Makale

DİN GÖREVLİLERİ ÜZERİNE BAZI TESPİTLER

DİN GÖREVLİLERİ ÜZERİNE BAZI TESPİTLER

Mehmet BULUT*

Özet:

Günümüzde kullanılan “din görevlisi” kavramı yeni sayılabilecek bir kavramdır ve daha çok, Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında özellikle imam, hatip, müezzin, kayyım olarak görev yapan cami görevlilerini ifade etmek üzere kullanılmaktadır.

Tarihi süreç içinde camilerde dini hizmetlerin yürütülmesinde ve cami görevlilerinin seçim ve görevlendirilmelerinde farklı uygulamalar olmuştur. Cumhuriyet’in başında kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı ile, Türkiye’de din hizmetlerinin ve din görevlilerinin idaresi bu teşkilata bırakılmıştır. Bu görevlilerin eğitimleri, seçim ve atamaları, görevleri, görevlerini yerine getirme biçimleri, murakabeleri, maaş ve ücretleri, karşılaştıkları problemler gibi üzerinde geniş araştırmalar yapılması gereken pek çok yön bulunmaktadır. Bu makalede bu sorunlardan sadece bir kısmına kısaca temas edilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Diyanet İşleri Başkanlığı, Din Görevlisi, Cami

Abstract:

Some Determinations on Religious Officials

It may be said that today the term of ‘religious employee’ is a newly used term and it is rather using in whom working for the Presidency of Religious Affairs as an Imam (religious guider), preachers, azan callers and servitors.

In the historical period different kinds of fulfilments have been occurred for religious services and for choosing religious guiders and in employment of them in mosques. By the time the Presidency of Religious Affairs was established in the beginning of Republic of Turkey religious services and the management of the religious employees have been left to this institution. There have been many aspects of the problems that these employees are faced, such as their training, choosing, appointment, duty, inspection and salary, need wide investigations. In this article it will be dealt with only some of these problems.

Key Words: The Presidency of Religious Affairs, Religious Officials, Mosque

Giriş

“Din Görevliliği ve Din Görevlileri” konusu, çok farklı yönlerden ele alınıp incelenebilecek geniş bir konudur. Bu bağlamda ele alınabilecek konulardan bazıları şunlar olabilir:

* Din görevliliği ve din görevlisi üzerine kavramsal çözümlemeler,

* Din görevliliğinin tarihî arka plânı,

* Cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetleri çerçevesinde din hizmetleri ve din görevlileri,

* Çağdaş din hizmeti ve din görevlileri,

* Din görevlisi yetiştirme sorunları,

* Din görevlisi yetiştiren kurumlar,

* Din görevlilerinin seçim ve atanmaları,

* Din görevlilerine yönelik hizmet öncesi ve hizmet içi eğitim faaliyetleri,

* Toplumun din görevlilerinden beklentileri,

* Günümüz din görevlilerinin sorunları,

* Kamuoyunda din görevlisi imajı.

Bu başlıkların her biri kuşkusuz ayrı birer çalışmanın, ayrı birer makalenin konusu olabilecek kapsamdadır.1 Biz, bu makalemizde bu konulardan sadece biri üzerinde yoğunlaşmadan genel bir bakışla din görevlilerine ilişkin bazı tespitlerde bulunmaya çalışacağız. Konuyu, Diyanet İşleri Başkanlığı bağlamında ele alacağız.

1. “Hademe-i Hayrat”tan “Din Görevlisi”ne

Günümüzde, özellikle imam, hatip, müezzin gibi cami görevlilerini ifade etmek üzere kullandığımız “din görevlisi” kavramı, yeni sayılabilecek bir kavramdır ve Cumhuriyet döneminde bile 1960’lı yıllardan sonra kullanılmaya bağlanmıştır. Bu yıllara kadar, imam, hatip, müezzin, kayyım, vaiz ve diğer fer’i cami hizmetlilerini ifade etmek üzere, “hademe (hizmetliler)” ve “hayrat” kelimelerinden oluşmuş Osmanlıca bir terkip olan “Hademe-i Hayrat”2 kavramı kullanılmıştır. Nitekim 1960’lı yıllara kadar Diyanet İşleri Başkanlığı’na ilişkin mevzuatta da cami görevlilerini ifade etmek üzere “hademe-i hayrat”, “hayrat hademesi” ve “cami hademesi” terkiplerine yer verilmiştir.3 Bu kavramlarla; cami görevlililerinin yerine getirdikleri maddi ve manevi hizmetlerle bir bakıma mabetlerin koruyuculuğunun yapıldığı ifade edilmiş olmalıdır. Bu kavramlarda geçen “hademe” kelimesinin zamanla anlam kaymasına uğrayarak günümüzdeki manada kullanılmaya başlanmasıyla, din hizmeti ifa eden personel için kullanımının terk edildiği düşünülebilir. Nitekim, 22 Haziran 1965’de kabul edilen 633 sayılı “Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun”a eklenen geçici bir madde (Md. 7) ile daha önce yürürlükte olan kanun ve yorumlarındaki bu kavramlar “cami görevlileri” olarak değiştirilmiştir. Aynı kanunla kurumun merkez teşkilatını oluşturan birimlerden birisi “Din Hizmetleri ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Dairesi” adını taşımaktadır (Md. 6). Bu kanunda Başkanlık taşra teşkilatını oluşturan birimlerin görevleri sayılırken 18. maddede “Cami Görevlileri”nin görevleri sıralanmıştır. Öte yandan dinî nitelikteki görevleri yerine getirenleri tek tek ifade etmek üzere kullanılan imam, hatip, müezzin, müftü, vaiz ve benzeri kavramların kullanımının tarihinin ise çok eskilere dayandığı malumdur.

