” konusunda dua etmemizi bize peygamber yoluyla öğretmiştir. Ele aldığımız bu ayette son Nebiye vurgu yapan Yüce Rabbimiz, “Böylece sizi insanlara şahit olmanız için vasat (orta, adil, dengeli) bir ümmet yaptık. Rasul de size şahittir. Biz Rasul’e uyanı, ökçesi üzerinde geriye dönenden ayıralım diye, yöneldiğini kıble yaptık.” (Bakara, 2/143.) buyurmuştur. Görüldüğü gibi Allah, Müslümanları insanlara şahit yani hakikatin örnekliğini ve tanıklığını yapan bir ümmet kıldığını belirtmektedir. Bu ümmet, vasat bir ümmettir. Vasatlığın ve şahitliğin anlamını kavramak için de Âl-i İmran suresinin 110. ayetine bakmak bizi aydınlatacaktır. “Siz insanlar içerisinden çıkarılmış, iyiliği emreden, kötülükten men eden ve Allah’a iman eden hayırlı bir ümmetsiniz.” (Âl-i İmran, 3/110.)
Kur’an-ı Kerim, ümmet kavramı içine bir fikir ve ideal etrafında toplanan insanların vücut verdiği ünite yanında, aynı kategoriye giren hayvanların da birer ümmet olduğunu söyler. Örneğin, sürüngen veya uçan tüm hayvanların her biri kendi içinde ümmettir. (En’am, 6/38.) Nitekim hadislerde de hayvanların birer ümmet/tür) olduğuna yer verilir. (bkz. Müslüm, Selam, 148; Tirmizi, Sayd, 16; İbn Mace, Sayd, 2.)
Ümmet, en geniş dairede, tevhit ilkesi gereği, temel yapı ve hedefi bakımından aynı duygu ve değerle bağlı olan insanların oluşturduğu bir kümenin adıdır. İkinci daire, çoğunluk bakımından en önde gelen Muhammed ümmetidir. Muhammed ümmetinin ise içinde alt gruplar bulunmaktadır. İyiliği emreden kötülükten sakındıran bir davet grubunun bulunması buna örnek verilebilir. Buna göre ümmet; a) Canlı topluluklar, b) İnsan toplulukları, c) Bir nebiye bağlı topluluk, d) Bir nebinin ümmeti içinden alt gruplar, e) Aksiyonlarıyla tarihe büyük değerler bırakmış şahsiyetler gibi anlamları kuşatan bir anlam yelpazesine sahiptir. (Öztürk, Yaşar, Kur’an’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut, 600.)
Ragıp el-İsfehani, bu kavramı ele alırken, “Aynı dine inanma, aynı zamanda yaşama veya aynı mekânda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar” diyerek ümmet olmanın unsurlarına dikkat çeker. (el-Müfredat, “emm” md.)
Merhum Hamdi Yazır; ayette yer alan ümmet kavramına şu sözleriyle dikkat çeker: “Siz peygamberi, söz ve davranışlarınızda, oturup kalkışınızda, kendinize şahit tutar, imam ve önder kabul eder; bir örnek, bir numune-i imtisal edinirseniz ve onun getirdiği sırat-ı müstakim üzerinde giderseniz bütün insanlar sizin arkanızdan gelir ve sizi cemaatinizle birlikte kendisine imam tanır, hakkın açığa çıkması için size ve sözünüze başvururlar.” (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 1, 416.)
Bu açıklamaları ilham kaynağı kılarak vasat ümmeti, insanlık için muvazene unsuru olan; taşıdığı örnekliği ve öncülüğü ile çağına tanıklık edebilen; âdil, mutedil ve mutemet; hududullahı aşmayan, hablullahtan şaşmayan bir hüviyetle; numune-i imtisal; insanlık için bir merci ve melce; yaşadığı toplumun ve çağının şahidi, varisi, halifesi ve imamı olabilen; hakkı ikame, arzı ıslah ve ihyaya amade; aşırılığı olmayan, uçlarda gezinmeyen, ifrat ve tefritten uzak müstakim ve mustakar kimseler olarak tanımlamak mümkündür. (http://www.rahle.org/index.php/makaleler/119-makaleler/kavram-dnyas/slam-dncesi/17030-vasat-mmet)
İslam âlimlerinin ümmeti iki manada kullandığını da belirtmek gerekir. Birinci anlamda, son peygamberin gelişi ve İslamiyet’in doğup Arabistan yarımadasının dışında duyulmasından itibaren bundan haberdar olan bütün insanları ifade eder. Bu insan kitlelerine “ümmet-i davet, ümmet-i belağ” denilmiştir. Bu anlayış Kur’an-ı Kerim’de geçen, Rasulüllah’ın bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı (Sebe, 32/28; krş. A‘raf, 7/158.), âlemlere rahmet vesilesi (Enbiya, 21/107.) bir elçi olarak gönderildiği şeklindeki beyanlara dayandırılmıştır. İkinci anlam ise, “Hz. Muhammed’e iman edip tabi olan kitleler” (Ümmet-i Muhammed) şeklindedir ve kelimenin yaygın kullanılışı da bu yöndedir; bu kitlelere de “ümmet-i icabet” denilmiştir. (DİA, 42/308-309.)
