Makale

İLETİŞİM ASRINDA DİN GÖREVLİLERİ

İLETİŞİM ASRINDA DİN GÖREVLİLERİ

Sabrı AKPOLAT*

Özet:

İletişim çağı diye adlandırılan bu asırda dünya, global bir köy haline gelmiş, pek çok şeye bir anda ulaşma imkanı elde edilmiştir.

İnsanlık için önemli hizmetler sağlayan iletişim vasıtaları zaman zaman yanlış da kullanılabilmektedir. Medyanın olumsuz yayınlarından hemen herkes ister istemez etkilenmektedir. Bu yüzden Müslüman ülkelerde de boşanmalar artmış, adam öldürme, kapkaççılık gibi suçlar yaygınlaşmış, güven yurdu olması gereken bu ülkelerde insanların birbirlerine olan güvenleri neredeyse yok denecek hale gelmiştir.

Din hizmetini sunarken en büyük örneğimiz şüphesiz Hz. Peygamberdir. O’nun, Medine’ye hicret ettiğinde, içinde barınacağı ev ile birlikte hemen mescid yapması ve öğretmenleri, yöneticileri, vahiy katiplerini ve irşat erlerini orada yetiştirmesi bizim için örnek teşkil etmektedir.

Bu yazımızda, iletişim çağında mevcut dünya ile irtibatı kesmeden sağlıklı bir toplum olarak kalabilmek için din görevlilerinin görevi, önemi ayrıca nitelikli din hizmetinin şekli ve etkisi motive edici bir üslupla sunulmaya çalışılmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Din Görevlileri, Kitle iletişim Araçları

Abstract:

Religious Officials in the Communication Era

In this century the world, known as communication age, has been a global village. It has instantly been possible to reach every kind of necessary information. After the industrial revelation, in particular, the development of communication and transport technology by increasing its speed made individuals and communities have different custom, religion and culture come face to face.

The tools of communication providing important services to human being after at one time, started to be used for the false information and moral collapse. For that reason, crimes, such as divorce increased, manslaughter, rape, and pocket thieves became widespread. While we are performing the religious service we should take our prophet as an example. With the Prophet’s immigration to Mecca his actions such as building both his house and masjid, training teachers, administrators, secretary of wahy (revelation) and preachers there, became guidance to us.

Key words: Religious Officials, Media

Giriş

İletişim çağı diye adlandırılan asrımızda, artık dünya global bir köy haline gelmiş, pek çok şeye bir anda ulaşma imkanı elde edilmiştir. Özellikle sanayi devriminden sonra, iletişim ve ulaşım teknolojisinin hızını artırarak gelişmesi, farklı örf, adet, din ve kültürlere mensup fert ve toplumları yüz-yüze getirmiştir.

İletişim çağının bir neticesi olarak etkin bir güce sahip olan medya karşısında bütün yerel kültürler ya tamamen ortadan kalkmış ya da çarpıtılmış, hastalıklı hale gelmiştir.

İnsanlık için önemli hizmetler sağlayan iletişim vasıtaları bir zaman sonra kısmen de olsa yanlış bilgilendirme ve ahlakî dejenerasyon aracı olarak işlev görür olmuştur. Bu kasıtlı anlayışın bir sonucu olarak İslâmiyet, marjinal, terörist, kanın ve öfkenin sembolü olarak sunulabilmekte, müslümanlar da bu süreçte ya kitap yakarken ya da öfkeli kalabalıklar olarak yer almaktadır. Söz konusu medya bir yandan İslâmiyeti kötülemeye, dolayısıyla ona yönelecek teveccühleri önlemeye gayret ederken bir yandan da ailenin fert üzerindeki işlevini ortadan kaldırarak evin içine hakim olmanın gayreti içindedir. Pornografik yayınlar, şiddet, parçalanan kollar,kafalar ve tüketimi körükleyen reklamlar toplumu temelinden sarsmıştır.Bu yüzden Batı’da boşanma oranları yüksek, uyuşturucu ve alkol kullanımı yaygındır. İnsanlararası bağ zayıf, gayr-ı meşru ve sapık ilişkiler medeniyeti sarsmaktadır. Bu sarsıntıda medyanın katkısı büyüktür.

Medyanın olumsuz yayınlarından müslüman ülkeler de ister istemez etkilenmişlerdir. Bu yüzden müslüman ülkelerde de boşanmalar artmış, adam öldürme, ırza tecavüz, kapkaççılık gibi suçlar yaygınlaşmış, güven yurdu olması gereken bu ülkelerde insanların birbirlerine olan itimadları neredeyse yok denecek hale gelmiştir. Darp, adam öldürme, hırsızlık ve sokağa terkedilmiş çocuk haberlerinin yer almadığı haber programları özlenir hale gelmiştir. Bütün bu olup bitenler karşısında duyarsız kalınamayacağı açıktır. İletişim çağında hepimize düşen görev, eskiye nazaran çok daha fazladır. İman sahibi herkes, insanlığı uçuruma sürükleyen bu olumsuzluklar karşısında sahip olduğu değerlerini (güç, maddiyat, dil, kalp) azamî ölçüde kullanmak zorundadır. Nitekim, Sevgili Peygamberimizin (a.s) beyan ettiği gibi, toplum olarak aynı gemide yolculuk yapmaktayız. Geminin alt katmdakilerinin gemiyi delerek su almalarına müdahale etmeyip göz yumarsak, topluca batarız. Geminin istikamet üzere ve salimen yol alabilmesi için herkese, özellikle toplum önderlerine, din hizmeti sunan, Allah’a çağıran en güzel sözlülere büyük görevler düşmektedir.