“Hademe-i hayrat” kavramı gibi, camilere “görevli tayin etme” kavramı da zamanla farklılaşmıştır. Şöyle ki: Osmanlının son dönemlerinde 1913 yılında çıkartılan ve bir kısım hükümleri Cumhuriyet döneminde de 1928 yılma kadar uygulanan “Tevcih-i Cihat Nizamnamesi”nde geçen “tevcih-i cihat”4 ifadesi ile, cami ile ilgili bir göreve bir kişinin atanması, bu göreve getirilmesi değil de “görevin uygun bir kişiye verilmesi” söz konusu edilmiştir. Yani mesela, imamlık, hatiplik gibi görevlere getirilenlere “imamlığa, hatipliğe tayin edildi” denilmemiş, “imamlık, hatiplik ciheti (görevi) falana tevcih edildi” denmiştir. 1950 ve 1960’h yıllarda din görevlilerini ifade etmek üzere “imamet ve hitabet gibi hizmet sahipleri” ifadesi de kullanılmıştır.5

Ayrıca burada, Osmanlı döneminde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında cami görev ve görevlilerinin günümüze göre daha fazla çeşitlilik gösterdiğini, dolayısıyla görevli sayısının daha fazla olduğunu vurgulamahyız. Bu tespit, özellikle selatin camileri için söz konusudur. Vakfiyelerinde öngörüldüğü şekilde, camilerde imamlık, hatiplik, vaizlik gibi asli görevler yanında cüzhan, devirhan, sûrehan, aşırhan, na’than, Buharîhan, Mesnevîhan gibi ikinci derecede görevler de yer almış ve buna göre sunulan hizmetler “ilmî” ve “bedenî” olmak üzere iki ana kısma ayrılmıştır. Benzeri bir taksimat, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilk yıllarında da görülmektedir. Nitekim, 12 Ağustos 1928’de yürürlüğe giren “Cami Hademeleri Nizamnamesi”nde cami hizmetleri “ilmî” ve “bedenî” olarak ikiye ayrılmış; imamlık, hatiplik, vaizlik ilmî hizmet; kayyımlık, mahyacılık ve benzerleri de bedenî hizmet kapsamında mütalâa edilmiştir (Md. 1). Bu nizamnamede dikkatimizi çeken ve bugün de üzerinde düşünülmesi gerektiğini öngördüğümüz bir maddeye göre, “hatiplik ve vaizlik gibi zaman ve mekan itibariyle memuriyetlerle kabili telif olan hizmetler memurlara verilebilir.” (Md. 39)

Zamanla, birleştirilebildiği ölçüde, sözü edilen görevler ve görevlileri birleştirilmiş ve günümüzde cami görevlisi olarak imam-hatip, müezzin-kayyım ve vaiz kalmıştır.

Günümüzde kullandığımız “din görevlisi” kavramının kapsamı, kanaatimizce genişlemiştir. Bu kavram, Başkanlığın yurt içi ve yurt dışı teşkilatlarında görevli bütün personele teşmil edilerek kullanılmaktadır. Buna göre, din görevlisi kavramı, cami görevlileri yanında Diyanet İşleri Başkanlığı’nm hemen her kademesindeki görevlilerini çağrıştırmaktadır. Nitekim, nasıl ki, “Milli Eğitim” dendiği zaman akla öncelikle “öğretmen” geliyorsa, “Diyanet İşleri Başkanlığı” dendiği zaman da akla öncelikle din görevlisi gelmektedir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, cami görevlileri Başkanlık teşkilatının ana elemanlarıdır. Başkanlık hizmetlerinin merkezinde de onlar bulunmaktadır.

2. Babadan Oğla Geçen Görev

Yukarıda sözünü ettiğimiz Osmanlı dönemine ait Tevcih-i Cihat Nizamnamesinde ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nm ilk yıllarında cami görevlileriyle ilgili yapılan düzenlemelerde, hakkında birçok hüküm getirilen bir husus vardır ki, o da, cami hizmetlerinin bazı kıstaslar çerçevesinde, babadan oğla geçmesi olgusudur. Örneğin gerek yukarıda sözü edilen 1928 tarihli nizamnamede, gerekse daha sonraki düzenlemelerde öngörülen “evlada meşrut hizmetler” kapsamında, görevin, vefat eden görevlinin oğluna verilmesi konusuna bir hayli yer verilmiştir (10, 14, 15, 16 ve 33. maddeler).7 Ayrıntıya girmeden belirtelim ki, bu maddelerden, cami görevlisinin oğlunun, babasından sonra o göreve getirilmesinde öncelik hakkına sahip olduğu, en azından bu durumun bir tercih nedeni oluşturduğu anlaşılmaktadır. Daha kısa bir ifade ile, gerekli şartları taşıdığında, babaya ait olan cami görevi, bilahare, belli prosedürle evlada verilmektedir.

Bugün için fazla anlamlı görülemeyecek böyle bir uygulamanın hangi ihtiyaç ve gerekçelerle uzun yıllar sürdürüldüğü, bu uygulamanın din hizmetine ne gibi katkı sağladığı hususlarının araştırılmasının faydalı olabileceği kanaatindeyiz.

