Makale

Merhum Babam… Bir Âlim Adam…

Merhum Babam… Bir Âlim Adam…

Bu yazıya, ‘bir evladın babasını anlatması hayli zor’ ifadesiyle başlamak belki de çok sıradan gibi gözükmekte… Ancak, İsmail Karakaya gibi bir babası olan evladın herhâlde söyleyeceği en doğru söz bu olsa gerek…
Kendisini tanıyan herkesin yakından bildiği gibi, o tam bir gönül insanıydı… Parayla pulla işi olmayan, insanlara hep muhabbetle bakan, aleyhine davrananlara bile tebessüm eden ve lügatinde ‘hayır’ kelimesi bulunmayan bir gönül insanı…
Daha iki yaşındayken babasını, altı yaşlarındayken de annesini kaybetmiş olmasına rağmen hayata tutunmayı başarmış, her birimizi imrendiren imanı ve teslimiyet duygusu ile birçok kişinin hayatında iz bırakmıştı… Hayatın bütün zorluklarına göğüs gererek kendini yetiştirmiş, karnını doyurmaya yetecek paradan fazlası cebindeyse, o parayla mutlaka kitap almış biriydi. Okumaya, öğrenmeye, yazmaya o kadar meraklıydı ki, sayısını hatırlamadığım hac ve umre ziyaretlerinin tamamının dönüşünde, içinde işimize yarayacak bir şeylerin olduğunu düşündüğümüz valizlerin içinden hep kitap çıkardı… O zamanlar üzülürdük, ancak şimdi farklı düşünüyoruz… Babamızın bize bıraktığı en değerli miraslardan biri de kitapları, kütüphanesi…
Kitap hiç şüphesiz en yakın dostuydu… Hayatın kendisine yaşattığı hüzünleri, bize olan merhametinden bizimle hiç paylaşmadı… Hep, ‘hayatım boyunca bana acı veren hiçbir şeyi hatırlamadım’ derdi… Belki de hatırlıyordu da, bu hatıraları sadece kitaplarıyla paylaşıyordu, kim bilir? O yüzden kitapları çok değerliydi… Babam, üzeri karalanmış kâğıtları bile atmaya kıyamadı ömrü boyunca… Çünkü o kâğıtların her birinde ya ayet yazılıydı ya da hadis…
Babam bana hep sevgili Cahid diye seslenirdi… Sevgili Cahid… Bu yüzden etrafımızdaki birçok kişi, belki de takılmak için bana sevgili Cahid dediler… Bu hitap bile babamı anlatmaya kâfidir aslında… Çocuklarına bir kez bile sesini yükseltmemiş, başkalarının yanında yapmayı bir kenara bırakın, yalnızken bile çocuklarına bağırıp çağırmamış bir baba tanıdınız mı bilmiyorum ama ben tanıdım… O adam babamdı… Gördüğü her erkek çocuğuna abi, her kız çocuğuna abla diye seslenirdi. Hayatı boyunca hiç kimseyi kırmadı…
Hiçbir kabahatin, karşısındaki insanı kırmaya değecek kadar önemli olmadığını, her insanın bir gün mutlaka yaptığı hataların farkına varacağını her fırsatta dile getirirdi. Babam kızmıyor diye kızılması gerekenin iki katı kızdığım günleri hatırlarım…
Babam tam bir âlim, çok iyi bir hatipti… İlk gençlik yıllarından itibaren sivil toplum kuruluşları içinde bulunmuş bir teşkilatçıydı… İyi yetişmiş bir mütefekkirdi… Vatanı, milleti ve devleti için her daim hassasiyet taşıyan bir vatanseverdi… Allah ve Rasulüne dost olanları canından çok seven, onlara karşı olanlara da tepkisini açıkça ortaya koyan bir mümindi… Babam, her şeyin ötesinde bize Allah’ı, peygamberimizi, Allah dostlarını, sevgiyi, dürüstlüğü, ailenin önemini ve baba olmayı öğreten öğretmenimizdi…
42 yıl mensubu olmakla iftihar ettiği Diyanet İşleri Başkanlığında çalışmış, her kademede görev yapmış, 2008 yılında yaş haddinden emekli olmuştu. Emeklilik kavramına çok uzak bir hayat yaşamış, özellikle hocaların emeklisi olmaz anlayışını şahsında göstermişti. Diğer meslek mensuplarının, yaşları ilerledikçe mesleklerini icrada sıkıntı yaşayabileceklerini söyler ancak din görevlilerinin yaşlarının ilerlemesini meslekteki liyakatlerinin artması olarak tarif ederdi. Ömrünün son anına kadar ilim, irşat ve tebliğ vazifesini aksatmadan sürdürdü.