Din hizmetini sunarken en büyük örneğimiz şüphesiz Hz. Peygamberdir. O’nun, Medine’ye hicret ettiğinde, içinde barınacağı ev ile birlikte hemen mescid yapması ve öğretmenleri, yöneticileri, vahiy katiplerini ve irşat erlerini orada yetiştirmesi, hizmet eksenimizi ortaya koymaktadır.

Bu yazıyla, iletişim çağında, mevcut dünya ile irtibatı kesmeden sağlıklı bir toplum olarak kalabilmek için din görevlilerinin görevi, önemi ayrıca, nitelikli din hizmetinin şekli ve etkisi motive edici bir üslupla sunulmaya çalışılmaktadır.

A. CAMİ EKSENİNDE HİZMET

Cami, Asr-ı Saâdetten başlayarak ondört asır boyunca bütün İslâm diyarında müslümanların ibadet, ilim ve meşveret durağı olmuştur. İbadet için toplanan cemaat, din ilmini de orada öğrenir, dünya işlerini de orada görüşür, hallederdi. Ancak dünya işleri çoğalıp çeşitlendikçe, cami sadece ibadet ve ilim merkezi olarak kalmış ve bu durum günümüze kadar böylece devam edegelmiştir.

Her yer ibadete elverişli olmakla birlikte, Allah’ın zikredildiği mescidlerin, manevî bir atmosfere sahip olduğu da bir gerçektir. Mü’minler, huzu’ ve huşu’ içinde, “Allah’ın evi” olarak nitelendirilen bu mekanlarda, dünyanın aldatıcı ve insanı bunaltan ortamından kendilerini azıcık da olsa tecrid ederek Rableriyle başbaşa kalma, O’nun huzurunda durma imkanını bulurlar. Orada dertlilerin dertleri dinlenir, hastaların şifa bulması, borçluların borçlarını edası temenni edilir, göz yaşı dökenlerin göz yaşına ortak olunur, günahkârların, isyankârların pişmanlık dilekçelerine hep beraber “Amin” diyerek ortak imza atılır, sevinçler paylaşılır, doğanlar orada karşılanır, ölenler oradan uğurlanır. Dostlukların temeli, bir sevgi ve barış sözcüğü olan “Selâm” ile orada atılır. Hasılı cami bütün müslümanların adeta ortak bir evi konumundadır. O ev, müslümanların ortak kalbi gibidir. O kalpte hayat varsa, müslümanlarda da hayat vardır. Onda hayat yoksa, müslümanlarda da hayat yoktur. Kalbe, toplardamar kirli kan getirir. Kalpte temizlenen kan atardamarlar vasıtasıyla tekrar vücuda kanalize edilir. İşte camiye gelen insan dışarıda her ne kadar kötü duygulara sahip olursa olsun, bu kutsal mekanlardan temizlenerek topluma dönmelidir. O kalpten vücuda pompalanan taze kan misali, topluma başka bir ifadeyle insanlığa kazandırılmış yeni bir güçtür, değerdir. Asr-ı saadetten bu yana camiler; asırlar boyunca iman kuvvetinin ve birlik duygularının pekiştiği, inananların aynı safta aynı dava için bir araya gelmelerine de imkan veren bir kurumdur. Burada herkes aynı statüde yani "kul" olma vasfını taşıyarak yüce yaratıcının huzurunda ibadet etmekte ve dünya makamları ve rütbeleri bir kenara bırakılarak sırât-ı müstakim üzere ibadetlerin en faziletlisi ve önceliklisi olan namaz ibadetini de birlik ve cemaat şuuruyla eda ettikleri bir kutsal mekandır. Müslümanların gönlünde camiler, aynı zamanda iyileştirmek, birleştirmek, sevmek, sevdirmek, ilerletmek ve yükselmek gibi insani ve ahlaki erdemlerin topluma öğretildiği, elem ve sevinçlerin paylaşıldığı mekânlar olarak yer etmiştir. Müslümanların kardeşlik, birlik-beraberlik ve dayanışmaları ancak bir araya gelip tanışma ve dertleşmeleriyle mümkündür. Camiler ise bu hususu gerçekleştirecek en önemli dini kuramlardır. Camiler, mü’minleri bir potada toplayarak aralarında çıkacak veya çıkması muhtemel bir çok sorunların giderilmesinde önemli rol oynar. Camiler insanlık âlemine Allah’ın lütfettiği iman, irfan ve Kur’an mektebidir. Camilerde öğretilen ilahi kaynaklı hikmet ve bilgi, her gün tekrarlanan ilahi mesajla gönüllere fısıldanan manevi duygular;hırs, kin, haset, gıybet, iftira, kanaatsizlik, sömürü, israf, gösteriş tüketimi, zulüm, içki, kumar, fuhuş v.b.negatif duygu ve davranışlardan uzak kalmayı öğretmekte, ruhi ve psikolojik bunalımlara manen şifa olmaktadırlar.

Camiler, cemaatleşme ruhuyla bir ve iri olmayı, faaliyetleriyle de diri kalmayı sağlayan beraberlik ve kardeşlik mekanlarıdır. Camiini, cemaatini ve Cuma’smı diri tutabilen toplumlar hayatiyetlerini muhafaza edebilirler. Bu konuda en çok gayret gösterecek olanlar da din adamları, din hizmetkârlarıdır.

