Makale

Ortadoğu’da yeni bir trajedi: Suriyeli Mülteciler

Ortadoğu’da yeni bir trajedi: Suriyeli Mülteciler

Yavuz Güçtürk
Araştırmacı, SETA Hukuk & İnsan Hakları Direktörlüğü

Geçtiğimiz yüzyıl, insanlık tarihinin gördüğü en büyük savaşlara ve katliamlara sahne oldu. Savaşlar, 20. yüzyılın başına kadar ağırlıklı olarak cephelerde geçtiği için kayıplar da genellikle askeri kesimde yaşanıyordu. Ancak konvansiyonel silahların gelişimi, uçakların savaşta kullanılmaya başlanması vb. gelişmeler, savaşların cephe gerisindeki şehirlere de yayılmasına ve sivillerin kayıplarının muazzam oranda artmasına neden oldu. Sonuç olarak, her savaş siviller için yeni bir göç dalgası anlamına gelmeye başladı. Savaşların yol açtığı bu göç dalgaları, sivillerin ilk aşamada ülke içinde daha güvenli bir bölgeye, ikinci aşamada ise ülke dışına doğru göçüne neden oldu.
İkinci Dünya Savaşına kadar, bu kitlesel göçlere ilişkin uluslararası hukuk alanında çok fazla düzenleme yoktu. Birleşmiş Milletlerin (BM) kurulması ile bir yandan mültecilerin hukuki statüsü tanımlandı, bir yandan da dünya genelindeki milyonlarca mülteci için kısa ve uzun vadeli çözümler getirilmeye çalışıldı. BM’nin öncülüğünde uluslararası toplumun çalışmaları zaman zaman olumlu sonuçlar verse de, mülteciliğin kaynağı olan savaş, iç savaş, çatışma vb. hadiseler, mücadeleler arttıkça çözümü giderek zorlaşan kronik sorunlar baş göstermeye başladı. Nitekim BM, Dünya Mülteci Günü nedeniyle 20 Haziran 2014’te yaptığı açıklamada, mülteci sayısının 2013 yılında 50 milyonu aşarak İkinci Dünya Savaşından bu yana en yüksek sayıya ulaştığını belirtti. Günümüzde sırasıyla Afganistan, Suriye, Somali ve Sudan, dünyadaki en büyük mülteci kaynağını oluşturan ülkeler konumunda.
Rakamlarla Suriyeli mülteciler
Suriye toprakları Mart 2011’de başlayan ilk gösterileri takip eden aylarda bir iç savaşa sahne oldu. Akabinde ortaya çıkan Suriyeli mülteciler sorunu ise, bugün ulusal, bölgesel ve küresel düzeyde büyük bir endişe kaynağı hâline gelmiş durumda. Ruanda’da 1994 yılında yaşanan soykırımdan bu yana, bu derece hızla artan bir başka mülteci dalgası görülmedi. BM verilerine göre, 15 Temmuz 2014 itibarıyla, 2 milyon 914 bin Suriyeli ülkesini terk etmiş durumda. Ancak kayıt dışı olarak komşu ülkelere geçiş yapan çok daha fazla Suriyelinin olduğu biliniyor. Bunun yanı sıra, 6,5 milyondan fazla kişi de, ülke içinde başka bir bölgeye göç etmek zorunda kaldı. Suriye’nin toplam nüfusunun 22,5 milyon olduğu göz önüne alınırsa, ülke nüfusunun yaklaşık yüzde 40’ı, son üç yılda evini terk etmek zorunda kaldı. Savaşın devam etmesi durumunda ise, dünya genelindeki Suriyeli mülteci sayısının 4 milyon 100 bine ulaşması bekleniyor. Ülke içinde göç edenler de hesaba katıldığında, 2015 yılında Suriyelilerin yarısı evlerini terk etmek durumunda kalmış olacak.
Suriyeli mülteci krizinin bir sonucu olarak Avrupa’da Türkiye; Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da Lübnan, Ürdün, Irak, Mısır ve Yemen en çok mülteciye sahip ülke konumuna geldiler. Türkiye’de Suriyeli mültecilerin sayısı Haziran 2014 itibariyle 1 milyon 50 bin kişiye ulaştı. 800 bini kayıtlı olan bu mültecilerin yaklaşık 220 bini, kurulan 22 kampta barınırken, diğerleri Suriye’ye yakın kentler başta olmak üzere, Türkiye genelinde kendi imkânları ile ikamet etmektedirler.
Türkiye nüfusuna ve yüzölçümüne oranla bu kadar büyük bir mülteci akınını kaldırmayı başarabildi. Ancak Lübnan ve Ürdün’de durum daha kötü. Hâlihazırda nüfusunun yüzde 10’unu Filistinli mültecilerin oluşturduğu Lübnan, en çok Suriyeli mülteci barındıran ülke konumunda. Bugün Lübnan’da bulunan her dört kişiden biri Suriyeli. Toplam 7 milyon nüfusu olan Ürdün’de, 4 milyondan fazla Filistinli, Suriyeli ve Iraklı mülteci bulunuyor. Ürdün’de 2012 yılında kurulan Zaatari Kampı, sadece iki yılda, dünyadaki en büyük ikinci mülteci kampı haline geldi.
Türkiye’deki Suriyeli mülteciler