Yaptığı görevler arasında en çok vaizliği sevmişti. Kendine has üslubuyla, sesini yükseltmeden konuşur, cemaatine çok değer verirdi. Sevgili babam, kürsülerde, radyo ve televizyon programlarında ve özel sohbetlerde geçen bereketli bir ömür yaşadı…
Gençlik yıllarında, şiirde Yunus Emre ne ise ben de sözde öyle olayım demiş kendi kendine… Yani herkesin anlayacağı sadelikte konuşmayı şiar edinmiş… Vaizliğin özel bir meslek olduğunu sık sık vurgulardı. ‘Kürsüye çıkarsınız, cemaatin arasında sizi yetiştiren hocalarınız da bulunur, ümmi cemaat da… Konuştuğunuzda hocanızın boş konuşuyor dememesi, ümmi kişinin de anlattığınızı anlaması gerekir’ derdi. Cenab-ı Hak gençlik yıllarındaki dileğini kabul etmiş, her vaazında Yunus gibi sade bir dil kullanmıştı… Vaazlarında iki konudan bahsederken çok keyiflenirdi… Bu konulardan biri Efendimiz (s.a.s.) diğeri ise ölümdü…
Sürekli ‘İlim, insanı maksuduna ulaştıran en hızlı Burak’tır’ derdi… Bu anlayışla ömrünün son anına kadar ilimle meşgul oldu… Çok okurdu… Aynı zamanda çok da yazardı… Hiç, bir kalemle yazmaya başlayıp onu mürekkebi bitene kadar kullandığınızı hatırlar mısınız bilmem? Benim böyle bir hatıram yok. Ama babamın başlayıp bitirdiği kalemleri uç uca ekleseniz kilometrelerce yol giderdi… Kendisini en çok kitapların arasında, kütüphanesinde mutlu hissederdi. Bu yüzden olsa gerek, kütüphanesinde hastalığını bile unuturdu…
Hayatını, başkalarının hayatının İslam’a uygun olması için çalışmaya adamıştı… ‘Sizin elinizle Cenab-ı Hak bir kişiye hidayet nasip ederse, bu dünyadan ve dünyanın semasından daha hayırlıdır’ düsturunu aklından hiç çıkarmazdı… Kendisine ‘Hocam, akşam bu kapıdan kâfir olarak girmiştim, şükür sabah mümin olarak çıkıyorum’ diyen çok kişiyi tanıdım. Bu, babamı en çok mutlu eden husustu…
Babam, ömrü boyunca örgütlü çalışmalara çok önem vermiş ve birçok sivil toplum örgütünde bulunmuştu. MTTB, Ensar Vakfı, Din Görevlileri Kültür Vakfı, Türkiye Din Görevlileri Federasyonu, Diyanet-Sen, Tasavvuf Yolu Federasyonu bir çırpıda aklıma gelenler… Her biri başlı başına bir sivil toplum örgütü gibi faaliyet gösteren meslektaşlarına mutlaka bu tür yapılanmalarda yer almalarını tavsiye ederdi… Ömrünün son yıllarında kurduğu ve genel başkanlığını yürüttüğü Tasavvuf Yolu Federasyonu, alanında dünyada ilk sivil toplum örgütü olarak hayata geçmişti. Ülkemizdeki her tasavvuf meşrebinin temsilcilerini tek bir çatı altında toplayan Tasavvuf Yolu Federasyonu ile büyük hizmetler edilebileceğine inanırdı…
Onun en çok önem verdiği şeylerden biri de hiç şüphesiz Hakses Dergisi idi… Şu anda kaleme aldığım bu satırları okuduğunuz Diyanet Dergisini de çok önemserdi. Yayın müdürlüğü döneminde emek verdiği Diyanet Dergisi ile Hakses, çocukluk yıllarımızda babamızın elimize tutuşturduğu ve okuma alışkanlığı kazanmamızda en büyük pay sahibi iki dergi oldu. Babam neredeyse hiç vasiyette bulunmadı… Hatırlayabildiğim tek vasiyeti, Hakses Dergisidir. Hakses’i yaşatmamızı biz evlatlarına ve torunlarına vasiyet etti. İnşallah Cenab-ı Hak bu vasiyeti yerine getirmeyi bizlere nasip eder…
Merhum babam, hayat doluydu… Her şeye müspet tarafından bakardı… Herkesi çok severdi… Biz de babamızı çok sevdik…
İki yılı aşkın bir süre hep hastalıklarla mücadele etti. Nasılsın diye sorduğumuzda bir kez bile hastayım demedi… Hep mütevekkil bir kul oldu… Biz sabrına da imanına da şahit olduk…
Bize Allah’ı, Efendimiz (s.a.s.)’i, bu kutlu yolda gidenleri babamız sevdirmişti… Biz ondan hep razıydık, tek düşüncemiz onu razı edebilmekti… İnşallah muvaffak olmuşuzdur…