Makale

DİN HİZMETLERİNDE YÖNTEMLE İLGİLİ SORUNLAR

DİN HİZMETLERİNDE YÖNTEMLE İLGİLİ SORUNLAR

Hayati HÖKELEKLİ*

Özet:

Günümüzde din hizmetlerinin daha etkili ve verimli olmasını engelleyen bir çok sebep vardır. Günün şartlarına göre uygun yöntemlerin geliştirilememiş olması bunlardan sadece bir tanesidir. İletişim alanında yapılan çalışmalar din hizmetler için de ışık tutucudur. Hedef kitlenin özelliklerinin iyi tespit edilmesi ve sunulan dinî hizmetlerin buna göre planlanıp yürütülmesi en başta dikkate alınması gereken bir husustur. Bunun yanında, din dilinin halkın anlayacağı sadelikte olması, kitle iletişim araçlarının imkanlarından gereği gibi yararlanılması, dinî mesajların sevdirici ve teşvik edici bir üslupla iletilmesi, diğer önemli hususlardır. Dinî hayatın cami duvarları dışında etkinlik kazanacağı yeni hizmet alanlarının oluşturulması da bir diğer önemli husustur.

Anahtar kelimeler: Din Hizmetleri, Tebliğ Yöntemi, Etkileyici İletişim, Hedef Kitle

Abstract:

The Problems of Ministries Concerning Method

There are many causes today impeding ministries to be more efficient and more fruitful. One of them is to fail in developing new methods appropriate to the time. Studies in communication light the way for ministry, too. Determining the basic characteristics of audience and planning ministries in accordance with it are important points to be considered. It is also important to modify religious language as well as public can understand it easily, to benefit from mass media and to transmit religious messages in a lovable and encouraging way. Yet another point that should be taken into consideration is to produce new area of service in which religious life will have activity outside the walls of mosques.

Key words: Ministries, Method of Religious Message, Impressive Communication, Audience

Giriş

Tebliğ kavramını, din hizmetlerinin her çeşidini içine alacak bir genellikte “dinî iletişim” anlamında ele aldığımızda, gerek Müslümanlara dinin anlatım ve öğretiminde gerekse Müslüman olmayanlara dinin tanıtımında ve davette izlenmesi gereken yöntemlerle ilgili ciddi bir kafa karışıklığının içinde olduğumuz bir gerçektir. Buna bağlı olarak, günümüzde tebliğ faaliyetlerinin çok başarılı olduğunu, amaçlanan hedeflere ulaşıldığını, toplumumuzun İslâm Dinini çok iyi kavrayıp yaşadığını söylemek oldukça zordur. Aynı şekilde, modern iletişim ve ulaşım tekniklerinin bunca geliştiği, ülkeler arasındaki sınırların neredeyse ortadan kalktığı, dünyanın adeta çok kültürlü tek bir toplum haline dönüştüğü bir zamanda İslâmın evrensel mesajının doğru, etkili ve yaygın şekilde farklı din ve kültür mensuplarına duyurulup, davetin yapıldığını iddia etmek doğru olmaz. Bu hizmetlerden tatmin edici sonuçlar elde edilememesinin şüphesiz ki çok yönlü sebepleri vardır ve yöntemle ilgili sorunlar bunlardan sadece bir bölümünü oluşturur. Biz bu makalemizde yalnızca tebliğ yöntemi ile ilgili eksik ve hatalardan kaynaklanan bir kısım sorunlar üzerinde durmaya çalışacağız.

Din ve Tebliğ

Din hizmetlerinin nihâi amacı bir anlamda, insanın manevî yapısının duyarlılığını, olumlu, iyimser ve sağlıklı işleyişini sağlamak ve korumak suretiyle faydalı kültür üretmesine ve bunu insanın hayrına kullanmasına yardımcı olmaktır. Dinin ortaya koyduğu ilkeler ve değerler.insanm bu dünyadaki anlam arayışına, kimlik ve kişilik sorunlarına bir cevap oluşturucu niteliktedir. Ahlâk ve kişiliğin yüceltilmesi, tam olarak “kendini gerçekleştirme”nin başarılabilmesi; toplumsal bütünleşmenin ve evrensel barışın sağlanabilmesi, dinin doğru ve etkili öğretimi ve buna bağlı olarak da dinî değerlerin içselleştirilmesiyle yakından ilgilidir. Müslüman olmanın gerektirdiği şartlar baştan beri hep aynı ve hiç değişmemiştir.Buna karşılık, dinî mesajı etkili şekilde insanlara ulaştırmanın şart ve imkanları duruma göre sürekli değişiklikler gösterebilmekte, gelişip yenilenmektedir. Dinin insana ulaştırılmasında devreye sokulan bu teknikler ve yöntemler, bizzat dinin kendisi gibi kutsanıp, belli kalıpların dışına çıkılamazsa başarısızlık kaçınılamazdır. Onun için bunların sürekli olarak gözden geçirilmesi, duruma uygun yeni yol ve yöntemlerin oluşturulması din hizmetinin ayrılmaz bir parçasıdır.

