Makale

Bir İlçeye Müftü Olmak

Tahsin Tural Çalışır

Bir İlçeye Müftü Olmak

Yıl 1964 Temmuz ayı. Müftü atamaları yapılmıştı ve ben Çankırı’nın Ovacık beldesine tayin olmuştum. Henüz haritada dahi bulmakta zorlanacağım bir yere gidiyor olmak beni hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu. Lakin içimde yapacağımı düşündüğüm hizmetlerin aşkı, bütün bu düşünceleri benden alıp götürüyordu.
Uzun bir yolculuğun ardından nihayet Çankırı’ya varmıştım. Oradan görev yerim olan Ovacık’a gitmek için bir işçi minibüsüne bindim. Haftalardır içimde taşıdığım merakımı gidermek için yanımdaki isçilerden, Ovacık hakkında bilgi almaya çalıştım. Aldığım bilgiler gideceğim yer ile ilgili hem aklımdaki soru işaretlerini fazlalaştırıyor hem beni daha fazla heyecanlandırıyordu. Çünkü bu benim ilk müftülük deneyimim olacaktı. Fakat minibüste beraber yolculuk yaptığım işçiler, bindiğim minibüsün Ovacık’a yakın bir yere kadar gideceğini ve orada kalacağını, benim ise oradan yoluma devam edeceksem başka bir taşıt bulup onunla gitmem gerektiğini söylediler.
Bir süre yola devam ettik. Servis otobüsü yol boyunca isçileri tek tek indirerek giderken yağan yağmur sebebiyle yol çamurlaşmaya başladı. Zaman zaman minibüsün tekerleri kayıyor, risk teşkil ediyordu. İçimden, şu minibüs son durağa bir gelse deyip duruyordum. Oradan bir şekilde Ovacık’a ulaşacağımı düşünüyordum. Fakat oradaki köylüler bu çamurda hiçbir aracın oraya çıkamayacağını, bir haftaya kadar da oraya gitmenin mümkün olamayacağını söylediler. Çaresiz o gün orada bir köylünün evinde misafir kaldım. Sabah olduğunda da mehil müddetim henüz var diye tekrar Çankırı’ya indim. Oradan Karabük’e geçtim ve birkaç gün orada kaldım. Mehil müddetim sona ererken göreve başlayıp ev kiralamak üzere bir yatak ile biraz kitap ve mutfak malzemesi alıp yola çıktım. Karabük üzerinden servis otobüsü ile Ovacık’a gitmek için tekrar yola koyuldum. Otobüs Ovacık’a varmadan bir köyde durdu ve şoför yolculuğumuzun burada sona erdiğini söyledi.
Dağların içindeki bu köyde ne iyiliksever insanlar varmış ki bana bir at temin ettiler, eşyamı da atın sırtına sardılar. Sahibi atı önden çekerek ben de yaya yürüyerek Ovacık ilçesine vardık. Tepeye kurulan üç mahalleye serpiştirilmiş elli altmış kadar ev vardı. Bu ilçe dağınık bir orman yerleşkesine benziyordu. Önceden görüp alıştığım köy ve kasabalarda binalar toplu, düzenli ve sıkça idi. Hayatımda ilk defa bu kadar yayılmış, yeşil ve yoğun ormanlı bir ilçeye şahit oluyordum.
İlçe merkezi sayılan mahalledeki kahvehanenin üzerindeki üç odadan birisini müftülük, birisini ziraat, diğerini de bir başka resmî kurum kiralamıştı. Yukarıya çıktım, müftülük için kiralanan odaya eşyalarımı koydum. O akşam, bu ilçenin yerlisi olan cami imamı Süleyman Şahin hoca efendinin evine misafir oldum. Odada büyük bir odun sobası yanıyordu. Yörenin en bol ve bedava nimeti olan odun bolca yakıldığı için iliklerime kadar ısınmıştım. Zamanla gözüm etrafın yeşilliğine de alışmıştı. İnsanları çok sıcakkanlı idi. Beni her gören tanışmak istiyor, saygı gösteriyordu. İlçe halkının bu yakınlığı, yapacağım işin sorumluluğu noktasında beni daha titiz olmaya sevk ediyordu.