B. ETKİLİ HİZMET UNSURLARI

1. İhlas

Başarılı ve etkili olmanın temelinde ihlas vardır. İslâm tarihi bunun örnekleriyle doludur. Amellere ruh veren iksir niyetteki İhlastır. Kur’an-ı Kerim’de hemen her peygamberin dilinden nakledilen:

“Yaptığım bu davete karşılık ben sizden herhangi bir ücret talep etmiyorum. Benim mükafaatımı ancak alemlerin Rabbi olan Allah verecektir”1 sözü, İhlasın din hizmetindeki önemini açıkça ifade etmektedir.

İnancında, sözünde ve amellerinde Allah’ın rızasını gözetenler için şu müjde verilmiştir:

“ Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki, “Korkmayın, üzülmeyin, size, (dünyada iken) vadedilmekte olan cennetle sevinin!”2

Allah yolundaki hizmetlerde kendilerine önemli görev verilenlerin ihlas ve istikametlerini korumaya çok dikkat etmeleri gerekir. Nitekim yüksek bir dağın zirvesine tırmanan kimsenin de, ayağını bastığı yere ve tutunduğu dala daha çok dikkat etmesi gerekir. Zira zirvelerde yanlış bir adım atmak veya çürük bir dala tutunmak çok daha tehlikelidir.

Mevlana şöyle der:

“ Allah aşkı için çalış, Allah aşkı için hizmette bulun; halkın kabul etmesi veya reddetmesi ile senin ne işin var? Bu fani dünya pazarında sana bol bol kazandıracak bir müşteri olarak Allah kâfi değil mi? Allah ’tan alacağın karşısında insanların verebilecekleri ne ki!... O halde gözünü ve gönlünü insanlardan gelecek teşekkürlere değil, Allah’tan gelecek mazhariyete döndür!... ”

2. Nitelikli Din Adamı

Etkili din hizmeti sunabilmenin önemli unsurlarından birisi de nitelikli din görevlisine sahip olmaktır. Nitelikli din görevlileri ile yapılamayacak bir iş, çözülemeyecek bir mesele yok gibidir. İslâmın ilk yıllarında Peygamberimizin Ebu Cehil veya Hz. Ömer’den birisinin Müslüman olması için dua etmesi bu gerçeği ortaya koymaktadır. Peygamberimiz;"^//^’//«/ Bu iki adamdan, Ebu Cehil veya Ömer b. Hattab ’dan, sana daha sevgili olan birisiyle dinini güçlendir:"3 diye dua etmişti.

Bunlardan Hattab oğlu Ömer, Cahiliyye Mekke’sinde ilkeli ve mert duruşuyla tanınırdı. Saygınlığını mensup olduğu kabilenin gücünden değil -ki zaten güçlü kabilelerden değildi- güçlü kişiliğinden alırdı.

Hişam oğlu Amr (Ebu Cehil) ise; Mekke’nin en güçlü kabilesi Mahzumoğulları’na mensuptu. Devletlerarası ticaret yapardı. Toplumunuıı en görgülü ve kültürlülerinden biriydi. İnandığı şey uğruna canını verecek kadar ilkeli ve kararlıydı. Doğru bildiği yolda sonuna kadar giden bir mizaca sahipti.

Peygamberimizin bu duası Hz. Ömer hakkında kabul olundu. Hz. Ömer’in müslüman olmasıyla birlikte İslâm’ın inkişafını bilmeyen yoktur. Bu da, hizmetlerin etkili olarak yürütülmesinde nitelikli kimselere olan ihtiyacı göstermektedir.

Hz. Ömer bi’setin 6. yılı Zilhicce ayında Müslüman oldu. Ondan önce 39 erkek 23 kadın Müslüman olmuştu. Hz Ömer’in müslüman olduğu sırada bu müslümanlar Dâr-ı Erkam’da toplu bir halde bulunuyorlardı.O zaman Ömer, "Kaç kişiyiz?" diye sordu. "Biz madem ki hak üzereyiz, neden dinimizi gizliyelim?" dedi. Bundan sonra Müslümanlar açıktan Ka’be’yi tavafa gittiler ve müşrikleri ürküttüler. Hak ile batıl, O’nun İslâm olmasıyla ayrıldığından kendisine Faruk denildi. Abdullah ibn-i Mes’ud der ki: "Ömer’in İslâm olması bir fetihtir. Hicreti bir zaferdir. Halifeliği bu ümmete bir rahmettir. Biz Kâbe’de namaz kılmaktan korkardık. Ömer Müslüman olunca orada namaz kıldık."

Hz. Ömer de kaliteli ve verimli bir hizmetin yürütülmesinde izzetli, ilkeli, görgülü, nitelikli, fedakâr, seçkin ve bilgili insanlara ihtiyaç olduğuna inanıyordu. Zeyd b. Eşlem’in rivayetine göre; O, birgün dostlarıyla birlikte oturuyordu. Onlara ( Allah’tan) bazı istek ve temennilerde bulunmalarını söyledi. Oradakilerden birisi:

“İçinde bulunduğumuz şu hane dolusunca paralarım olsun da Allah yolunda infak edeyim!..” şeklinde niyet ortaya koydu.

Bir başkası: “İçinde bulunduğumuz şu hane dolusunca altınlarım olsun da Allah için harcayayım!...” tarzında bir istek belirtti.

Diğer bîri de: “İçinde bulunduğumuz şu hane dolusunca mücevherlere sahip olayım da onları Allah yolunda sarfedeyim!..” diye temenni etti.

Ancak Hz. Ömer: “Daha,daha fazlasını isteyin!” deyince onlar:

“Allah Teala’dan daha başka ne isteyebiliriz ki?!” dediler.

Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ben ise, içinde bulunduğumuz şu hanenin Ebu Ubeyde bin Cerrah, Muâz bin Cebel ve Huzeyfe ibriü’l-Yemân gibi (müstesna ve seçkin, her yönden kamil) kimseler ile dolu olmasını ve bunları Allah’a itaat yolunda, yani tebliğ ve ıslah hizmetlerinde istihdam etmeyi temenni ederim...’’dedi.4

3. Söz ve Amel Uyumu

Fiili irşad yöntemi de dediğimiz bu unsur, İslâmın geniş kitlelere kısa zamanda yayılmasında etkili olan unsurlardandır. Zaten söylediklerini davranışlarına yansıtmayan birinin insanlar üzerinde etkili olması düşünülemez.

Nahl suresinin 125. ayeti irşad için takip edilecek yöntemlere ışık tutmaktadır. Bunlar hizmet, güzel öğüt, iyi niyet ve samimiyete dayalı inandırıcı tartışmadır. Hikmet, her toplumda sayıları fazla olmayan âlim ve düşünürlere hitap eden kesin delillerden oluşur. Güzel öğüt, psikolojik faktörlerin kullanılması başta olmak üzere çeşitli vesilelerle ikna etmeyi amaçlayan bir irşad yolu olup kalabalık kitlelere yöneliktir.İyi niyete dayalı ve inandırıcı tartışma ile de, geniş halk kitlelerini olumsuz etkilemesi muhtemel fikirlerin zararını asgariye indirme amaçlanmaktadır. Aslında cedel yöntemiyle de bazı insanların gerçeği anlayıp benimsemesi de mümkündür. Bu üç yöntem dışında dördüncü bir yöntem vardır ki, o da fiilî irşad yöntemidir. İslâmiyet’in doğuşundan itibaren insanların gönlünde yer etmesi, yayılması ve evrensel bir din haline gelmesinin önemli âmillerinden biri, başta Peygamber olmak üzere mensuplarının dinin gereklerini yerine getirmesi, sözleriyle fiillerinin birbirine uymasıdır.

Sahabe-i Kiram’m kahir ekseriyeti sırf Resulullah’ın örnek şahsiyet ve karekterine, yüce ahlâkına ve üstün vasıflarına hayran ve meftûn olarak İslâm’ı tercih ettiler. O’na düşmanlıkta en ileri gidenler bile kendisine hiçbir zaman “yalancı” veya “zalim” gibi olumsuz sıfatlar kullanamamışlardır ve onu kötülemek niyeti ile konuştuklarında bile hakkında övgüden başka söz söyleyememişlerdir.

En güzel örneği kendilerine rehber edinen sahabe-i kiram ve onun yolunda olanlar İslâm’ı dünyanın her tarafına ahlâkları, şahsiyetleri ve fedakarlıklarıyla taşımışlardır.

4. Sosyal Realiteye Vâkıf Olmak

“Ey Peygamberi Biz seni gerçeğin bir temsilcisi, bir müjdeci ve uyarıcı, herkesi Allah’ın izniyle O’na çağıran ve ışık saçan bir kandil konumunda gönderdik”5 mealindeki ayetler, hem Hz. Peygamber’in irşad hiyerarşisinin başında yer aldığını bildirmekte hem de mürşidin önemli niteliklerini anlatmaktadır. Ayette sıralanan beş niteliğin ilki İlahî gerçeklerin yanında sosyal realiteye vâkıf olmayı içermekte, ikinci ve üçüncü nitelikler, özendirme ve uyarma yöntemlerini yerine göre kullanmaya işaret etmektedir. Hz. Peygamber’in ferdî ve İçtimaî konularda daima kolay olanı tercih ettiği bilinmektedir.6 Ayrıca O, “Elinizden geldikçe kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyici olun, nefret ettirici sözler söylemeyin ve bu tür davranışlardan kaçının”7 sözleriyle de bunu bir ilke haline getirmiştir. Ayetten anlaşılan diğer iki nitelik de, irşatcının muhatapları için rahmet ve hidayet talep etmesi, lanetçi olmaması ve anlattığı mesajın gereklerini yerine getirmesi ve misyonuna uygun bir hayat yaşamasıdır.

C. HER YERDE VE HER ZAMAN HİZMET

1. Doğumdan Ölüme Sürekli Hizmet

Din görevlisinin görevi dünyaya gelen çocuğun kulağına ezanını , kâmetini okumakla başlar, sünnet olurken, yine baş ucunda bulunur, evlenirken, nikahlanırken duasını yapmakla en hayatî meselelerinde onun yanında olur. Nihayet, ahirete göçerken başucunda bulunur, Kelime-i şehadet telkinleri yapar, Yâsin-i şerif okur imanla ve Kur’an’la ebedi yurduna uğurlamaya çalış«-. Çoğu zaman kendi akrabaları bile yanına yaklaşmazken din görevlisi onu vücudunun bir parçası gibi kabul eder, cenazesini tertemiz yıkar, hoş kokular içinde onu sarar, sarmalar bir gül dalı gibi defneder.

O, Allah’a karşı kulluk vazifelerini ondan öğrendiği gibi, en hayati, en özel meselelerinde bile onunla müşavere etmek, dinimizin gösterdiği çizgide kalabilmek için onun tavsiyelerine müracaat etmek yolunu tutar. Onunla bu kadar haşir neşir olan, kendisini ona teslim eden, her ferde kucak açmalıdır. İnsanlara yol göstermek, aydınlık içinde yaşatmak ve onu mesut etmek için de din görevlisi devamlı kendisini geliştirmeli ve yenilemelidir.