Din hizmeti iki tür bilgiyi gerektirmektedir: Birincisi, dinî esas ve öğretilerin bilgisi;ikincisi de, bunların kendisine ulaştırıldığı insan ya da hedef kitlenin bilgisi.

Yöntemle ilgili düzenleme ve belirlemeler ise bu iki değişken arasındaki ilişkinin tasarlanma biçimine ve ulaşılmak istenen hedeflerin durumuna göre ortaya çıkar. Dinî tebliğ ile ilgili sorunlann önemli bir kısmı, tebliğe muhatab olan kişi ya da kişilerin özelliklerinin bilinmemesi ya da dikkate alınmamasından kaynaklanmaktadır. Vaaz ve hutbeler, konferanslar, kurs ve seminerler..genelde kişilerin ihtiyaçları, sorunları, özellikleri çerçevesinde değil, planlayıcılara kendi anlayış ve önceliklerine göre belirlenmektedir. Ayrıca bu hizmetlerin ne ölçüde etkili olduğu, ne gibi sonuçlar verdiği ile ilgili ciddi bilimsel çalışmalar yapılıp, bunların sonuçlarına göre program geliştirme gibi bir yola başvurulduğuna dair elimizde bir bilgi yoktur.

İletişim tekniği açısından baktığımızda, her çeşit insanı kapsayacak evrensel tek bir hitap biçiminin imkansız denecek kadar zor olduğunu görürüz. Her tür iletişimde mesajın biçim ve muhtevâsını belirleyen, alıcı(dinleyici)dır. Dolayısıyla tipik okuyucu, tipik dinleyici ya da izleyici gibi kitle iletişim araçlarının referans aldığı ortalama tipler, hiçbir kavramsal temele sahip değildir. Ne tipik okuyucu, ne de tipik dinleyici/izleyici vardır. Bunlardaki çoğulluk, bazı sınırlı durumlar dışında, indirgenemez bir nitelik taşır.1 Bu bakımdan,din hizmetlerinde verimli sonuçlara ulaşılabilmesi, irşad ve tebliğ faaliyetlerinde hedef kitlenin yaş, cinsiyet, zeka ve öğrenim düzeyi gibi değişkenlerin yanında, inanç ve bağlanma düzeyinin, ihtiyaç ve sorunların ciddi analizlerinin yapılarak programların buna göre planlanıp uygulanmasına bağlıdır.

Uygulamadaki Sorunlar

Günümüzdeki uygulamaya baktığımızda; merkezden planlanan tek tip hutbe ve vaaz uygulamasının belirlenen, etkileyici iletişimin bu ilkesine çok uygun olmadığı görülmektedir. Sözgelimi, kırsal bir kesimde, bir köy camisi ile, büyük bir şehrin merkezinde, ya da bir üniversite muhitindeki camide aynı ya da benzer hutbelerin okunması iletişim tekniği açıcısından verimsiz bir yoldur. Nitekim konuyla ilgili bazı bilimsel araştırmalar, mevcut uygulamanın cami cemaatinin din anlayışını ve yaşayışını iyi yönde geliştirici önemli bir etkisinin olmadığını ortaya koymaktadır.2 Dinleyici, ona sunulan mesajda kendisini bulabildiği, olan bitenden hareketle olacak üzerinde bir tahmin yapabildiği ölçüde, mesaj onun için anlamlı ve etkili olacaktır. Ne kadar iyi niyetle yapılırsa yapılsın, dinleyiciye ulaşmayan, onda ilgi ve istek uyarmayan bir mesaj etkili de olmayacaktır.

Ülkemizde din hizmeti ile uğraşan kurum ve kuruluşların, hizmet verdiği bölgelerdeki insanların dini gruplaşmalarının yerleşim ve dağılımını gösteren bir“ inanç coğrafyası”na sahip olduklarına dair bir bilgimiz bulunmamaktadır. Sosyolojik araştırmalarla ülkemizde yaşayan çeşitli dini grup, cemaat, mezhep ve hatta dinler belirlenmeden, nerede hangi özellikte dini inanış, anlayış ve uygulamaların olduğu gerçek ve doğru şekilde bilinmeden, pratik dini hizmetlerin yönlendirilmesinde isabetsizlikler hep sürüp gidecektir. Böyle bir bilginin oluşturulması hizmetin bilinçli ve verimli yapılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Görevlilerin ve irşad konularının da buna göre seçilmesi uygun olacaktır. Bir örnek vermek gerekirse; ülkemizin güney kesimlerinde zaman zaman medyaya yansıyan, “ruh göçü”(tenâsüh) yaşadığını iddia eden insanların iddia ve açıklamaları yer almakta ve bu konu bir kısım samimi Müslümanın bile inançlarını tehdit edici kafa karışıklığına yol açabilmektedir. Şimdiye kadar bu tür inançların kaynağı, dağılımı ve bunların etkisini ortadan kaldırıcı ne gibi irşad çalışmalarının yapıldığı ile ilgili bir dokümana rastlayamıyoruz. Din hizmetlerinin arzu edilen seviyeye ulaştırılabilmesi için din sosyolojisi, din psikolojisi, dinler tarihi, din eğitimi., gibi bilim dalları çerçevesinde yapılan alan araştırmalarının sonuçlarını göz önünde bulunduran geniş çaplı tahlillere dayalı bir bakış açısına ihtiyaç vardır.3