3. Din Görevlilerinin Görevleri

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tarihi süreci içinde, din görevlilerine ilişkin hazırlanan mevzuatta -ki, düzenlemeler uzun yıllar (1950 yılına kadar) sadece il ve ilçelerdeki cami görevlilerine yöneliktir; köy imamları 1924’te kabul edilen 442 sayılı Köy Kanununun ilgili maddelerine (md. 23, 83, 84, 85, 86) tabidir ve bu çalışmada bunlara genişçe yer verilmeyecektir- dikkatimizi çeken ve bir tespit olarak burada vurgulamak istediğimiz bir husus vardır: 1965 yılında çıkartılan 633 sayılı kanuna gelinceye ve bu kanuna dayalı olarak 1967 yılında “DİB Cami Görevlileri Yönetmeliği çıkarılıncaya kadar, yapılan düzenlemelerde din görevlisinin görev, yetki ve sorumluluklarının ne olduğu, görevlerini hangi çerçevede ve nasıl yerine getirecekleri hususları yer almamıştır. Çıkartılan bazı nizamnamelerde bu hususlarla ilgili “talimatname” çıkartılacağı belirtilmişse de8, belirttiğimiz tarihe kadar bunlar bir türlü çıkartılamamıştır. Halbuki, bu yıllarda yapılan düzenlemelerde cami görevlilerinin seçimlerine, atanmalarına, görevden alınmalarına ve bilhassa murakabelerine yeteri kadar yer verilmiştir.

Görev, yetki ve sorumlulukları bağlamında din görevlilerine yönelik 1965’ten sonra hazırlanan düzenlemeler de bu hususta kanaatimizce yetersiz kalmıştır. Hatta günümüzde bile bu alanda bir boşluk olduğu söylenebilir.

Cami hizmetlerinin toplumun ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılayacak bir düzeye yükseltilmesinde, diğer etmenler yanında yasal prosedürün de önem arz ettiğini burada belirtmeliyiz. Dolayısıyla din görevlilerine yönelik kapsamlı ve mükemmel bir mevzuatın hazırlanmasında fayda mülahaza etmekteyiz.9 Mevzuat şu açıdan da önemlidir: Unutmamak gerekir ki, din görevlileri devlet memurudur ve yaptığı ve yapacağı faaliyetlerin bir dayanağı, bir karşılığı olmak zorundadır.

Tutarlı bir mevzuat yanında, din görevlisi için, hizmetini sürdürürken her durumda müracaat edebileceği kapsamlı bir rehbere, bir kılavuza ihtiyaç vardır.

4. Farklı Bir Çıkış: Diyanet İşleri Başkanı A. Hamdi Akseki’nin Teşkilata Genelgesi

Merhum Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin 1950 yılında teşkilata yayınladığı bir genelge,10 din görevlilerinin görevlerinin neler olduğunu, hangi hizmetin nasıl yerine getirilmesi gerektiğini ortaya koyması açısından güzel bir örnek teşkil etmektedir.

Bilindiği gibi, 8 Haziran 1931’da çıkartılan 1827 sayılı Kanunla camilerin yönetimi ve imam, hatip, müezzin, kayyım gibi cami görevlilerinin tayin ve azil yetkisi Diyanet İşleri Reisliği’nden alınarak Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne verilmişti. Bu devredilişle birlikte Vakıflar Umum Müdürlüğü cami görevlilerine (hademe-i hayrat) ilişkin yeniden mevzuat hazırlamıştı. Böylece din hizmetinde iki başlılık ortaya çıkmıştı. Bu tasarrufla, Diyanet İşleri Reisliği, merkez teşkilatında birkaç birim ile taşrada müftülüklerden ibaret kalmıştı. Bu uygulamanın en ilginci vaizlerle ilgili boyutu idi. Şöyle ki, camilerde görev yapmaları nedeniyle vaizler de diğer “hademe-i hayrat” gibi Vakıfların idaresinde sayılıyor; ancak, camilerde yapılan vaazların murakabesi müftülüklere, yani Diyanet İşleri Reisliği’ne veriliyordu.

Bu durum 19 yıl sürdü. 23 Mart 1950’de kabul edilen 5634 sayılı Kanunla camiler ve cami görevlilerinin idaresi Diyanet İşleri Başkanlığı’na iade edildi. İşte bu iade edilişi müteakip Diyanet İşleri Başkanlığı, Başkan Ahmet Hamdi Akseki’nin imzasını taşıyan bir genelge yayınladı. Hem ülkemizde dini hayat açısından dönemin bir profilini çıkarması hem de din görevlilerinden hangi hizmetlerin beklendiğini, başka bir ifade ile o tarihe kadar bir türlü çerçevesi çizilemeyen “din görevlilerinin görevleri”nin neler olduğunu ortaya koyması açısından son derece önemlidir. Resmiyetten ziyade samimi bir üslupla kaleme alınmış bu genelgeyi, önemine binaen bu makalemizin ekinde aynen vermeyi faydalı buluyoruz.

5. Din Hizmeti, Sararan Ekinler ve Hüzün

Din görevlilerinin problemlerini burada detaylı bir şekilde anlatmak niyetinde değiliz. Bu, biraz da malûmu ilâm kabilinden bir şey olur. Esasen yukarıda sözünü ettiğimiz genelgenin ilk cümleleri meseleyi izaha kafi gelir kanaatindeyim: “Vazifelerin en mukaddesini, ücretlerin en naçiziyle ifa etmiş hademe-i hayrat...” “Hayret hademesinin ne kadar ağır hayat ve maişet şartları altında kudsi vazifelerinde azim, feragat ve tevekkül ile sebat ettikleri bilinen bir hakikattir...”

