Makale

Emek Saygıyı Hak Ediyor

Emek Saygıyı Hak Ediyor

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi


Geride 301 ölü bırakan Soma maden ocağı faciası münasebetiyle (13 Mayıs 2014) insan unsuruna bağlı zaafların nelere mâl olduğunu bir kere daha gördük. Yeniden gözler önüne serilen başka bir mesele de, bu insanların emeklerinin ne kadar ucuza kapatıldığıdır. Elim olay sebebi ile mercek altına alınan maden ocakları, asgari ücrete kazma kürek sallayan, kompresör tutan kömür karasına belenmiş yüzlerin ekonomik durumunu gözler önüne serdi: Madenciliği hiç bilmeyen işe yeni başlamış bir işçi 650; “eli çekiç tutuyorsa” 800 TL. alıyor. Dokuz yıllık işçinin eline geçen maaş ise 1300 TL.
Emek insanın akıl ve enerjinin bir yansıması; üretime, ürüne, işe dönüşmüş şeklidir. Insan bunu ortaya koyup bir değere dönüştürmüşse bunun bir bedeli olmalıdır. Ücret dediğimiz kavramın kaynağı burasıdır. Ancak mutlak anlamda “ücret” bu beklentiyi karşılamaz. Emeğin sunulabileceği sürekli bir iş, ülkenin ekonomik şartlarına göre yeterli bir ücret ve insanca çalışma ortamı gibi başka gereklilikler de devreye girer.
Hâkim ekonomi felsefelerinden biri sermayeyi baş tacı edip emeği üretimin yalın bir aracı olarak görürken, buna tepki olarak doğmuş olan bir diğeri emeği putlaştırıp sermayeyi hasım ilan ediyor. Oysa farklı kostümlerde sahneye çıkan bu iktisadi felsefeler, maddeci dünya görüşü temellidir ve esasta birdirler. Her ikisi de bu dünyanın ebedîliği (!) üzerinden savaş vermektedir. Insanlık bu iki ekonomi felsefesi arasında süregelen savaşta, tepişen fillerin ayakları altındaki çimler gibi etkisiz ve çaresiz.
Gerçekte hem emek hem de sermaye iktisadi hayatın vazgeçilmezleridir. Bu sebeple her ikisinin birbirini destekleyerek dengeli ve ölçülü bir beraberlik sergilemeleri hayati bir öneme sahip. Işte bu gerçeğe paralel olarak Islam emeği yüceltirken sermayeye de cephe almaz. Birinin diğerine üstün olduğu yönünde bir işarette bulunmaz. Her ikisinin denge içinde olmaları için temel ilkeler koyar; “iş barışı” diye ifadeye konulabilecek bir ortamın sağlanmasını hedefler. Emeği ve sermayeyi başıboş, dünya şartları ile sınırlı birer olgu olarak görmez. Aksine, dünyalıkların bütünüyle “meta” (geçici olarak yararlanılan şeyler) fani oluşlarına vurgu yapar. Kul hakkı kavramı üzerinde önemle dururken ölüm ötesi hayata atıflarda bulunur. Hak yemenin, zulmün ağır bir sorumluluk olduğu, yapılan zulüm ve haksızlıkların ölüm ötesi hayatta kat kat artarak failini bulacağı uyarısını yapar. (Buhari, Mezalim, 9.)
Bu olgu, işverenin ve çalışanın olanca imkânını sergilemesini; her iki tarafın da yüklendiği sorumluluğu yerine getirmesini gerekli kılar. Çalışan bütün samimiyeti ile belirlenen süre içinde verilen işi en iyi şekilde yapmaya gayret edecek, yaptığı iş ile bütünleşecektir. Buna karşılık işveren de onun emeğinin karşılığı tam olarak ne ise onu zamanında ödeyecektir. Her konuda olduğu gibi bu konuda da Islam meseleyi sırf maddi ölçüler içinde değerlendirmez; iş ahlakı ilkelerini emek-sermaye ilişkilerinin temeline oturtur. Burada temel ilkeyi belirlemek üzere, insanların farklı gelir gruplarına mensup olmalarının, birbirlerine iş gördürebilmeleri imkânını sağlamaya yönelik olduğuna işaret eder. (Zuhruf, 43/32.) “Dünyanın imarı” hedefi için bir yandan iş görenlerin emeğine, diğer yandan da iş gördürenlerin maddi gücüne (sermaye) ihtiyaç vardır.
Hem emeğin, hem de sermayenin temel dayanağı emeğin fizik gücüdür. Emek kendi varlığını sürdürme çabasını sergilerken, işverenini de ayakta tutmaktadır. Bu sebeple emek özel bir özen ve değer atfını hak eder. Nitekim Islam Peygamberi (s.a.s.) insanın tükettiği en önemli ekonomik değerin kendi el emeği olduğunu vurgularken, zırh imal ederek geçinen Davut peygamberi bu konuda örnek göstererek, emeğin insanlık serüvenindeki yerine işaret etmiştir. (Buhari, Büyû, 15.)