2. Sınır Tanımayan Hizmet

Görevleri, müslümanların, hayat yüküyle sürçen, sakatlanan ruhunu tamir, sonsuzluk yolculuğunda bulunan Allah kullarına hizmet ve yardım etmek olan din görevlileri cemiyet hayatının her köşesine girmeli, hayatın her sahnesinde görev almalıdır. Peygamberimiz zaman zaman ashabına hitaben:

“Ashabım! Bugün bir fakiri doyurdunuz mu ? Hasta ziyaretinde ve cenaze teşyiinde bulundunuz mu ?” diye sorardı.8

Veda Haccı’nda yaklaşık yüz yirmi bin sahabî vardı. Bunlardan yüz bin üzerindeki sahabi, dünyanın çeşitli bölgelerine yayılarak Allah yolunda hizmet etmişler ve oralarda vefat etmişlerdir. Nitekim Hz. Osman ve Hz. Abbas’ın çocuklarının türbeleri Semerkand’da, pek çok sahabinin kabri de İstanbul’da bulunmaktadır. Sahabî Vehb b. Kebşe’nin türbesi Çin’dedir. Peygamberimiz onu, Çin’de tebliğ yapmak için görevlendirmişti. O zamanın şartlarıyla Çin, bir yıllık mesafededir. Uzun bir tebliğ yaptıktan sonra, Peygamberimizin hasreti ile Medine yollanna düştü.Fakat, Peygamberimiz vefat ettiği için görüşmeleri mümkün olamadı. Hasreti bir kat daha artmış olarak Çin’e döndü ve hizmetteyken vefat etti.

İnsanların dertleriyle dertlenmek, yardıma muhtaç olanlara yardım etmek genelde her müslümanın, özellikle de dine hizmet gayreti içinde olanların görevlerindendir. Bu tür sosyal faaliyetler Allah’a yakınlığa da vesiledir. Bu durum bir hadis-i kudsi’de şöyle ifade edilir:

“ Allah kıyamet gününde şöyle buyurur: “Ey Ademoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin. ”

Ademoğlu: “Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirim?” der.

Allah Teala: “Falan kulum hastalandı,ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun? Ey Ademoğlu, beni doyurmam istedim, doyurmadın. ” buyurur.

Ademoğlu: “Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim?” der.

Allah Teala: “Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini benim katımda mutlaka bulacaktın. Bunu bilmez misin? Ey Ademoğlu, senden su istedim, vermedin. ” buyurur.

“Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevabını katımda bulurdun, bunu bilmez misin?” buyurur.9

D. DİN GÖREVLİLERİNİN ETKİLERİ

1. Cihan Padişahlarım Yetiştirenler

Fussilet suresi 33. ayet-i kerime’de şöyle buyurulur: “Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben müslümanlardamm” diyenden daha güzel sözlü kimdir?”

En güzel sözlü olabilmek... Bunlar kim olabilir?... Bunlar, “Allahu Ekber...Allahu EkberL.” diye insanları felaha çağıran güzel sesli müezzinler, müminlerin miracı namazda önderlik yapan imam-hatipler, insanların en hayırlısı olma şerefini taşıyan Kur’an öğreticileri, cami hizmetkârı bahtiyarlar, gençliği diri tutma gayreti içindeki öğretmenler, toplumu irşad eden, yol gösteren vaizler, yaptıkları hayrı gizlemeye çalışan gizli kahramanlar, yaşantısıyla insanların müslüman olmasına/kalmasına vesile olan pırlanta insanlar, Hz. Bilâl-i Habeşî gibi “ Rabbim Allah’tır; O birdir” diyerek dayanılmaz işkencelere göğüs gerenlerdir...

Güzel sözlüler şu ayet-i kerime ile uyarılıyor: “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”10

Övgü ve ihtarı içeren bu ayet-i kerime’ler sorumluluğumuzun çok büyük olduğunu, sözlerimizle davranışlarımız arasında uyum olması gerektiği ortaya koymaktadır. Söz-fiil birliği sağlayamadığımız,davranışlarımızla da İslâm’ı tebliğ edemediğimiz takdirde hem saygınlığımız azalacak hem de sözlerimizin toplum üzerinde fazlaca etkisi olmayacaktır. Bununla birlikte, bütün ağırlığına rağmen, irşad hizmetinin ne kadar mükemmel, ne kadar mübarek bir hizmet olduğunu düşünmeli ve bu iştiyakla ruh kuvvetini cemiyete hakim kılma sevdasına tutulmalıdır. Bilmeliyiz ki, ruhî kuvvetin cemiyete hakim olduğu devirler altın devirlerdir. Bu devirlerin oluşmasında hep büyük din adamları yer almıştır. Osman Gazi’nin yanında bir Şeyh Edebalî, Fatih’in yanında bir Akşemseddin, Yavuz’un yanında Zenbilli Ali Cemali vardır. Bu büyük din adamları, onları irşat ederek bulundukları kemal mertebesine ulaştırdılar. Şeyh Edebalî’nin, Osman Gazi’ye yaptığı şu tavsiyeler ne kadar anlamlıdır:

“ Ey oğul! Beysin! Bundan sonra:

Öfke bize; uysallık sana...

Güceniklik bize; gönül almak sana...

Suçlamak bize; katlanmak sana...

Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana...

Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana...

Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana... ”

Ey oğul!

Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana...

Tembellik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana... ”

2. Çanakkale Geçilmez Ruhunu Aşılayanlar

Bir cemiyette emanetleri omuzlayacak yeterli insan varsa, o cemiyetin insanlarını zirveye ulaştırmak mümkün ve kolaydır. Yüksek ve yüce gayelere kâmil şahsiyetlerle varılabileceğinden, onları üstün karakterli ve maharetli ellerde din görevlilerinden/hizmekârlarından yetiştirmelidir. Nitekim böyle bir kalite sergileyen Çanakkale’nin yiğitleri, tarihin hâlâ gözlerini kamaştıran unutulmaz bir destan yazmıştır. Kumandanın şehit olduğu yerde her asker bir kumandan kesilmiş ve o şanlı nesil, “Çanakkale geçilmez!” ifadesini tarihin sayfalarına altın harflerle yazdırmıştır.