Toplumumuzda nasıl bir din anlayışı hâkimdir? Farklı gruplar ve kesimler İslâm Dinini nasıl anlamakta, yorumlamakta ve yaşamaktadır? Din alanında günümüzde ne gibi sorunlarla karşılaşılmaktadır? Aşırılığa varan dini davranışlar, sapma ve yabancılaşmaların, din düşmanlığı ya da karşıtlığının sebep ve kaynakları nelerdir? Bu ve benzeri soruların cevaplan bilimsel yollarla araştırılıp bulunmadan gerçek bir tebliğ ve irşad hizmetinin yürütülmesi son derece zordur. Dini kurum ve kuruluşlarımızın yapısı içerisinde, sürekli olarak bu konuları araştıran, gözlemleyen, değerlendiren ve bilimsel raporlara dönüştüren birimlerle, buna dayalı olarak tebliğ ve irşad programları hazırlayan uzmanlara ihtiyaç vardır.

Türk toplumunun çok yönlü ve dinamik olan dini yaşantısı içerisinde, özellikle halk kitlesi arasında yaygın olan ve “halk dindarlığı”4 olarak nitelendirilen anlayış ve uygulamalar önemli bir yer tutmaktadır. Şehir merkezlerinde dini bir öğrenim görmüş kimselerden toplumun orta ve alt tabakalarına ve kırsal alana doğru gidildikçe, daha çok sözlü kültüre dayalı yerel adetler, mistik ve büyüsel öğelerle Islâmi öğelerin iç içe girdiği bu halk dindarlığının güçlü bir şekilde egemen olduğu görülmektedir. Bu din anlayışı, halkın hayat tarzı ve kültürü ile işlevsel biçimde bütünleşmiş bir durum arz etmektedir. Din görevlilerinin normal olarak halkın dini seviyesini yükseltmek, sahih bir din anlayışını halka mal etmek, dinin aslına uymayan inanış ve uygulamaları ortadan kaldırmak için sistemli ve etkili bir çaba göstermeleri beklenir. Fakat halka hizmet veren din görevlilerinin önemli bir bölümünün, iç içe yaşadıkları halk kitlesine ait inanış ve uygulamalardan etkilendikleri ve bunları benimsedikleri, yapılan bir araştırmanın5 ortaya koyduğu sonuçlardandır. Din görevlilerinin yetiştirilmesinde, mevcut bu dini yapının bileşenlerinin öğretilmesi ve sahih kaynaklara dayalı İslâm anlayışının yerleştirilmesinin sosyal psikolojik gerçeklere dayalı doğru yöntemlerinin öğretilmesi ayrı bir önem taşımaktadır.