Emeğin hakkının korunması noktasında Islam, bir kimseyi ücretle çalıştırıp onun emeğinden yararlanan ama ücretini ödemeyen kişinin hasmı Allah’tır, hükmünü koyar (Buhari, Büyû, 106.); ücreti zamanında ödenemeyen emeğin değer kaybına uğramaması yönünde işverenin gerekli tedbirleri almasını ön öngörür. Bu konuda Hz. Peygamber’in dili ile gündeme getirilen örnek şudur: Geçmiş toplumlardan birinde bir kişi üç işçiyi istihdam eder ve işin sonunda ikisinin ücretini verir. Üçüncüsü ise her nasılsa ücretini almadan ayrılır. Işveren bu işçinin ücreti ile onun adına hayvancılık yapar, koyun, deve ve inek sürüleri ortaya çıkar. Bir zaman sonra o işçi çıka gelir ve ücretini ister; işveren sürülerin tamamını kendisine verir. (bk. Buhari, Icare, 12.)
Dindar kesimlerin varlıklarını hissettirir hâle gelmesi ile üretim ve tüketim alanında dinî hassasiyetlerin dikkate alınmaya başlandığı sosyolojik bir gerçek. Vitrinlerde sergilenen “tesüttür” kıyafetleri, üretici firmaların “helal gıda” vurguları, “faizsiz işlem” uygulamaları iş hayatında dinî bir endişenin devreye girdiğinin göstergeleri. Ancak işin farklı ve ilginç bir boyutu var: Bunların hepsi dinî hassasiyet taşıyan müşteri merkezli, yani getiri odaklı yaklaşımlar. Aynı hassasiyetin içe dönük olarak, kendi çalışanlarının emeğine saygı konusunda yaşanmadığının örnekleri ise az değil.
“Dine hizmet” parolası ile girişilen işlerde çalışanlar arasında yapılacak bir memnuniyet anketi hiç de iyi sonuçlar ortaya koymayacaktır. Kul hakkı konusunun işlendiği bir TV programından sonra, stüdyoda çalışan gençler şöyle sordular: “Efendim, bir iş yeri sahibi, imkânlarımız bu kadar diyerek çalışanlarına yetersiz ücret verse, ama bir yandan da başka iş alanlarına yatırım yapsa burada kul hakkından söz edebilir miyiz?” sorusunun edilgen öznesinin kendileri olduğu açıktı.
Emek istismarı, çalışanların geleceği üzerinden yapılınca daha da acı sonuçlar ortaya çıkıyor. Fiili ücret yerine asgari ücret üzerinden sigorta primi yatıran bir işverenin, çalışanın emekli maaşından, gelecekteki refahından bir şeyler çaldığının farkında olmaması düşünülemez. Üstelik çalışan da bunun farkında olmasına rağmen bile bile razı olur. Çünkü “problem” çıkarsa, o günkü ekmeğinden de olacaktır.
Devlete ödediği verginin yanında, servetinin zekâtını da vermek için gerekli işlem ve hesapları yürütecek memur çalıştıran sermayedarlar var. Işçilerini, ücretleri yanında bu zekâtlarla destekliyorlar. Ama aynı kesim işverenler arasından emeğin hakkını verme konusunda gerekli hassasiyeti göstermeyenlerin bulunduğu tespitini de yapmak gerekiyor.
Asgari ücret, emeğin korunmasına yönelik bir uygulamadır ve emek arzının talepten fazla olduğu durumlar için anlamdır. Emek arzı ne kadar çok olursa olsun, asgari ücret sistemi, emeğin değerinin, ülkenin şartlarına göre belirlenen miktarın altına indirilememesini sağlıyor. Ancak adından da anlaşılacağı gibi bu sabit bir rakamı değil, verilebilecek en az ücreti temsil ediyor. Daha üstünde ücret verilmesine engel de yoktur. Ne var ki, “Bu iş yerinde asgari ücret uygulaması yapılmaktadır.” gibi bilgi notları hemen her iş yerinde görülüyor.
Ücretin yeterli olmaması yanında vaktinde ödenmemesi de ciddi bir şikâyet sebebidir. Özellikle belli iş kollarında taşeron işçi statüsünde çalışanların, ücretlerini alamadıkları için iş bırakmaları, dertlerini duyurmak üzere çeşitli girişimlerde bulunmaları sıklıkla yaşanan şeyler. “Işçinin ücretini, alnının teri kurumadan ödeyin.” (Ibn Mace, Rühun, 4.) uyarısı unutuluyor, paranteze alınıyor.
Emeği üretimin ve maddi kazancın basit bir aracı gibi görmek dünyevileşmenin bir ürünü olarak hüküm sürüyor.
Alın teri saygıyı hak ediyor. Emeğe saygı insana, insan onuruna saygıdır.