Vatanı savunmak için arslanlar gibi mücadele veren askerin, şehit ve gazi olmanın önemi ve lüzumu konusunda din görevlilerinden/hizmetkârlarından aldıkları eğitim ve onların yaptıkları vaaz ve telkinlerin etkisi gözardı edilemez. Kardeşi Mehmet Şevket’in Çanakkale savaşında şehid düştüğü haberini alan ve ondan önce şehit olamadağı için hayıflanan birinin, hastaneden yazdığı şu mektup, Çanakkale’yi geçilmez yapan ruhun nasıl bir ruh olduğunu ortaya koymaktadır:

“ Velinimet Efendim,

Şu mektubumu size hastahaneden kemal-i teessür ve mateme bürünmüş olduğum halde karalamağa mecbur oluyorum. Şu anda duyduğum tahassüsâtım beni her nevî hüzünlere gark ediyor ve ağlamak için kalbimde katre katre toplanan yaşların her halde gözümden boşanmasını istiyorum. Filhakika bunu istemekde çok geçmiyor bu sâika-ı melâl avazla için için ağlıyorum. Teessür derûnumu bu suretle tadil-e kay’e muvaffak oluyorum. Vâ esefâ ki... mazinin avdet etmemesi kadar nazarımda uzak görünen hayâlâtım “ şehid kardeşimin, sevgili kardeşim Mehmet Şevket’in “ al kanlar içinde uykuya dalan vücudunu temsil ediyor. Onun artık hayatının bu dünyadan nasîbdâr olmadığını ifade ediyordu. Eyvah! Ne derin ebedî bir uyku ! Safha-ı şebâbının ilk demlerine ilk adımı koymaya başlamış müfrezenin, bir biraderimin bu alemden artık üfûl ettiğini gördüğümden dolayı onun arkasından kavuşmak istiyorum. Onunla beraber olmak istiyorum. Ve kendisine yetişmek hakkına malik olamadığımdan kendime sitemler ediyorum. O şehid biraderim nasıl ki, topraklar altında ihtimal çürümüş de kokusu kalmış validesinin ağuşuna atılmakta tereddüt etmediyse, ben de bu nev nihal-i vatanın arkasından gitmeğe ve yahut onu pîşu olmağa azm etmeliydim. Kabri rahmet-i Rahman olan müteveffıye validemin elini uzatarak ancak ondan sonra kendi yanına birlikte uyumağa almış olduğu küçük yavrucağına gösterdiği şefkati bana göstermediği için cidden me’yusum, şimdi hakikaten nâlânım. Ben de bunlarla birlikte ebedî hâbâlûda kavuşmakta ne kadar geç davrandığımı şimdi hissediyorum.Fakat, ne yapam ki, kara topraklar altında yatan validem beni kabul etmedi, yalnız şehid karındaşımı almak suretiyle beni mücerred koydu. İki kolunu uzatmak suretiyle her ikimizi sîne-i müşfikine almağa muvafık görmedi ve bana senin de vakt-i merhunun var hitab-ı Rahmânîsiyle mevâîdde bulundu. Evet, bu telkinatla bir zaman için beni avutmuş oldu, bununla beraber bütün âmâlimi kendileriyle beraber götürdüler.

Bana teessür o derece geliyor ki, validemin hengame-i vefatında anından daha ziyade geliyor. Onun hengame-i vefatında hüzün ve elemin bu derecesine varamamıştım. Çünkü hakkındaki hissiyyat-ı uhuvvetkârânem doğduğum zaman tev’em idi. Hasılı kalb-i hazinimi yenemiyorum. Fakat şehit kardeşimin ruhu şimdi kurb-ı Rahman’da dolaştığı , mertebe-i şehadet dolayısıyla rütbe-i kusvasına vardığını bildiğim içinferıh ve fahur oluyorum, bu suretle âsûdeyi buluyorum. İşte benim tahammülüm, işte benim tesellim. Nezd-i Kibriyâda içtiği zemzemden beni de müstefıd kılmak, ruhâniyetini şehid kardaşımdan özler ve ref-i Bârigâh-ı ahadiyyet eylerim.. ”11

Milletlerin bekâsı, hassas, duygulu ve seviye kazanmış bir kalbe sahip olan nesiller yetiştirmekle mümkündür. Çocuklarına, Çanakkale destanım ninni yapan nesil, imanının, milletinin ve bütün maddî ve manevî değerlerinin sahibi olacaktır.

3. Hayatı Ânlamlandıranlar

“Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olmak üzere hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.”12 ayeti, hayrın ve şerrin olayların bize görünen yüzünden ibaret olmadığını, bize hayır gibi gelen bir şeyin,imtihanı kaybetmemize sebep olarak bizim için zararlı bir sonuca yol açabileceğini; keza bize şer gibi gelen şeylerin de, imtihan şuurunun verdiği sebat ve direnç sonucunda bizim için hayırlı kapılar açılmasına sebep teşkil edeceğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