Mevcut durumda konu merkezli ve genel bir hitap tarzı izlenmektedir. Çocuk, genç, kadm, bilgili/bilgisiz gibi farklı unsurların varlığı çoğu zaman dikkate alınmamaktadır. Oysa ki, farklı dinleyici kitlesinin her biri için ona uygun bir metot ve yaklaşım gerekmektedir. En genel anlamda bile, Kur’ân-ı Kerim’de belirtildiği gibi “hikmet”, “güzel öğüt” ve “en güzel tartışma”(Nahl 16/125) yöntemlerinden her birinin yerine göre kullanılması gerekir. Hangi dinleyici grubuna hangi yöntemle hitap edileceği meselesi, günümüzdeki şartlar bakımından yalnızca dinî İletişimcinin takdir ve ferasetine kalmış bir iş olmayıp, çok yönlü bilimsel araştırmalarla belirlenmesi gereken bir durumdur. Meselâ, dinî irşad ve tebliğ faaliyetlerinin en geniş katılımcısı ve asıl hedef kitlesi olan yetişkin ve yaşlı kesimler üzerine son yıllarda bir çok araştırma yapılmıştır. Bunların sonuçlarına göre, yetişkin ve yaşlılar problem merkezli ve somut gerçeklere yönelimli olup, başkalarının hazırlayıp planladığı etkinliklere istedikleri zaman katılıp, istemedikleri zaman katılmadıkları, ancak kendi pratik ihtiyaçlarına ve beklentilerine cevap oluşturan konulara ilgi duydukları anlaşılmaktadır. Yetişkinler kendi kendilerine öğrenmeyi tercih etmektedirler.6 Hayatlarında karşı karşıya kaldıkları sorunlarla ilgili, bunların pratik çözümüne yardımcı olan bilgi ve mesajlara ilgi duyarlar. Din, hayattan kopuk kuru bir bilgi ya da hükümler/kurallar bütünü veya ilerde kullanıma uygun bilgiler şeklinde sunulduğunda onlar için fazla bir anlam taşımaz. Hayatı anlama ve hayatla başa çıkmada yardımcı olduğu ölçüde din yetişkinlerin dünyasında önemli bir yer tutacaktır. Onun için, dini tebliğ ve öğretim hizmetlerinde onları bu yönde teşvik etmek gerekmektedir. Eğer yeterli motivasyon sağlanamazsa, dini iletişim ya etkisiz olacak ya da hizmetlere yeterli katılım sağlanamayacaktır. Nitekim,vaaz ve hutbeler dışında camilerde yürütülen ve akşam kursları şeklinde düzenlenen bazı dini eğitim programlarına katılımın, son yıllarda giderek azaldığı, neredeyse bitme noktasına geldiği görülmektedir.7 Bu bakımdan, dönemin özellikleri ve ihtiyaçları dikkate alınıp, dini iletişim buna göre yönlendirildiği ölçüde, din yetişkinler için anlam ve mutluluk kaynağı olacak, dini ilgi ve yönelişleri canlı kalacaktır. Bunun yanında ülkemizde genç nüfus gittikçe artmakta ve din hizmetlerinin önemli ve kalabalık bir hedef kitlesini oluşturmaktadır. Geleneksel dinî hizmet programları ise gençlere hitap etmekten çok uzak bulunmaktadır. Onların ilgi alanlarını ve sorunlarını dikkate alan, dinî hayata ve camiye teşvik edici, özendirici söylem ve yaklaşımlara çok ihtiyaç vardır.

Öte yandan, cemaatin öğrenim ve kültür seviyesi giderek yükselmektedir. Ankara il sınırlarındaki cami ve mescitlere devam eden cemaat üzerinde yapılan bir alan araştırmasına göre, lise ve üniversite mezunu cemaatin oranı %51 e ulaşmıştır.8 Toplumumuzdaki bu dinamik gelişmeye uygun şekilde görevlilerimizin dini bilgi ve kültür seviyesinin aynı hızda geliştiğini, günümüzdeki ikna ve iletişim tekniklerini yeterince kullanabildiklerini söylemek çok zordur. İyi eğitim görmüş, dünya şartlarını bilen cemaatten pek çok kimsenin, uygulanan din hizmetleriyle ilgili açık tatminsizlik ve ciddi şikâyetlerine her yerde şahit oluyoruz. Geleneksel halk dindarlığının kalıplarını aşamayan, genellikle güncellikten ve toplumsal hayatın gerçeklerinden uzak bir anlayışla eskiden kalma yorumları tekrarlayan bir söylem biçimi karşısında bu aydın kesimin dini kurumlara ve görevlilere güvenlerini kaybettiklerini, başka kaynaklara yöneldiklerini görüyoruz.

Geçmişteki cemaat dindarlığının yerini günümüzde “bireyselleşmiş dindarlık” almaktadır. Bu bakımdan her alanda olduğu gibi dinî/ahlâki alanda da bir “çoğulculuk” dönemi ba: ar. Alışılmış ve ortaklaşa paylaşılan bir davranış kuralı oluşturması, âhenkli bir dini evrende kişileri buluşturması, ya da kişiye günlük hayatında hazır cevaplar sunması bakımından halk dindarlığı sorunsuz gibi gözükse de, model bir anlayış olarak sunulmaya devam edildiğinde, meydana getirebileceği sorunlar şüphesiz yalnızca belli bir alanla sınırlı kalmayacaktır. Sosyal anlamda uyma ve bağlanmaya dayanan (intisap ve ittiba), kendi kendini kontrol ve yenileme bilinci taşımayan şekilci ve mekanik bir dindarlık anlayışı, sahiplerine sağladığı rahatlığın yanında, istismar ve yönlendirmeye son derece açık olması tehlikesiyle de karşı karşıyadır. “Gösterişçilik” ve “din istismarı”nm yaşayan kültürün kodlarına iyice sinmiş olduğu bir zamanda uyarıcı , eleştirici ve derinlikli bir bakış açısına şiddetle ihtiyaç bulunmaktadır. Günümüzün giderek karmaşıklaşan dini sorunlarının9 çözümü konusunda bu mevcut yapının yetersizliği her geçen gün daha da artmakta, samimi dindar insanlar “bölünmüş benlikler” ya da “çift standartlı kişilikler” haline gelmektedir. Çünkü, modern hayatın taleplerine cevap vermede yeterli bir model oluşturulmadığından, din ile hayat arasındaki bağlar gevşemekte, hayatı dinî bakış açısına göre bütünleştirme imkanı ortadan kalkmaktadır. Bu da dinin ahlâk ve değerler alanında gerçekleştirmeyi ön gördüğü hedeflerin bireylerin hayatında yeterince gerçekleşmesini oldukça güçleştirmektedir. Günümüzde yaşanan ahlâk bunalımı, dine ilgisiz kimseler kadar, çoğu dindarları da içine alan yaygın bir sorun haline gelmiş bulunmaktadır.