Hicretten sonra Hz. Peygamber’in Mekke müşriklerine karşı Medine halkının bağlılığını sağlamak için ehlikitap dâhil bu şehirdeki bütün gruplarla yaptığı antlaşmada (Medine vesikası) Yahudi kabilelerinin müminlerle beraber “ümmet” diye zikredilmesi, bu kavramın kapsamı hakkında farklı görüşlerin ortaya atılmasına da yol açmıştır. Nitekim W. Montgomery Watt ümmetin Müslümanlardan ziyade müminlerle ilişkilendirildiğini ve Medine Yahudilerinin ümmet-i Muhammed içinde sayıldığını ileri sürmüş (Muhammad at Medina, s. 240-241.) Bu kanaat, ümmet konusunda bizde olması gereken bilince ters görünse de “ümmet-i davet” olarak kendi değerlerimizi insanlıktan ve yaratılıştan kardeş olan tüm beşeriyete duyurmada vasıta olabilecek bir donedir.
Taberi, vasat kelimesini “orta yolu takip ederek ifrat ve tefrite kaçmayan” şeklinde açıklamıştır. Zira Hristiyanlar Hz. İsa’yı tanrı olarak nitelendirdikleri gibi içlerinden bir grup dünyadan el etek çekmek suretiyle aşırılığa kaçmış, Yahudiler de Allah’ın kitabını değiştirip peygamberleri öldürdükleri ve bazı sözleri Allah’tan gelmiş gibi gösterdikleri için küfre düşmüştür. (Camiu’l-beyan, II, 10-11.)
Bu nedenle Kur’an ehlikitabı, inançlarında Allah (c.c.)’ı eleştirecek kadar ileri gitmeleri (Maide, 5/64.); araştırmadan ve cahilce kendi batıl örflerine ve zanlarına uymaları, (Bakara, 2/78.) Allah’ın ayetlerinden menfaatlerine uygun olanları kabul edip ahkâma dair ayetleri kabul etmemeleri (Bakara, 2/85.); dünya ve dünya nimetlerine düşkünlükte haddi aşmışları (Bakara, 2/95-96.); imanın bedeli olan mücadeleden kaçarak rahat günün insanları olmaları (Maide, 5/21-22.) ve birlik ve beraberlikten uzak daima tefrika üzere olmaları (Bakara, 2/213.) nedeniyle eleştirmiştir.
Kur’an-ı Kerim; Müslümanları, bütün bir insanlık için ortaya çıkarılmış, iyilikleri emreden, kötülüklerden alıkoyan, iman eden, namaz kılan, zekât veren, adaleti yeryüzünde gözeten; hayırda yarışan, Allah’a ve rasulüne itaat eden vasat bir ümmet olarak tarif etmektedir. Müslüman olmak, aynı zamanda hakikatin, adaletin, faziletin ve takvanın sözcüsü, temsilcisi olmak anlamına gelir. Varoluşun anlamını hakikatle, dünyanın anlamını adaletle; hayatın anlamını faziletle, ibadetin anlamını takva ile bütünleştirerek kavramaya çalışmalıyız.
Hz. Peygamber’in hayatına bakıldığında toplumu ayakta tutan unsurlar olarak; büyüğe ikram; birlik ve beraberlik; arkadaş çevresi; emr-i bil mar’uf nehy-i ani’l-münker; fıtratı muhafaza; güzelden yana olma; iyiliğe öncülük edip kötülüklerle birlikte olmama; Müslümanın Müslümanı gözetmesi övülürken toplumu ve ümmeti yok eden unsurlardan olarak Müslümanın kardeşini dışlaması; bidatler; kamusal haklarda eşitliğin gözetilmemesi; fitne, hurafe ve falcılık; kötü fiillerin yapıldığı mekânlarda bulunmak; ırkçılık; rüşvet ve zina gibi eylemler zikredilmektedir. (bkz. Gökdemir, Ahmet; Hz. Peygamber ve Ümmet İlişkileri, Yüksek Lisans, İstanbul 2001.)
Gün bir olma, beraber olma günüdür. Evet, bugün bizlerin, aynı dini paylaşmış olsak da dilsel, mezhepsel ve etnik açılardan bazı farklılıklara da sahip olmamız mümkündür. Bazı farklı mülahazalar ve kanaatler tarihte olduğu gibi bugün de olmuştur ve olacaktır. Bizler, tüm bu farklılıkları, birer kültürel zenginlik kaynağı olarak görmek ve çok seslilik şeklinde değerlendirmek durumundayız. Yoksa farklılıklarımızı, birer ihtilaf malzemesi yapmak ve ayrışmaya çevirmek isabetli değildir. “Tanışasınız diye sizi boylara ve kabilelere ayırdık.” diyen ilahî uyarıyı dikkate alarak, bölgesel farklılıklar konusunda ayrışmalara girmememiz, kardeşlik bilincini daima hatırda tutmamız; aynı dinin mensupları olduğumuzu, aynı Nebi’ye ümmet olduğumuzu dikkate alarak değerlendirmemiz gerekmektedir. Ayrı ve farklı düşüncelerimizi, güneşten gıdalanan bitkilerde var olan renk ve lezzet farkı gibi değerlendirmek; muhalefet yerine var olan ortak noktaların üzerinden giderek birlik ve beraberlik duygularını öne çıkartmak yerinde olacaktır.
Bugün Suriye ve Irak başta olmak üzere İslam dünyasında akan kanlar, dökülen gözyaşları ve hayatlarına son verilenler bedenler hep Müslümanlara aittir. Tevhit dininin mensubu olduğunu söyleyen insanlarımız, maalesef aynı inancın mensuplarını farklı bahanelerle dışlamakta, öteki olarak görebilmekte hatta hayatına bile son verebilmektedir. Etrafımızda çağdaş Kerbelalar ve Sıffinler yaşanmaktadır. Müslüman kanı hiç bu kadar ucuz olmamıştır. Ümmet olarak buna bir son vermek, birbirimizi tanımak, farklılıklarımıza karşı tahammül edebilmek; “belki o haklı ve isabetlidir” diyerek müsamaha ve hoşgörü çizgisinde kalabilmek gerekmektedir.