İnsanlara Allah Teala’yı tanıtabildiğimiz oranda onları mutlu edebiliriz. Musibetlerden dolayı meydana gelen mutsuzluk, İlahî takdiri iyi kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır. Allah Teala alîmdir, hakimdir, rahimdir, âdildir. O’nun takdirinde bilemiyeceğimiz bir takım güzellikler vardır. Takdirin sır yönünün bizce bilinmesi mümkün değildir. Dünyada bazı nimetlerden mahrum bırakılan kişilerin, Allah ile kavga etmeleri yerine- ki, bu kavga onlara eksiklerini geri getirmeyecektir- takdirdeki güzelliği kabul edip, zahirde aleyhine imiş gibi görünen bu hali avantaja çevirmeleri mümkündür. O’na iman etmeli, takdire razı olmalıdır. Şeyh Sadî Gülistan’da şöyle söyler:

“Akibeti hayır olan dilenci, sonu kötü olan padişahtan iyidir. ’’

“ Ardınca sevineceğin gam, sonunda gamlanacağın sevinçten iyidir. ”13 Şu hadis-i şerifler birer müjdedir:

“ Mü’mine bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü hatta küçük bir tasa hali isabet edecek olsa, bunlar mü ’minin bir bölüm günahlarına kejfaret olur. ”14 Bir hadis-i kudsi’de şöyle buyurulmuştur:

“Kulumu iki sevdiği ile (gözlerini-âmâ yaparak) imtihan ettiğimde, o buna sabrederse, gözlerine karşılık ona cennet veririm. ” 15

Ayrıca mutlu olmak için mutlaka birşeylere sahip olmak yetmez. Tahtına kurulmuş, emirler yağdıran birisi, sahip olduklanna rağmen mutsuz olabildiği halde, çamurda oynayan çocuk, bu haliyle gülücükler dağıtabilmekte ve mutlu olabilmektedir.

E. HZ. PEYGAMBERİN DİLİNDEN DİN GÖREVLİLERİ

1. Müezzinler

Allah’a çağıran güzel sözlüler denilince akla ilk olarak “Allahu Ekber... Allahu Ekber!..” nidalarıyla müslümanları namaza çağıran müezzinler geliyor. Bu hizmeti yürütenler için müjdeler içeren şu hadis-i şerifler çok anlamlıdır:

“ Kim on iki sene müezzinlik yaparsa ona cennet vacip olur ve ezan okuduğu her gün kendisine 60 sevap, kameti için de 30 sevap yazılır. ”16 "Müezzinler

^ 77

Kıyâmet günü, boyun itibariyle insanların en uzunu olacaklardır."

Allah’ın evine, huzur ve felah yuvasına insanları davet eden güzel sözlüler, Bilal-ı Habeşîlerin, Abdullah b.Ümmi Mektum’ların meslektaşları müezzinler... Davetine icabet edilen, muteber sözlü hakikat bülbülleri... Gelin endamlı minarelerin, bu zaman zaman sevimli, zaman zaman hüzünlü sesine, her müslüman adeta âşıktır. Onsuz yaşayamaz.

Ezan, İslâm’ın üç temel ilkesini oluşturan Allah’ın varlığı ve birliği, Hz. Muhammed’in onun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun(felah) ahiret mutluluğunda bulunduğu gerçeğini açıklayan bir çağrıdır.

Ezan bir kimliktir. Bir özgürlük bildirisidir. Mü’minleri Allah’a itaat etmeye, şuura, uyanıklığa, takvaya ve İslâmî dirilişe davet eden bir bildiridir.

Müezzinlerin piri Hz. Bilal, Ümeyye bin Halefin kölesi idi. Mekke’de müslüman olduğunu açıkça söyleyen ilk yedi kişiden biri olduğu için Ümeyye b. Halef onu kızgın ateş altında sırt üstü yatırır, büyük bir kaya parçasını göğsü üstüne koydurur, sonra da İslâmiyet’ten vazgeçerek Lât ve Uzza’ya tapmaya zorlardı. Fakat o her defasında, “Rabbim Allah’tır; O birdir” diyerek işkenceye dayanırdı. Hz Peygamber onun bu şekilde işkence görmesine son derece üzülürdü. Hz. Ebubekir müslüman olmayan güçlü siyahi bir köleyi vererek Bilal’i Ümeyye b. Halefin elinden kurtardı.

Hz. Bilal, sadakati ve samimiyeti sebebiyle ezanı ilk defa okuma şerefini taşıyan, hazarda ve seferde Hz. Peygamber’in müezzinliğini yapan bir bahtiyardır. Yaygın kanaate göre Bilal-i Habeşî Hz. Peygamber’in vefatından sonra ezan okumamıştır. Hz. Peygamber’in kendisine, “Ey Bilal ! Allah yolunda cihaddan daha faziletli bir amel yoktur” dediğini hatırlatıp cihad için Suriye’ye gitmek üzere Hz. Ebu Bekir’den izin istemiş, ancak halifenin ısran üzerine Medine’de kalmış, Hz. Ömer halife olunca Medine’den ayrılarak Suriye’ye birçok şehir ve bölgenin fethine iştirak etmiştir.

Bilal-i Habeşî rüyasında Peygamberimizi görür ve onun, “Bilal, bizi ziyaret etmez oldun !” sitemi üzerine Medine’ye geri döner. Bilal, Medine’de okuduğu bu ezanda “Eşhedü enne Muhammeden resûlüllah” derken düşüp bayılır.18

2. Kur’an-ı Kerim Öğreticileri

Kadir gecesinin bin aydan hayırlı olduğu beyan edilmiştir ki, bu bir ömür demektir. Kadir gecesini bin aydan daha hayırlı kılan husus Kur’an’ın o gece vahyedilmeye başlamasıdır. Dolayısıyla, Kur’an ile hemhal olunan her an bir ömür değerindedir. Bu sebeple Kur’an hizmetkârlarının her anı bir ömür kadar değerlidir. Ayrıca onlar insanların en hayırlılarıdır. Çünkü onlar için Peygamberimiz, "Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir."19 buyuruyor.