Küreselleşmenin hız kazandığı ve kitle iletişim araçlarının bilgiyi her alana yaydığı bir zamanda, daha kapsamlı ve derinlikli yeni modeller üretemeyen, içine kapalı bir dindarlık anlayışı, bütünüyle savunmacı, katı ve hoşgörüsüz bir biçim alma tehlikesiyle karşı karşıyadır.Dolayısıyla, halk dindarlığının sahip olduğu araçlardan daha çok entellektüel ve akademik çevrelerin müdâhil olduğu kapsamlı anlayışlara ihtiyaç vardır. Öte yandan,Türkiye’nin İslâm dünyası için model bir ülke olmaya aday olması, daha evrensel din anlayışlarını besleyecek potansiyellerini devreye sokmasını gerektirmektedir.10 İslâm Dininin önceki İlâhi dinlerden belki de en önemli farkı, kurumsal din yerine bireyin merkezde olduğu, bireyin hür seçim ve yönelimini esas alan özgürlükçü bir din anlayışı getirmiş olmasıdır. Belli dinî anlayış ve yorumların tek dinî hakikat olarak mutlaklaştırılıp sunulması, kişilik dindarlığının gelişmesini engelleyici bir sonuç doğurmaktadır.

Bilindiği gibi, ülkemiz Avrupa Birliğine giriş süreci içerisinde bulunmaktadır. Ülkeler arasında olduğu gibi,dinler arasındaki diyalog çalışmaları da hız kazanmıştır. İslâm’ın tarihi tecrübesi içerisinde farklı kültür, din ve mezheplerle bir arada yaşama, dinî ve kültürel çoğulculuk, dinî müsamaha çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu durumda üç İbrahimî dinin ortak amaç ve hedeflerinin belirlenerek, cemaatin diğer dinlere hoşgörüsünü geliştirecek telkin ve eğitimlerin ön plana çıkarılması ve toplum hayatımıza bu değerlerin yerleşmesini sağlayıcı etkinliklere hız kazandırılması ihtiyacı vardır. Bu arada fırsattan yararlanarak ülkemiz insanını Hristiyanlaştırmak için her yolu deneyen misyoner teşkilatlar ve çalışmaları konusunda da tedbirli ve. hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Şüphesiz ki, dinî tebliğ ve irşat hizmetlerinde yerleşik inanç ve uygulamalara, geleneksel anlayışlara ters düşen yeni görüş ve yorumlara yer verilmesi son derece dikkat isteyen, hassas bir konudur. Düşünce ve inançlara etki etmek için, oldukları yerden başlamak ve bunları bu noktadan itibaren yöneltmeye ya da yenileştirmeye çalışmak, temel bir iletişim kuralıdır. Özel bir inanç ve düşünceyi değiştirmeden önce, bazı temel inanç ve anlayışları değiştirmek veya telkin edilmek istenilen yeni inancı muhatapların temel inançları çerçevesinde ifade etmek gerekmektedir. Fakat bu insanların temel ve genel zihinsel yapıları hakkında bir şeyler bilmiyorsak, daha sonraki düşüncelerini ne anlayabilir ve ne de önceden tahmin ve kontrol edebiliriz.Uygun yöntemler geliştirilemediği için, “fitne” çıkması endişesi ve gerekçesiyle dini gerçeklerin birçoğu halka ulaştırılamamakta, halkın dini seviyesini yükseltmek bir yana, görevliler halk dindarlığının takipçisi ve mahkumu durumunu çoğu yerde sürdürmektedirler.

Mesajın iletilmesinde, kullanılan kelimelerin tek tek önemi vardır. Bireyin davranışında kelimenin fonksiyonu, aynı derecede hakiki olan diğer objelerin fonksiyonuna benzer. Bir yayanın hızla gelen otomobile göre kendini ayarladığı gibi, işitilen kelime de, kendisine uyum sağlanması gereken bir objedir; başka yerlere gidebilmek için kullandığımız araba gibi, kelime de konuşmada kullanılan bir objedir. İnsan eşyaların dünyasında olduğu gibi, kelimelerin dünyasında da hakiki bir şekilde yaşar. İnsan başkasının çevresine otomobil, bilgisayar çok katlı binalar sokarak dünyasını değiştirebileceği gibi, kelimeler sokarak da değiştirebilir. Böylece kişinin dünyasını kelimeler yoluyla değiştirerek davranışında, inanç ve tutumlarında değiştirmeler yapabiliriz. Dini irşat, tebliğ ve öğretim etkinliklerinin en önemli sorunlarından birisi, hiç şüphesiz dil sorunudur. Günümüz insanının rahatlıkla anlayıp, yararlandığı bir din dilinden söz etmek çok zordur. Asırlar öncesi bir kültürün ifade kalıpları ile günümüz insanına din öğretmeye çalışıyoruz.