Ücret olarak köylülerden buğday, arpa gibi hububat veya halktan toplanan nakdi para alarak imamlık yapmış -ki bu durum 1970’li yıllara kadar sürmüştür- zevattan halen aramızda yaşayanlar vardır. Yaşadıkları zorluk ve sıkıntıları onların ağızlarından bizzat dinlememiz mümkündür. Burada söz konusu sıkıntıları yaşamış görevlimizden birine ait şu sözleri beraber okuyalım:

“Cami hizmetleri sırasında karşılaştığımız zorluk ve problemlerimiz daha çok köy ücreti ile çalıştığımız zamanlarda oluyordu. Şöyle ki: Biz harmandan harmana veya Kasım ayından Kasım ayma yıllık olarak görev yapardık. Bu geçen bir sene içinde bazı kişi ve zümrelerin doğrultusunda gitmediğimiz takdirde, hiçbir vazife aksaklığımız olmasa dahi, yıl sonunda yeni bir köy arama ihtiyacı hasıl oluyordu. Köyde orak biçme vakti gelince ben şahsen öğle ezanı okumak için minareye çıktığımda, olgunlaşmış ekinleri görünce içime bir sevinç gelirdi: ‘Ya Rabbi, sana şükürler olsun, bu sene de yılı tamamladık. ’ Bir yandan da kalbimden bir sızı geçerdi ki, acaba bu sene yenilemesinde köylü ile anlaşamazsak hangi köye eşyamı taşıyacağım? Şu bir gerçekti ki, bir köyde imamı, herhangi bir sebeple üç kişi istemese bu imamın o köyde senesini getirip ‘hakkı’m alması büyük bir hayal olurdu... ”n

Bu yıllarda maaşlı din görevlileri de, maddi sıkıntı yaşamışlardır. Çünkü, maaşları her zaman diğer memurlar gibi artmamış, zaman zaman dondurulma cihetine gidilmiştir.

Böyle bir süreçten sonra günümüzde gelinen noktayı da artık göz ardı etmememiz gerektiği kanaatindeyim. Ancak şu var ki, günümüzde din hizmeti sunan insanlara tahakkuk ettirilen maaş ve ücretlerin, onları halktan müstağni kılacak düzeyde olması bir zarurettir. Toplumumuzun en azından bazı kesimlerinde, kişiye, aldığı ücretle mütenasip bir değer biçildiğini görmezlikten gelemeyiz. Çağımızda, bir kısım ihtiyaçlarını karşılamayı, halktan gelecek küçük desteklerde arayan din görevlileriyle dinin ve din hizmetinin itibar ve ulviyetini nasıl yüksekte tutabiliriz?

6. Basına Göre “Aydın Din Adamı”

Günümüzde din, diyanet, Diyanet İşleri Başkanlığı ve din görevlilerine ilişkin haber ve yorumların basın ve medyada sıkça yer aldığı bilinen bir gerçektir. Basında yer alan haber ve yorumlarda din görevlilerine biçilen imaj, dönemden döneme kısmen farklılık arz etse de, basımn öteden beri din görevlileriyle ilgili haber ve yorumları, üzülerek belirtmek gerekir ki, çoğu kez menfi içeriklidir. Din görevlileri, bilhassa 1960’lı yıllara kadar çoğu kez dışlanan, hor görülen, tezyif edilen, hakarete maruz kalan kişilerdir. Kısaca söylemek gerekirse, basında verilmeye çalışılan imaja göre, din görevlisi şehvetine ve midesine düşkün bir insandır. Menfaatperesttir, cahildir, kaba saba görünümlüdür vs. Yakın dönemi bir kenara bırakırsak, bizim, özellikle 1950 ve 1960’lı yılların basınında yaptığımız taramalardan ulaştığımız tespitlere göre, Türk basınında bu yıllarda, olumsuzlukları ifade eden haber ve yorumlar yanında “aydın din adamı”, “aydın din görevlisi”, “örnek hoca”, “ilerici imam” ve benzeri manşetlerle verilmiş haber ve yorumlar da zaman zaman yer almıştır. Bu tür haberleri incelediğimizde basının öne çıkarmaya çalıştığı “aydın din görevlisi” prototipine kısaca temas etmek istiyorum.

Söz konusu yıllarda basında bir din görevlisinin “aydın” olarak nitelendirilebilmesi, görevlinin şu ve benzeri faaliyetlerinden dolayıdır: Görev yaptığı yerde okul, çeşme, yol yapımına öncülük yapmıştır; kahvenin bir köşesine kitaplık kurdurmuştur; hayvanlarda suni tohumlamayı teşvik etmiştir, köylüden fosseptik helalar yapılmasını istemiştir, gençlerden bir futbol takımı oluşturmuştur vs.12 Örnek olarak 1962 yılında gazeteleri epeyce meşgul etmiş olan şu habere yer verelim:

Konya Karakaya Köyünün genç imamı Abidin Topuz, halka öncülük ederek köye bir jeneratör alınmasını sağlamış ve köyü ışığa kavuşturmuştur. Bu köyde cami aynı zamanda kütüphane olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca imam, kendi adını taşıyan “Topuz” diye bir futbol takımı kurmuştur. İmamın bu faaliyetlerine ilişkin haberler kısa zamanda ülke sınırlarını bile aşmış, gazetelere göre Amerikalılar Abidin Topuz’a yardım için seferber olmuşlardır. Türkiye’nin gündeminde artık bu olay vardır. Gazetelerin birinin haberine göre “Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, devrimci imam Abidin Topuz başkanlığında Ankara’ya gelen Karakaya Köyü heyetini kabul etmiş, kendileriyle bir saat konuşmuştur.” Cumhurbaşkanı, faaliyetlerinden dolayı köylüleri methettikten sonra, imam için de şu ifadeleri kullanmıştır: “Köyün münevver, uyanık, hakiki din adamı olan Sayın Hocanın köyün kemalinde büyük rolü oluyor ve olacaktır. Kendisini takdir ve tebrik eder...”13

Burada vurgulamak istediğim, din görevlilerinin basının öne çıkardığı o tür faaliyetlerini küçümsemek değil; basının bir din görevlisini “aydın” olarak görebilmesi için kıstas olarak sadece o tür faaliyetlerini esas almasıdır. Başka bir ifade ile dönemin basınına göre kendini mesleğinde iyi yetiştirmiş, İslâm’ı, İslâmî bilimleri ve çağın gereklerini iyi özümsemiş, mesleğini bihakkın yerine getiren, toplumu din konusunda yeteri kadar aydınlatan; mihrap, minber ve kürsünün hakkını layıkıyla veren bir din görevlisi olmak “aydın” sıfatına layık olmak için geçerli nitelikler değildir.

