Makale

Göç ve Kentleşme: Karşılaştırmalı Bir Bakış

Göç ve Kentleşme: Karşılaştırmalı Bir Bakış

Prof. Dr. Abdulvahap Taştan
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Kişinin mekânda yer değiştirmesi, hem üretici hem de tüketici rolleri açısından sosyal sistemi etkilemektedir.

Göç, genel olarak coğrafi mekân değiştirme sürecinin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi boyutlarıyla bir etkileşim ve değişimin gerçekleştirildiği nüfus hareketliliği olarak tanımlanır. Tarihî ve evrensel bir olay olarak görülmekle birlikte, Sanayi Devrimi ve sonrasında oluşan sosyal yapıda farklılaşma, üretimde yenilik ve nüfus hareketliğindeki artış nedeniyle ortaya çıkan kentleşmeyle birlikte yoğunluk kazanmıştır.
Çok yönlü ve karmaşık etkileşim ve ilişkiler ağı oluşturması nedeniyle bugün göç ve göçmenlik, ulusların iç ve dış politikalarının en önemli meselelerinden biri hâline gelmiştir. Öyle ki Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Bölümü tarafından yayımlanan verilere göre, 1990 yılında 120 milyon kişi doğduğu ülkenin sınırları dışında yaşamaktaydı ve gelişmiş dünyanın %4.6’sı göçmenlerden oluşmaktaydı. Bugün bu sayının 232 milyon olduğu kaydedilmektedir. Türkiye’de ise, 1950’lerde başlayan iç göçle ve bu göç olgusunun doğurduğu sorunlarla birlikte âdeta onun bir simgesi hâline gelen gecekondu sayısı 50.000 ve gecekonduda oturan nüfus 250.000 kişi civarındaydı. 1995 yılında 10.000 000 civarında gecekondulu bir nüfustan bahsedilmektedir.
Göçler, iç göçler ve dış göçler olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir. İç göçler, ülke içinde yerleşim birimleri arasında yerleşmek amacıyla, genellikle kırsaldan kente doğru yönelen bir nüfus hareketidir. Dış göç ise, uzun süre kalmak, çalışmak ve yerleşmek için bir ülkeden diğerine yapılan hareketliliktir. Bu özelliğinden dolayı dış göç, uluslararası göç olarak da tanımlanır. Dış göçün önemli bir boyutu, göçe katılanların zamanla ülkesindeki (iç göç örneğinde, köyündeki…) akraba ve tanıdıklarını da yanlarına almaları, böylece pek çok kişiye iş ve yurt dışında bulunma imkânı sağlamaları ile belirlenir. Zincirleme göç olarak bilinen bu hareket, göç olayının toplumsal boyutu açısından da önemli bir göstergedir: Bu süreçte yeni bir toplumsal ilişkiler ağı kurulmakta, yeni arayışlar ve aidiyetler için bir zemin oluşturacak olan etnik topluluklar ortaya çıkmaktadır.
Yine bu süreçte, zamanla eski sosyal bağların kırılması ve yeni olanın kabulü söz konusu edilir; fiziki çevrenin değişmesine olduğu gibi sosyal ve kültürel öğelerde de bir değişimi içerir. Kişinin mekânda yer değiştirmesi, hem üretici hem de tüketici rolleri açısından sosyal sistemi etkilemektedir. Göç aynı zamanda bir süreçtir. Abadan-Unat’ın nitelemesiyle bu ‘bitmeyen göç’ yeni ilişkiler biçimi kazandırmakta, yeni statülerin edinilmesine ve yeni oluşumlara neden olabilmektedir. Buna bağlı olarak göç olgusunun anlaşılmasında yeni kuramsal yaklaşımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Örneğin, 19. yüzyılın iç ve dış göç hareketlerini tek ve kapsamlı bir kuramla açıklama yerine, bugün ondan farklı kavramlar, varsayımlar ve farklı başvuru örüntüleri kullanılarak çeşitli açıklayıcı modeller geliştirilmiştir.