Allah’ın ilmi ve kudreti, sonsuz ve sınırsız olduğu gibi, Allah’ın kelâmı da sonsuz ve sınırsızdır. Bu nedenle Allah’ın kitabı olan Kur’ân’ı okuyanlar, öğrenenler, öğretenler, Kur’an için çalışanlar ve Kur’an’daki İlâhî emirlerin doğrultusunda yaşayanlar, Allah katında insanların en hayırlısıdırlar.

3. Hizmet Sevdalıları

İçimizde cami sevdalısı nice gizli kahramanlar vardır.Bu insanlara göre istirahat, mezardadır. Dünya, çalışma, yorulma ve hizmet etme yeridir. Bunlar ölümsüzlük sırrını keşfetmiş, ölümden sonrası için salih amel biriktiren, amel defterlerini açık tutma gayreti içindedirler. Allah için yorulmak, Allah için ayakların tozlanması onlara zevk verir. İnsanları hayra teşvik eder ve hayır için zorluklara katlanmaktan çekinmezler. Onlar bilirler ki, Allah yolunda ayağı tozlanan kimseye cehennem ateşi dokunmaz. Karanlık köşelerde ve tenha yerlerde akıttıkları göz yaşlarıyla cehennem ateşini söndürmenin gayreti içindedirler. İnsanların kurtuluşu onların en büyük arzularıdır. Onlar, mütevazi, cömert, merhamet sahibi, emin, güzel ahlaklı, affedici, sabırlı, güzel şimali insanlarıdır. Onlar, sözleriyle tavır ve davranışlarıyla hep Allah’a, İslâm’a ve kurtuluşa çağırırlar. Onları görenler Allah’ı hatırlar. Bu hizmet sevdalıları sebebiyledir ki, insanlık İslâm’ı tanımış/tanımakta ve İslâm’ı soluklamakta. Bunlar, Allah’ın sevdiği ve insanlığa sevdirdiği sevgililer...

Sonuç:

İlk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’den beri bütün insanlar kendilerine gönderilen peygamberlerin önderliği ve örnekliğinde, Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşamanın esaslarını öğrenmeye ve uygulamaya çalışmışlardır. Risalet görevi, Hz. Peygamber ile kemale ermiş ve son bulmuştur. Bundan sonra herhangi bir peygamberin gelmesi de söz konusu değildir. İslâm’da, hak dinin temel prensipleri kesin bir şekilde ortaya konmuş, zamana ve mekana göre değişebilecek hükümler din bilginlerinin içtihatlarına bırakılmıştır. Onun kıyamete kadar hak din olarak geçerliliğini sağlayan da bu niteliğidir. O halde her zaman olduğu gibi bu gün de insanların, din bilginlerinin ictihadlarına, yol gösterici sözlerine ve ders alacakları örnek davranışlarını görmeye ihtiyaçları vardır.

Yaşadıkları dönemde peygamberimiz ve onun arkadaşlan söz ve fiilleriyle İslâm’ı öğretmiş, tanıtmış ve irşat görevini en güzel şekilde yapmışlardır. Bu gün bu görevi yapacak olanlar din görevlileri/hizmetkârlarıdır. Uygulamaları gereken metod konusunda yeterli bilgi ve örnek mevcuttur. Yeter ki, bunları öğrenmeye ve uygulamaya gayret edilsin.

Dün olduğu gibi bugün de, nitelikli, ihlaslı, fedakâr, söz ve fiilleri birbiriyle uyumlu insanlara, hizmet erlerine ihtiyaç vardır. Din görevliliği/hizmetkârlığı sorumluluk gerektiren, bir o kadar da şerefli bir görevdir. Onlar, insanların en güzel sözlüleridir. Onlara kıyamette korku ve üzülme yoktur.

*Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

1 Bkz. Şuara, 26/109,127,145,164,180; Yunus, 10/72; Hud,11/29

2 Fussılet, 41/30

3 Tirmizi, Menâkıb, 17, c .5, s. 617, İstanbul 1992

4 Buhari, et- Târihu’s- Sağir (tlık. Mahmud İbrahim Zâyed), I, 79, Beyrut 1986

5 Ahzab, 33/45 - 46

6 Topaloğlu, Bekir, TDV İslâm Ansiklopedisi “İrşad” maddesi, c. 22, s. 455, İstanbul 1995

7 Buhari, “İlim”, 11, c. 1, s. 25 ; ”Edeb”, 80, c. 7/101, İstanbul 1992

8 Müslim, Fedâilü’s-Sahabe, 12, c. 2. s. 1857, İstanbul 1992

9 Müslim, Birr, 43, c. 33, s. 1990, İstanbul 1992

10 Saff, 61/2, 3

11 Bu mektubun aslı Sayın Suphi Gürbüz’dedir

12 Enbiya, 21/35

13 Sadi, Gülistan, s.316-317, Ankara 1946

14 Müslim, Birr, 52, c. 3, s. 1992-1993, İstanbul 1992

15 Buhari, Merdâ, 7, c. 7, s. 3, İstanbul 1992

16 Suyuti, Camiu’s-Sağîr, c. 2, s. 902, hadis no: 8403, Dıraeşk 1996

17 Müslim, Salât, 4/14, c. 1, s. 290, İstanbul 1992

18 Uzun, Mustafa, TDV İslâm Ansiklopedisi “Ezan” maddesi, c.12, s. 43, İstanbul 1995

19 Buhârî, Fedûilu’l-Kur’ân 2, İstanbul 1992