Günümüzde hiçbir gerçek karşılığı olmayan, insanların zihinlerinde herhangi bir çağrışıma yol açmayan kelime ve kavramlar, arapça ve farsça terkipler içerisinde dini meseleler içinden çıkılamaz bir durum alıyor. Kelimeleri seçme ve iletme becerisi iletişimin etkili olmasının önemli bir şartıdır. Toplumda yaygın, her kesimin rahat anlayabileceği ortalama, olağan bir dil kullanımı, halkla ilişkilerde başarılı olmanın şartı olarak kabul edilmektedir.

Dinin anlatım ve öğretiminin geleneksel uygulamalarında, kişinin kendisi hakkında olumsuz duygular uyandırmaya dayalı, korku yaratıcı ve cezalarla tehdit edici tarz ve üslûbun hâkim olduğunu görüyoruz." Bu tekniğin bazı kişileri belli durumlarda dine yaklaştırıcı az bir etkisi olsa bile, genelde dinden uzaklaştırıcı olumsuz etkisinin daha yaygın olduğu bir gerçektir. Günümüz insanının sevgi ,müjde ve umut içeren olumlu dini mesajlara daha çok ilgi duyduğunu söyleyebiliriz . Bu bakımdan,özellikle camiye gelen Müslümanları ürkütücü, huzursuz edici, tenkit edici söylemlerden kaçınmak; daha çok teşvik edici, özendirici ve rahatlatıcı bir üslûba ağırlık vermek olumlu sonuçlar elde etmek için kaçınılmazdır. Camiye gelen her Müslüman oradan sıkıntı ve gerilim içerisinde değil,huzura ermiş, güvenlik ve rahat bulmuş olarak, ruhu dinlenmiş olarak ayrılmalı ve tekrar gelmek için de içinde arzu ve özlem duymalıdır.

Dinî/tarihi şahsiyetlerin aşırı yüceltilmesi, efsanevi ve insan üstü varlıklar şeklinde sunulması insanlara bazı duygusal tatminler yaşatsa da, sonuç bakımından eğitici bir etkisi olamayacağını kaydetmek gerekmektedir. Kur’ân-ı Kerim Hz. Muhammed (a.s)’i, Müslümanlar için “en güzel örnek”(Ahzab 33/ 21; Mümtahine 60/ 4,6) olarak tanıtıyor. Her Müslümanm kendi kişilik yapılanması, ahlâk ve ilişkilerinde model alması, kendisine benzemeye çalışması gereken canlı, gerçek, somut bir insan. Ancak yaygın söylem ve anlatımlara baktığımızda; başta Hz. Peygamber olmak üzere bütün din büyükleri, kendilerine hiçbir şekilde ulaşılamaz, erişilemez, dolayısıyla ilişki kurulamaz gerçek Ötesi şahsiyetler olarak sunuluyor. Dolayısıyla Müslüman olmanın ideal örnekleri, yalnızca geçmişte yaşanmış, olup bitmiş ve bir daha tekrarlanması mümkün olmayan, yalnızca övülme ve övünme, hayranlıkla seyretme konusu olağan üstü nitelikler kazanırken, günümüz Müslümanı şaşkın ve derin bir aşağılık duygusunun içine itilmiş oluyor.