Göçün, genellikle itici ve çekici faktörlerle belirlendiği kabul edilir. İtici faktörler ya da nedenler: tarıma yeni teknolojinin girişi, böylece nüfusun bir bölümünün çalışma alanı bulamaması; mirasla paylaşım yoluyla toprakların yetersiz kalışı ve geçim darlığının çekilmesi; hızlı nüfus artışı; eğitim, sağlık, kültür ve eğlence alanlarında hayat tarzının kısırlığı; terör vb. diğer nedenler. Başta ekonomi olmak üzere, bu yoksunlukları giderme ve yeni ortamlar sunma imkânı ve potansiyeli taşıyan kentler, metropoller ve de sanayileşmiş ülkeler çekici faktörleri içerir. Bu arada, haberleşme ve ulaşım imkânlarındaki gelişmeler bu iki faktör arasında iletici nedenler olarak görülebilir. Türkiye’de iç göçler açısından daha çok itici faktörlerin, dış göçler açısından ise çekici ve özendirici faktörlerin etkili olduğu söylenebilir.
Göç olgusu genellikle bireylerin ve ülkelerin ekonomik açıdan gelişmesine katkıları ve yararlılıkları açısından değerlendirile gelmiştir. Buna bağlı olarak da göçün ekonomik olmayan etkileri çoğu kez göz ardı edilmiştir. Toplumbilim açısından ilginç olan, göçün, kişileri yeni bir toplumsal çevreye götüren ve dolayısıyla onları yeniden uyum sorunlarıyla karşı karşıya bırakan bir süreç olarak dikkate alınmasıdır. Kuşkusuz, bu etkiler daha farklı alanlarda ve daha karmaşık bir biçimde devam etmektedir. Bunlar belli açılardan göç olgusunun sonuçları olarak da görülebilir. Fakat bu olgunun anlaşılmasında nedenlerle sonuçların birbiriyle ilişkisinin göz önünde tutulması ve göçün kendi dinamikleri ve bağlamı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği özellikle vurgulanmaktadır.
Bir karşılaştırma zemini içinde ele aldığım iç ve dış göçler az çok benzer nedenlerle, genellikle kırsal alanlardan kentlere ve sanayileşmiş ülkelere doğru gerçekleşmiş olsa da hem göçlerin etkileri, hem de kentleşme olgusuyla ilişkileri açısından aralarında önemli farklılıklar vardır. Bununla birlikte, dış göç ve iç göçler açısından, modernite projesi bütün göç tartışmalarında merkezî bir öneme sahip olarak görülmüş ve yaşanan uyum sorunlarının ortaya çıkmasında, bulunan çözüm yollarının yorumlanmasında güçlü bir referans oluşturmuştur.
Söz gelimi, dış göç örneğinde, ilk olarak sanayileşmiş ülkelere yönelen göç hareketleri aynı zamanda modernleşmenin bir boyutu olarak da algılanmış, geleneksel toplum yapısından modern topluma geçişi kolaylaştıran bir etkileşim düzeyi olarak görülmüştür. Gelişmiş ülkelerle etkileşim çerçevesinde, onları ileri götüren değerlerin kazanılması ve dönüşte ülke yararına kullanılması beklentisi, dış göçün belirleyici faktörlerinden biri sayılır. Zira bilinenin aksine, ilk giden işçilerin önemli bir bölümü kalifiye elemanlardan oluşmaktaydı. Göçün gelişim seyri bu beklentilerin büyük oranda gerçekleşmediğini göstermektedir. Bununla birlikte, dış göçün bireysel kazanımlar açısından katkıları yadsınamadığı gibi, kişisel ve ailevi boyutlarda, özellikle de kuşaklar açısından dramatik bir tecrübe zemini oluşturduğu da görmezlikten gelinemez.