Kanaatimizce, günümüzde basınında din görevlisi imajı konusu, üzerinde çalışılması gereken bakir bir konudur.

Sonuç Yerine

1. Diyanet İşleri Başkanlığı’mn kuruluş yıllarına kadar din hizmetlileri, toplumun aydını sayılıyordu. Onların dinî bilgi ve genel kültür düzeyi, toplumun genel eğitim düzeyinin üzerindeydi. Birtakım imkansızlıklar ve bilhassa örgün din eğitimi alanında yaşanan sıkıntılar, nitelikli din hizmetlilerinin yetişmesini menfi yönde etkiledi. Çok uzun yıllar, zor şartlarda, yeterli formasyona sahip olmayan; ama, çoğu kez samimi ve özverili gayretlerle çalışan din görevlileriyle ülkemizde din hizmeti sürdürülmeye çalışıldı.14 Ancak 2000’li yıllara gelirken toplumun hem genel kültür düzeyi yükselmiş, hem de din ile olan teması daha da artmıştır. Din hizmetlerinin sunulduğu temel mekanlar olan camilerin müdavimlerinin artık çok değişik meslek ve kültür düzeyindeki insanlardan oluşması ve din görevlilerinin onlarla diyalog kurma zorunluluğu, onların iyi yetişmiş, mesleklerini temsilde yeterli olmalarını zorunlu kılmaktadır.

Üzülerek belirtmek gerekir ki, günümüzde ortaya konan bütün samimi çabalara rağmen din görevlisi yetiştirme problemimizi henüz çözebilmiş değiliz. İlahiyat Fakültelerimizin vasıflı din görevlisi yetiştirme doğrultusundaki çalışmalarının, Diyanet İşleri Başkanlığımızın, halen görevde olan personelinin eksikliklerini, hizmet içi eğitim faaliyetleriyle olabildiğince kapatılması doğrultusundaki çabalarının müspet sonuçlar vermesini ümit etmekteyiz.

2. Yeteri kadar benimsenmemiş de olsa, bir kısım meslekler şöyle veya böyle yürütülebilir. Ancak din hizmeti için böyle bir şey söz konusu olamaz. Çünkü din hizmeti, bu hizmeti sevememiş, benimseyememiş, özümseyememiş elemanlarla yürütülebilecek nitelikte bir hizmet değildir. Din hizmetlileri de, rol icabı kılıktan kılığa giren, benimsemediği rolleri de üstlenebilen aktörler değildirler. Din hizmeti, mesleğini aşk derecesinde severek benimseyen insanların sürdürebileceği bir iştir. Ayrıca bu hizmet, kendine özgü birtakım beceri ve yetenekleri gerektirmektedir.

Dolayısıyla din hizmetine yönelik eğitime eleman seçerken bu incelikler göz önünde bulundurulmalıdır.

3. Din hizmetine talip olan / olacak kişiler de, din hizmetine ilişkin yukarıdaki maddede ifade edilmeye çalışan hususiyetleri nazarı dikkate almalıdırlar.

4. Mesleklerini icrada isteksiz ve din hizmetinde hasbi gayret gösteremeyen din görevlileri toplumda “memur tipi” din adamı olarak nitelendirilmektedir. Halkın bu tip din hizmetlilerinden gerekli ve yeterli din hizmeti ve din eğitimi alamayacağı kuşkusuzdur.

5. Din hizmetinin kalitesini yükseltmek noktasında yapılacak işlerden biri, din görevliliğini her yönüyle cazip hale getirmektir. Din hizmetlilerinin özlük haklarının iyileştirilmesi de, bu mesleğe olan rağbeti ve yönelişleri artıracaktır. Bu da, üstün yetenekli ve başarılı daha fazla gencimizin bu hizmete talip olmalarını sağlayabilecektir.

6. Vasıflı din görevlisi yetiştirilmesi ve istihdamı konusundaki arayışlarımız, çabalarımız artarak devam etmelidir. Bu noktada ilgili her kurum ve kuruluşumuza önemli görevler düşmektedir.

7. Din hizmetinde kaliteyi yükseltmek açısından Diyanet İşleri Başkanlığı, kendi personeli olmayan, ama ehil, birikimli ve yetenekli olan kişilerden istifade yolunu aramalıdır. Örneğin, bir ilahiyat profesörüne büyük yerleşim yerlerindeki merkezi camilerde vaaz verdirip hutbe okutabilmeli, bu yolla camileri cazibe merkezi haline getirmelidir. Bununla ilgili yasal prosedür hazırlanmalıdır. Bu doğrultuda, Başkanlığın eski mevzuatında küçük bir kaydın olduğunu da biraz önce ifade etmiştik.

8. Halkımızın din hizmetlilerine karşı öteden beri var olan saygı ve sevgisinin aşınmasına fırsat verilmemelidir. Bu bağlamda, basın ve yayın organları, sinema ve tiyatro çevreleri başta olmak üzere herkes, din görevlisini toplum nazarında küçük düşürecek, imajını zedeleyecek tutum ve davranışlardan uzak durmalıdır.

9. Buna paralel olarak, din görevlilerimiz de, toplumda kendilerini küçük düşürecek tutum ve davranışlardan, basit çıkar ilişkilerinden kendilerini sürekli uzak tutabilmelidirler. Mesleklerini olabildiğince iyi temsil edebilmenin yol ve yöntemlerini sürekli aramalı, daha iyi bir din hizmeti sunma doğrultusunda kendini sürekli yenileyebilmelidir.

EK: AHMET HAMDİ AKSEKİ’NİN TEŞKİLATA GENELGESİ

Vazifelerin en mukaddesini, ücretlerin en naçiziyle ifa etmiş ve etmekte bulunmuş olan hayrat hademesi 19 yıllık bir fasıladan sonra, bugün, 5634 sayılı Kanunla aslî ve hakiki mercileri bulunan Başkanlığımız teşkilâtına avdet etmiş bulunuyor.