Kitle iletişim araçları vasıtasıyla geniş halk kesimlerinin gözü önünde yapılan dini tartışmaların bir çok sakıncalı duruma yol açtığım belirtmek gerekir. Bilindiği gibi bu programlarda birçok ilâhiyatçı, dini araştırma ve yazılarıyla ünlü uzman kimseler yer almakta ve konular çoğul bir ortamda tartışılmaktadır. Böyle bir ortamda din, ilahi değerler bütünü konumunda değil, “piyasa koşullarında tüketici topluluğuna pazarlanan bir ürün” durumuna düşürülmüş olmaktadır.12 Bu durumda, şimdiye kadar kendi inançlarıyla ilgili eleştirel bir yaklaşımı hiç akimdan geçirmeyen geniş dindar çevreler, samimiyetle bağlı oldukları dinlerinin kutsal değerlerinin çiğnendiği izlenimine kapılmaktadırlar. Çünkü bu insanlar için din, mutlak ve tartışmasız kesin doğru kabul ettikleri, teslim olup bağlandıkları ve onun varlığında kendilerini varoluşsal güvenlik içerisinde hissettikleri dokunulamaz bir alandır. Oysa sözü edilen tartışmalarda din, farklı şekillerde yorumlanabilir, yanlışlanabilir herhangi bir görüş mesabesinde bir fikir olarak ortaya çıkmakta ve dinin kutsal otoritesi hafife alınmakta, “hikmetinden sual olunmaz” özelliği gölgelenmektedir. Böylece, geleneksel dindarın anlam evreninde bireysel ve toplumsal hayatın meşruiyetini sağlayan dinin,bu bütünsel hakikat olma anlamındaki yüceliği de gittikçe zedelenmektedir. Normalde gerçek bir din eğitimi almış insan için anlaşılır olan bu yaklaşım, geleneksel bir dindar için yaralayıcı olmaktadır.13 Az çok bir bilgi sahibi olmakla birlikte konulara hakim olmayan, dini zihniyeti tam oluşmamış özellikle gençler için ise tam anlamıyla kafa karıştırıcı bir etki meydana getirmektedir. Bu bakımdan, din alanında yetişmiş uzmanların öncelikle kendi alanlarında tartışıp uzlaşmaları gereken meseleleri halkın huzuruna taşımaktan uzak durmaları, hem kendilerinin ve temsil ettikleri dini kurum ya da kuruluşun saygınlığını korumaları, hem de samimi bir dini yöneliş içerisindeki kişilerin dini/manevi, ruhsal sağlıkları açısından büyük önem arz etmektedir. Ayrıca, dinî değerlere olumsuz bakan, iyi niyetten uzak kimseler için de bir tür gerekçe oluşturmaya fırsat verilmemiş olur.

Radyo ve televizyonlarda yapılan dinî programlar çoğu zaman cansız, sıkıcı, tek biçim, dolayısıyla fazla ilgi uyandırmayan bir özellik göstermektedir. Daha çok tek başına ya da iki kişinin karşılıklı konuşması tarzındaki sunumların, günümüz bilgisayar teknolojisinin sağladığı imkanlarla ilgi çekici, değişik biçimlerde denenmesi sağlanabilir.Söz konusu teknoloji ile her tür görüntüyü oluşturma ve yayınlama imkânı bulunmaktadır. Arka fonda konuyla ilgili,dini ve kutsal sembollerin görüntülerine, sesli ifadelerin aynı zamanda yazılı karşılıklarına yer verilmesi ya da, verilmek istenen mesajın temsili veya gerçek bir olayın tabii akışı içerisinde sunulması, daha dikkat çekici ve dolayısıyla iletişimin etkisini artırıcı olacaktır.

Din hizmetleri toplumumuzda cami duvarlarının dışına pek çıkamamaktadır. Toplumsal kurumlar ve organizasyonlar, ya da kültürel olayların içerisinde dinin varlığını hissetme imkânı yok gibidir.Bu durum da genel olarak içselleştirilmiş olup, toplumun çeşitli kesimlerine açılma yönünde ciddi bir gayret göze çarpmamaktadır. O kadar ki, elimizin altındaki imkanları bile yerli yerince kullanma, fırsatları en geniş şekilde değerlendirme düşüncesinden uzakta durulmaktadır. Bu tespitimizle ilgili en çarpıcı örnek, her yıl yenilenen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleridir. Şahsen pek çok defa görev yaptığım bu programlarda karşılaştığımız manzara şudur: Bir panel ya da konferansı dinlemek üzere gelen dinleyicinin tamamına yakını cami cemaatinden oluşmaktadır. Yörenin okumuş yazmış, etkili ve yetkili kesimine ulaşılamamakta ya da bir şekilde orada hazır bulunmaları sağlanamamaktadır. Oysa ki,camiye gelemese de dine ilgi duyan, dini konularda aydınlanma isteğine sahip her yörede çok sayıda insanın varlığı bir gerçektir ve bu programlar bu insanlara ulaşmak için çok önemli bir fırsat oluşturmaktadır. Bilimsel tarz ve üslûba alışık olan İlâhiyat hocalarının bir çoğunun konuşmasından halkın çok fazla yararlanamadığı için şikâyetçi olduğu bir gerçektir. Ancak, hutbe ya da vaaz türü bir konuşmaya alışmış olan halkın beklentilerine tam olarak cevap veremediği,kendini anlayacak ve yararlanacak bir dinleyici kitlesi ile buluşamadığı için hocalar da çoğunlukla sıkıntı duymakta ve tatminsiz kalmaktadır.