Özellikle iç göçle birlikte ele alınan bir kavram da kentleşmedir. Kentleşme, sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan, üretimin tarımdan sanayiye geçişiyle başlayan bir olgudur. Sanayi toplumlarında kentleşme olgusu birçok aşamadan geçerek ve olgunlaşarak bu güne gelmiştir. Bu bakımdan, o toplumlarda ‘gecekondu’ ve ‘kentlileşme’ kavramları yoktur. Kentlileşme, çok hızlı bir kentleşme sürecinin yaşandığı toplumlarda, kıra özgü toplulukçu kültür özelliklerin, kente özgü bireyci kültür örüntülerine dönüşümlerini/dönüştürülmelerini ifade eden ve elit bakışını yansıtan bir kavramdır. Göçün ilk yıllarından itibaren, yapısal olarak çarpık kentleşme ve kültürel açıdan uyum-uyumsuzluk sorunları, kimlik ve aidiyet arayışları ve ‘yeniden kabileleşme’ kavramı ile açıklanabilecek alt kültür oluşumları, Tekeli’nin önemle vurguladığı gibi, göç projelerinde esas alınan modernitenin meşruiyet kalıplarını sorgulamamak ve kente yeni gelen bu insanların kapasiteleriyle tutarlı, yeni meşruiyet kalıpları önermemekle ilişkilidir.
Her iki göç olgusunda da etkileşim düzeyi ile kültürel uyum arasında bir benzerlik göze çarpmaktadır. İç göçte gecekondulaşma, dış göçte gettolaşma olarak karşılık buluyor. Etnik ve dinî kimliklerin öne çıkmasında da özellikle karşıt kültürel ortamlar belirleyici olabilmektedir. Dış göç örneğinde; görece refah düzeyinin artması, dünya görmüşlük duygusuna sahip olma, bireysel başarılara önem atfetme, sağlıkla ilgili uygulamalara güven, iş ve çalışma disiplinine göre hareket etme, insanları genellikle ‘dürüstlük, çalışkanlık, dedikodu yapmama’ gibi davranışlara göre değerlendirme, dinsel farklılıkları çekişme konusu yapmama, başarı ve kalkınmada maddi faktörlerden çok insan öğesini öne çıkaran algı alanında değişim… gibi pek çok tutum ve davranış, göçle kazanılan kültürel özellikler arasında dikkat çekmektedir. İç göçün neden olduğu etkilerle; bireylerin sosyal dünyalarının ve algı düzeylerinin değişmesi, kentleşme ve kentlileşmeye katkıda bulunması, kazanılan statülerin doğuştan gelen statülerin yerine geçme oranında artış, aile yapıları ve ilişkilerin, toplumsallaşma süreçlerinin değişmesi gibi yoğun bir dönüşümden bahsedilebilir.
Sonuç olarak, gerek modern Avrupa şehirlerinde hayatlarını sürdüren göçmen bireyler, gerekse Türkiye’de büyük kentler ve metropollere göç etmiş kimseler için kentsel yaşam ve kent kültürüne özgü değerlerin ayrı bir önemi vardır. Bu şehirlerde alışılmış yaşam tarzı giderek farklılaşmakta ve hâkim kültürel yapılarla belli ölçülerde uyumlulaşmaktadır. Etkileşim biçimleri ve düzeyleri farklı olsa da iç ve dış göçlerin kendine özgü dinamikleri dikkate alınmadan yapılan analizler belli ölçüde indirgemeci bir bakışı yansıtabilir. Söz gelimi, dış ülkelere göç olayında gelinen ülke kültürü kadar gidilen ülkelerin kültürel farklılıkları da etkileşim düzeyini belirleyebilmektedir. Örneğin, özellikle göç yoluyla ortaya çıkan kültürel temaslarda dini bakış açıları ve dini ritüeller hem bir uyum mekanizması, hem de köken kültüre aidiyetin simgesi olarak işlev görmekte ve kimlik temsillerinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu bakımdan, göçle ilgili literatürde kimlik-din ilişkisi çoğunlukla merkezi bir öneme sahiptir.