Hayrat hedemesinin ne kadar ağır hayat ve maişet şartlan altında kudsi vazifesinde azim, feragat ve tevekkül ile sebat ettikleri herkesçe bilinen bir hakikattir. Bununla beraber hayrat hademesinin Allah katındaki ecirlerinin azim, mesailerinin meşkûr olduğunda hiç şüphe yoktur. Onlar, hayatlarını camilerimizin lâhûtî ve nûrânî sinesine vakfeyleyen bahtiyar ve mübeccel bir zümre teşkil etmektedirler. Hiçbir zümre, Allah’ın ve Peygamberin medhü senâsına onlar kadar mazhar olmamıştır.

Hiçbir zaman mihraplarımızı imamsız, minberlerimizi hatipsiz, minarelerimizi ezansız bırakmamış olan hayrat hademesi, bütün müslümanların en derin hürmet ve muhabbetlerine bihakkın mazhar ve rrıüstehakdırlar. Mukaddes mâbetlerimizde vazife almış olanlar, elbette ki dünyada da, ahirette de en ziyade hürmete şayan ve mesut insanlardır. Her biri birer beytullah olan mescitlerimizi ve camilerimizi intizam ve nezafetin canlı bir nümunesi halinde bulundurmak, ilk önce hayrat hadememize düşen şerefli bir vazifedir. Beytullaha bekçilik yapmak, onun temizliğini üzerine almak gibi şerefli bir vazifeyi seve seve yapmayacak bir hayrat hademesinin bulunacağı mutasavver değildir.

Binaenaleyh:

1. En kısa zamanda yapılacak ilk iş, camilerimizde umumî bir temizliktir. Bütün meslekdaşlar bu hususta elbirliğiyle köylerde, kasabalarda büyük küçük ne kadar cami ve mescit varsa derhal bunların hepsini esaslı bir şekilde temizlenmesini temin edeceklerdir. Bunun için:

a. Bazı camilerin minberleri ve minberlerin üstündeki hücre kısımlarında görülen kitap, kağıt parçaları, paçavra gibi şeylerin hepsi kaldırılacaktır.

b. Minberlerin zemin kısımlarında teneke, kapkacak döküntüleri ve benzerleri şeyler bulundurulmayacaktır.

c. Mihraplar ve mihrap yanları, şamdanlar tamamiyle temizlenecek ve daima temiz tutulacaktır.

ç. Pencere boşluklarına kirli çamurlu ayakkabıların konulmaması ve ayakkabıların çamurları dışarda silinmeden içeriye girilmemesi temin olunacaktır.

d. Camilerde, camiye ait olmayan hiçbir eşya bulundurulmayacaktır.

2. Müfti ve vaizler, imam ve hatipler cami temizliği ve camilerin temiz tutulması hakkında halkımızı daima irşad edeceklerdir.

Müslümanlığın temizliğe verdiği önem her fırsatta belirtilecek, her türlü kötü hastalığın sebebinin pislik olduğu; beden temizliği, ev bark temizliği, üst baş temizliği, hele camilere ve toplantı yerlerine gidecek olanların etrafındakileri tiksindirecek herşeyden temizlenmeleri mevzuu üzerinde ısrarla durulacaktır. Camiye Cuma namazına gidecek olan bakkal, bir kasap kirli elbiselerini sırtından ve bir amele kirli çoraplarını ayağından çıkarıp temiz elbise ve temiz çorapla gitmeyi esaslı vazifelerinden sayabilecek hale gelinceye kadar bu mevzu sık sık tekrarlanacaktır. Kirli, kokar elbise ve çoraplarla yanındakileri tiksindirme ve rahatsız etmenin doğru olmadığı yumuşak bir dille ve gönül kırılmadan halka anlatılacak; Peygamberimizin ve ashabın hayatlarından bu yolda nümuneler verilecektir. Kısacası, cami ve cemaat âdâbı, halka iyice ve güzelce öğretilecektir.

3. Va’z, imamet, hitabet esnasında din adamlarımızın giydikleri fes, sarık ve siyah cübbelerin gayet temiz ve muntazam bulunması lazımdır. Siyah cübbe, fes ve sarıklar namazdan sonra temiz ve kapalı bir yerde muhafaza olunacak, kat’iyyen şuraya buraya atılmayacaktır.

4. Camilerde imametle, hariçte de ahlâkı ve faziletleriyle temayüz ederek bütün müslümanlara bir iktida nümunesi olan imamların Hak ve halk katındaki mertebeleri yüksek ve ehemmiyetlidir. Bir Hadis-i Şerifte Peygamber Efendimiz; “el imâmü zâmin” buyurmuşlardır. Evet, imam, zâmindir. Bir İslam mâbedi içindeki bütün mânevî mesuliyet imama racidir. Fakat buna mukabil imamın ecri ve mânevî rütbesi de o nisbette büyük ve yüksektir. Çünkü Peygamber Efendimiz: “Allah’ım! İmamları irşad et, vazifelerini layıkıyla yapmaya muvaffak kıl; müezzinleri de af ve mağfiret eyle!” diye dua buyurmuşlardır. Peygamberin duasına mazhar olmak ne büyük saadettir.!

a. İmamlar, bütün namaz vakitlerinde mihrapta hazır bulunacaklar; cemaat olmadığı vakitlerde dahi imarı mânevisi kendilerine emanet edilmiş bulunan camilerin kapılarını cemaate açık bulunduracaklardır. Kapıları açılan camiler, zahiren cematten hali görünseler bile, içlerinin meleklerle dolacağında şüphe yoktur.

b. Usulü tecvit ve kıraatte kafi derecede yetişmemiş olan imamların, tekemmül edinceye kadar, namazda, Kur’an-ı Kerim’den, en güzel ve en dürüst okudukları ayetleri veya sureleri okumaları lazımdır. Kıraatte, cemaatin öğrenmeye muhtaç bulundukları kısa namaz sûrelerinin tercih edilmesi daha uygundur.