Suriyeli mülteciler, özellikle son aylarda kamuoyunda daha sık tartışılmaya başlandı. İlk gelen mülteci kafilelerinin oluşturulan kamplara yerleştirilmesi, görece maddi durumu iyi olan Suriyelilerin ise, sınır kentlerinde rayicinden daha yüksek değerde kiraladıkları ya da akrabalık ilişkileri vasıtasıyla buldukları evlerde kalması nedeniyle büyük bir sıkıntı yaşanmamıştı. Ancak BM ve birçok uluslararası insani yardım örgütüne göre çok iyi şartlarda barınma imkânı sunan kampların dolması sonrası Suriyeliler, Türkiye’nin diğer bölgelerine doğru göç etmeye başladı. Büyükşehirlerdeki sayılarının artması ile Suriyeliler basın ve halk nezdinde daha görünür hâle geldi.
Suriyeli mültecilerin durumuna ilişkin olarak ekonomik, siyasi ve kültürel tartışmaların yaşandığı görülmekte. Yanlarında getirdikleri sıcak para ile ilk aşamada yerel ekonomiyi canlandıran Suriyeliler, ellerindeki paranın tükenmesiyle yüksek kiraları ödeyemez duruma geldiklerinde ev sahiplerinin; işverenler tarafından ucuz işgücü olarak çalıştırdıklarında ise ücretlerin düşmesine neden oldukları için işçi kesiminin tepkisini çekmeye başladılar. Hükümetin Suriye politikasını eleştirenler ise, mülteciler üzerinden siyaset yapmayı tercih ettiler. “Suriyelilere yerel seçimlerde oy kullanmak için vatandaşlık verildiği” gibi yanlış bilgiler gerek sosyal medyada, gerekse basında sık sık dile getirildi. Suriyeliler kıyafetleri, yemek kültürleri vb. özellikleri nedeniyle sık sık ırkçılığa maruz kalırken, sakallı Suriyeli erkekler sadece bu görünüşleri itibariyle, silahlı örgütlere mensup olmakla da itham edildi. Tüm bu sorunların yanı sıra, kampların dışında bulunan kadın ve çocuk mültecilerin insan ticaretinin kurbanı olduğu yönünde iddialar da bulunmakta.
Ne yapmalı?
Geçen yaklaşık 3,5 yılın ardından Türkiye’nin Suriyeli mültecilere ilişkin kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki kademeli bir plan yürütmesi gerekmektedir. İlk olarak, süregelen mülteci akını karşısında savaştan kaçan insanlara kapılarını açık tutmaya ve yeni kamplar kurmaya devam etmelidir. Yeni kamplar inşa edilmesi durumunda, bölgenin demografik yapısı göz önüne alınarak dengeli bir dağılım olmasına dikkat edilmelidir.
Bununla birlikte, mültecilere barınma, yiyecek, sağlık, eğitim vb. konularda verilen destek, gerek Türkiye gerekse Suriye’ye komşu olan diğer ülkelerin uzun süre üstesinden gelemeyeceği boyuttadır. Bugüne kadar BM, Suriyeli mülteciler için uluslararası toplumdan talep ettiği yardımın ancak yüzde 33’ünü toplayabilmiş durumda. Başta G-7 olmak üzere, gelişmiş ülkeler ve bunun yanı sıra, mülteci kabul etmeyen Orta Doğu devletleri yardım çağrılarına daha fazla karşılık vermelidir.
Uzun vadede ise, Türkiye’nin Suriyeli mültecilere ilişkin bir entegrasyon politikası belirlemesi gerekmektedir. İç savaşın şu anda sona ermesi durumunda bile, Suriyelilerin ülkesine dönmesinin en az üç yıl alabileceği, bütün malvarlıklarını kaybeden bazı Suriyelilerin ise, dönmeyebileceği uzmanlar tarafından dile getirilmektedir. Bu durumda, mültecilerin ikameti, istihdamı ve eğitimi konularında kapsamlı projeler geliştirilmelidir. Mültecilerin yarısını çocukların oluşturduğu göz önüne alınırsa, özellikle eğitim en önemli sorun alanını oluşturmaktadır. Hâlihazırda Suriyeli çocukların sadece yüzde 15’i resmî ya da gayri resmî şekilde eğitim alabilmekte. Türkiye’de kalacak Suriyelilerin entegrasyonu açısından Arapça eğitimin yanı sıra Türkçe öğretiminin başlatılması, entegrasyonu kolaylaştıracak adımlardan birisi olabilir.
Bu derece büyük bir göç dalgası, başta kadın ve çocuklar olmak üzere, Suriye halkı üzerinde kuşaklar boyunca silinemeyecek travmalar ortaya çıkardı ve çıkarmaya devam ediyor. Suriyeli kayıp bir kuşağın önüne geçebilmek için bu travmaların etkisini azaltacak çalışmalar da yürütülmelidir.
Anadolu toprakları son iki yüz yıldır büyük göçlere sahne oldu. Osmanlı Devletinin yıkılış sürecinde, gerek Balkanlardan gerekse Kafkasya’dan milyonlarca kişinin katıldığı göçler Cumhuriyet döneminde de devam etti. Geçmişte gerçekleşen göç dalgalarına karşı hazırlıksız olunduğu için uzun süren kronik sorunlar/trajediler ortaya çıkmıştı. Suriyeli mültecilerin gelişi ile ilk defa Arap coğrafyasından gelen büyük bir kitlesel göç dalgasına sahne olan Türkiye, bu sefer entegrasyon için hızla harekete geçmeli ve olası sorunların önünü kesmelidir. Suriyeli mültecilerin uzun bir süre daha Türkiye’de misafir olarak kalacakları ve bir kısmının bir daha geri dön(e)meyeceği gerçeği ile yüzleşerek bu işe başlamalıyız.