Düzenimi sağlamadan ailemi getirmeyi düşünmüyordum. Bir ev kiralayıp iyice yerleşinceye kadar böyle devam etmeye karar vermiştim. Elhamdülillah ki, bir süre sonra ailemi getirip düzenimi kurmuştum. Ancak yiyeceğimiz ekmeği bile eşimin yapmak durumunda kalması bizim için bir hayli sıra dışı ve alışılması zaman alan şeylerdi. İlçedeki iki bakkaldan birisi daireye yakındı. Meyve sebze satılan bir pazar kurulamadığı gibi ekmek yapan bir fırın, hatta ekmeği satan bir dükkân dahi yoktu. Karabük’e sipariş vermek için rutin bir vasıta da bulunmuyordu.
Kısacası, maddi imkânlar çok sınırlıydı. Fakat içimizdeki Ümmet-i Muhammed’e hizmet aşkı bizi bütün şikâyetlerimizden alıkoyuyordu. Göreve başlayınca yörede bulunan din görevlisi arkadaşlarla kolektif bir çalışma içerisine girdik. Öyle ki daire daha fazla hareketlenmiş, müftülük adına kiralanan mekân işlerimizi yapmak için yetersiz gelmeye başlamıştı. Bir süre sonra Orta Cami’nin baş mahfilini daire olarak kullanmanın uygun olacağını düşündük. Birkaç din görevlisi arkadaşla bu yeni yerimizi, sıvasından badanasına kadar her yönü ile elden geçirdik. Daireye lazım olan kalem, kâğıt, zarf ve toplu iğne gibi kırtasiye malzemelerini kendi imkânlarımızla satın alıp bazı ufak tefek ihtiyaçları da civarda bulunan resmî dairelerden rica etmek suretiyle temin etmeye çalıştık. Müftülüğümüzü, nahiyedeki en güzel devlet dairesi hâline getirdik diyebiliriz. Arada bir ilçemize gelen devlet görevlilerini müftülük dairesinde ağırlar, elimizden geldiğince onları hoşnut etmeye çalışırdık. Bu beni çokça mutlu ederdi.
Daireyi açıp kapatmak, temizlik, soba yakma, külünü arıtma, daktilo olmadığı için yazışmaları kalemle yazıp postaya verme gibi işleri dahi kendimiz yapmaya çalışıyorduk. Daireye gelen misafirlerimize yemek yapmak, çaylarını demlemek, maruzatları varsa dinleyip çözümler sunmak… Hepsini bir arada yapma gayreti içerisine girmiştik. Bazı yakın dostlarımız bütün bunları yaparken değişik fikirler verse de, biz bu durumumdan çok şükür hiç şikâyetçi olmadık.
O yıllarda müftülüklerde dosyalar dolusu kanun, tüzük, yönetmelik ve genelge gibi mevzuat kabarıklığı yoktu. Otuz dokuz maddeyi içeren ’Hademe-i Hayrat Tüzüğü’ ve biraz da genelge ile bütün mesleki ve cami hizmetleri yürütülmekteydi. Yeni ilçenin personeli yakın mesafeden resmiyete alışık olmadığı için bu tüzüğün uygulaması bile güç oluyordu. O yıllarda kasaba ve köy imamlarının ücretleri tamamen halk tarafından karşılanırdı. Genelde on iki aylık sürenin sonunda buğday, arpa gibi hububattan verilirdi. İl ve ilçelerde vakfiyesi olan camiler ile merkezî ve büyük camilerin görevlilerine de hazineden sabit bir ücret ödenirdi. Aylık alan bu görevliler son derece şanslı sayılırlardı. Mahallelerdeki cami ve mescit personelinin geçimi de cemaatin merhametine, maddi olanaklarına kalmıştı.
Ovacık’ta da müftülük yaptığımız süre içerisinde, yıllık nafakası verilme zamanı yaklaşan görevlimiz için o köyün muhtarı ile konuşur, görevlimizin herhangi bir sıkıntı çekmemesi için gayret sarf ederdik. Elhamdülillah, böyle meşakkatli ama bir o kadar da bereketli geçen hizmet süresi ile orada müftülük görevimizi tamamladık. Rabbim her görevlimize, bu kutsal görevi teslim aldığı ilk günden teslim edeceği son güne kadar aynı şevk ve heyecan ile hizmet etmeyi nasip etsin. Âmin.