5. Teşkilatımızın pek mühim bir vazifesi de her hafta cemaati İslamiyeye minberlerden hitap eden hatiplerimize mevdu bulunmaktadır. Binaenaleyh bu vazifenin daha iyi ve daha faydalı surette ifası ve beklenen tesirin husulü için şu cihetlere dikkat olunması lazımdır:

a. Her hafta okunacak hutbelerin mevzuları, Müftüler tarafından seçilerek, en az iki gün evvel hatiplere bildirilecektir.

b. Hutbelerin cemaat üzerinde tesirli olması için, mümkünse önceden hatiplere okutturulması muvafık olur.

c. Hatipler, okuyacakları hutbeleri kendi kendilerine birkaç kere okuyacaklar ve kendilerine maledeceklerdir. Hutbelerini ezberlemiş gibi kolay ve serbest bir surette okuyan hatipler, cemaat üzerinde iyi tesirler husule getirir ve vazifelerini hakkıyle yapmış olurlar.

ç. Minbere çıktıktan sonra cemaatin karşısında kitap karıştırmak ve okunacak hutbeyi orada seçmek veya kelimeleri yanlış okumak aslaı doğru değildir. Bu hal, cemaatin hutbeye olan arzu ve isteğini azaltır ve binnetice hutbenin tesirsiz kalmasına sebep olur.

d. Hutbelerin, Diyanet İşleri Başkanlığınca yayınlanmış veya Başkanlıkça kabul edilmiş diğer hutbe mecmualarından seçilmesi ve mevzu itibariyle bunlar dışına çıkılmaması esastır.

e. Hutbeler, âzâmi 20 dakikada bitirilmelidir. Bundan fazlasına ne vaktin, ne de cemaatin müsaadesi ve tahammülü yoktur.

f. Hutbelerde, şahıslardan ve şahsi işlerden gerek açık ve gerek kapalı surette asla bahs edilmeyecektir ve edilmesi de caiz değildir.

g. Genç hatiplerin müftü ve vaizler tarafından yetiştirilmeleri ve kendilerinin ayrıca Başkanlık neşriyatından da âzâmi derecede faydalandırılmaları münasiptir.

6. Müezzin ve sair hayrat hademesinin camideki hizmetleri de azımsanamaz. Müezzinlerin, ezanı tam vaktinde okumaları ve her hangi bir mazeretle bunu ihmal ve hatta tehir etmemeleri lazımdır. Cemaat bulunmasa dahi bu vazife mutlaka yapılacak, o mahaldeki müslümanlara ibadet ve iftar zamanı ezanla bildirilecektir.

Müezzinliğin manevi şerefi çok yüksek ve ecri de çok büyüktür. Nitekim bir hadisi şerifte: İnsanlar, ezan okumaktaki o büyük sevabı bilselerdi, her biri “ben okuyacağım, ben okuyacağım!” diye kılıç kılıca döğüş ederler veya aralarında kur’a atarlardı!” buyurulmuştur. Başka bir hadisi şerife göre: “Bir müezzin okuduğu ezanı bitirinceye kadar Cenab­ı Hak onun günahlarını affeder ve o müezzinin sesini işiten bütün mahlukat da onun mağfiret olunması için Allah’a yalvarırlar.” Yine Sevgili Peygamberimiz buyuruyorlar ki: “Müezzinin mü’temendir.” Yani umumi itimada mazhar olmuş insandır. Çünkü müminler müezzinin ezaniyle saatini ve namaz vakitlerini ayarlarlar, onun ezaniyle namazlarını kılar, oruçlarını bozarlar.

Müezzinler, yüksek minarelerden bir çok evlerin mahrem yerlerini görebilecek durumda oldukları halde oralara bakmazlar, müezzinlerden hıyanet beklenmez; çünkü onlar en mutemen, en emin insanlardır. Peygamberlerin “mü’temen” diye vasıflandırdığı müezzinlerden de beklenen budur.

7. Kayyımlar (kayyımlık vazifesi yapanlar) da camilerimizin en sadık, en feragâtkâr hizmetkarlarıdır. Camilerin vaktinden evvel açılmasında, camilerin tertemiz ve düzgün tutulmasında onların büyük emekleri vardır ve bu emeklerinin mükafatına mutlaka kavuşacaklardır.

8. Hayrat hademesi, bağlı bulundukları müftülüğe malumat vermeden vazifelerinden ayrılamazlar.

9. Biliyoruz ki: Tam bir ferâgâtla çalışan ve vazifelerini bihakkın ifa etmekte bulunan hayrat hademesinin bugün aldıkları aylık hiç denecek derecede azdır. Ferâgâtla, meslek aşkıyle vazife görmekte sebat eden ve bu uğurda pek çok mahrumiyetlere katlanan ve milletçe takdir edilmekte olan bu fedakâr zümrenin de terfihleri ciheti bütçe müzakerelerinde de açıklandığı üzere düşünülmektedir ve düşünü­lecektir.

10. Bu tamimden birer nüsha bütün vaiz ve dersiamlarla, hayrat hademesine imza mukabilinde yerilecek ve bunların gereklerinin yapılıp yapılmadığı gezici vaizler ve nürakıplar tarafından kontrol edilecektir.

18.4.1950.

A. Hamdi Akseki

Diyanet İşleri Başkanı

------------------------------

*Dr. DIB APK Uzmanı

1 Tarafımızdan hazırlanan “Diyanet işleri Başkanlığı’nın Yaygın Din Eğitimindeki Yeri" (A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1997) başlıklı doktora tezinde, bu konuların bir kısmı üzerinde kısmen durulmuştur.

2 Arapça’da “hayırlı iş” manasına gelen “hayre”nin çoğulu olan “hayrat”, Osmanlıca bir terim olarak hayır müesseseleri ve binaları için kullanılmıştır (M. Zeki Pakalın, Osmanh Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul 1993, c. 1, s. 780).

1 Diyanet İşleri Reisliği’ııin kuruluşunu da öngören 3 Mart 1924 tarih ve 429 sayılı Kanunun 5. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde bütün cami ve mescidlerin, tekke ve zaviyelerin idaresiyle birlikte din görevlilerinin de tayin ve azillerine Diyanet İşleri Reisinin memur olduğu ifade edilirken “imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımların ve sair müstahdeminin tayin ve azillerine..” ifadesi kullanılmıştır. Din görevlilerine ilişkin çıkartılan bazı mevzuatın başlıklarında bu kavramlar şu şekilde yer almıştır -çıkarılış sırasına-: “Bilumum hademe-i hayratın vazifelerine ve sûret-i devamlarıyla müessesat-ı diniyye müfettişlerin vezaifîne dair talimatname (21 mayıs 1924)”; “Cami Hademeleri Nizamnamesinin mer’iyyete vaz’ı hakkında Kararname (12 Ağustos 1928 tarih ve 6995 sayılı kararname, Düstur, 3. tertip, c. 9, ss. 1146-1153)”; “Cami ve mescitlerin ve bunların hademesi hakkında Hey’et-i Umûmiye Kararı (4 Ocak 1932 tarihli karar, Düstur, 3. tertip, c. 13, ss. 72-73)”; “Cami Hademesi Nizamnamesinin mer’iyyete konulması hakkında Kararname (22 Nisan 1935 tarih ve 2/2392 nolu kararname, Düstur, 3. tertip, c. 16, ss. 724-732)”; “Hayrat Hademesi Tüzüğü (21 Nisan 1952 tarihli tüzük, Düstur, 3. tertip, c. 33, ss. 1350-1359, Resmi Gazete, 12 Mayıs 1952, sayı: 8107).”

4 “Cihet (çoğul: cihat)”, vakıfların çeşitli dini, sosyal ve kültürel hizmetlerini sürdürebilmesi için tahsis edilmiş olana görevlere verilen addır (DİA, c. 7, s. 546). Osmanlı kaynaklarında “erbab-ı cihat” veya ’‘ashab-ı cihat” diye adlandırılan “cihat sahipleri”, esas itibariyle iki kısma ayrılmaktaydı. İmamet, hitabet, vaizlik, dersiamlık, tedris gibi ilmî yeterlilik isteyenlere “cihat-ı ilmiye”; kayyımlik, türbedarlık, ferraşlık gibi bedeni çalışmaya bağlı olanlara da “cilıat-ı bedeniye” adı verilmiştir (Geniş bilgi için bkz. Mehmet Ipşirli, “Cihet”, DİA, c.7, ss. 546-548).

5 Bkz. Milli Eğitim ve Din Hayatı. Boğaziçi Yayını, İstanbul 1981, s. 258.

6 Geniş bilgi için bkz. Gothard Jaeschke, Yeni Türkiye ’de İslâmlık, ss. 49-52.

7 Bkz. Düstur, 3. tertip, c. 9, ss. 1146-1153.

8 Örnek olarak bkz. 22 Nisan 1935 tarih ve 2/2392 ııolu kararname, Md. 9; 21 Nisan 1952 tarihli Hayrat Hademesi Tüzüğü, md. 36.

9 Bu konuda daha önce yapılan ve uygulanan düzenlemelerin mahiyeti hakkında bir fikir edinilebümesi için örnek olarak, 1985’de yürürlüğe giren “DIB Taşra Teşkilatı Görev ve Çalışma Yöııergesi”nin cami hizmetlerini düzenleyen 7. bölümü incelenebilir.

10 18 Nisan 1950 ve 3048 sayılı Başkanlık Genelgesi

11 “Bilecik Merkez Orhangazi Camii İmam-Hatibi Mehmet Ali Çetin İle Mülakat”, Diyanet Gazetesi, Sayı: 344 (Ekim 1987), s. 24.

12 Birkaç örnek olmak üzere şu manşetlere bakılabilir: “İleri fikirli genç imam örnek bir bucak yarattı”, Hürriyet, 21 Mayıs 1962, s. 3; Nezihe Araz, “Örnek İmam”, Yeni Sabah, 31 Mart 1962; “Aydın imamı herkes seviyor”, Hürriyet, 1 Temmuz 1962; “Genç imam köyde okul yapılması için evini verdi”, Milliyet, 18 Ağustos 1963; “Aydın bir imam köyüne okul sağladı”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 1965.

13 “Gürsel, aydın imamı ve Karakayalılan dün kabul etti”, Milliyet, 22 Ağustos 1962.

14 Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planının hazırlanması ile ilgili olarak Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarl ığı’nca oluşturulan “Manevi Kalkınma Özel İhtisas Komisyonu”, çalışmalarında değerlendirilmek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’nm görüşünü ihtiva eden bir rapor istemişti. Bu doğrultuda Din İşleri Yüksek Kurulunca hazırlanan ve 1 Şubat 1977’de Başbakanlığa sunulan “Manevi Kalkınma Konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı’nm Görüş ve Düşünceleri” başlıklı raporda, 1976 yılında Türkiye’de ibadete açık 50 bin camiden yaklaşık 41 bininde, 633 sayılı Kanunda belirlenmiş nitelikleri taşıyan; yani, asgari İmam-Hatip Okulu mezunu imam-hatip yoktu (s. 49).