Ülkemize dünyanın her yerinden, her sene çok sayıda yabancı turist gelmektedir. Bunların önemli bir bölümü tarihi ve sanat değeri büyük olan câmilerimizi de ziyâret etmektedir. Bu durumun, dinimizi yabancılara tanıtmak ve anlatmak için çok önemli bir fırsat ve imkan oluşturduğunu belirtmek gerekir. Ancak, bunların başında bulunan rehberler çoğunluğu itibariyle İslâmi bilgi kültür ve değerlerden fazla haberdar olmayan ya da herhangi bir dini hassasiyet taşımayan profesyonel kimselerdir. Gezdiği caminin yanı sıra, İslâm Dininin inanç ve ibâdet esasları, tarihi ve kültürel değerleri hakkında ilk elden bilgi almak isteyenler için herhangi bir hizmet tarzı düşünülmüş değildir. Cami görevlilerimiz ise genelde yabancı bir dili kullanma formasyonuna sahip bulunmadıkları gibi, gelen yabancılarla iletişim kurma konusunda da hazırlıklı ve istekli değildir. Bu durumda önerilebilecek olan şudur: Sözü edilen özellikteki camilere görevlendirilen kimselerin yabancı bir dili çok iyi konuşması şartına bağlı olarak seçilmesi ya da hizmet içi eğitim çalışmaları çerçevesinde bunlara yabancı dil öğreniminin zorunlu tutulması. Aynı şekilde yurt dışına görevlendirilen elemanların çoğunun da o ülkede konuşulan dili yeterince konuşamadığı, değişik kesimlerle iletişime giremediği, İslâm Dinini tanıtıcı ve tebliğ edici organizasyon ve etkinliklerde yer alamadığı bilinen bir gerçektir. Bu konuda doktorasını yurt dışında yapmış, bir yabancı dili iyi kullanan o ülke kültürünü tanıyan elemanların bulunup görevlendirilmesi, bu çerçevede İlâhiyat Fakülteleri ile işbirliği ve yardımlaşmaya gidilmesinin doğru olacağını ifade etmek gerekir.

Yurt dışında ya da içinde din değiştirerek Müslümanlığı seçen çok sayıda insanın varlığını biliyoruz. Ancak bu insanların daha sonra hayatlarım nasıl sürdükleri, ne gibi dinî, sosyal, ekonomik sorunlarla karşılaştıkları ve bunları aşmada onlara ne gibi hizmetler üretildiği ve götürüldüğü konusunda bir bilgiye sahip değiliz. Genellikle bu insanlar kendi kaderlerine terk edilmekte, ya belli cemaatlerin çatısı içerisinde yeni dini kimliğini oluşturucu bir yol aramakta ya da Müslümanlığını saklı tutarak, ya da en alt düzeyde yaşayarak eski sosyal çevresinde hayatını sürdürmeye çalışmaktadırlar. İhtidâ sonrası destekleyici din hizmeti, bildiğimiz kadarıyla henüz düşünülmüş ya da planlı bir organizasyonla uygulamaya konulmuş bir çalışma alanı değildir. Osmanlı Döneminde, bu yöndeki hizmetler ve bunların finansmanı için kurulmuş vakıflar bulunuyordu. Günümüzde de, Diyanet Vakfı’nın imkanlarından bu hizmetler için bir fon ayrılması ve bu yeni Müslümanların ister kendi ülkelerinde isterse yerleştikleri ülkemizde, din kardeşleriyle uyum ve bütünleşmelerinin sağlanması yönünde çaba gösterilmesi gerekir.

Sonuç

Günümüzde dini mesajı geniş insan kitlelerine ulaştırmak için çok büyük imkanlar oluşmuştur. Fakat, din hizmetlerinde etkili iletişim tekniklerini kullanma ve dinin güncel sunumu noktasında, henüz önemli bir mesafe kaydedildiğini söylemek zordur. Dinin anlatım ve öğretiminde birçok eksiklerin yaşandığı, çeşitli sorunlarla karşı karşıya kalındığı bir gerçektir. Din hizmetlerinin etkili ve verimli hale getirilmesi için, günümüz şartlarında yeniden ele almıp üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekir. Bir yanda dinî bilgi ve söylem geliştirilip zenginleştirilirken, diğer yanda bunların insanlara ulaştırılması ve etkili kılınmasının yollarının araştırılmasına ihtiyaç vardır. Bu yolda, İslâmi ilimler alanında yapılan araştırmaların, insan ve toplum bilimlerinde yapılan çalışmalarla bütünleştirilmesi önemli sonuçlara ulaşabilmek için başlangıç noktası oluşturmaktadır.

*Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi ilahiyat Fakültesi

1 Abraham A. Moles, Kültürün Toplumsal Dinamiği (çev. Nuri Bilgin), Ege Üniv., Edebiyat Fak. yay., İzmir 1983, s. 41,78; Mustafa Köylü “Dini iletişimde Hedef Kitle Sorunu”, Değerler Eğitimi Dergisi, 2003, Sayı:l, s. 113.

2 Bkz. Mehmet Kamil Coşkun “Türkiye’de Cami Cemaatinin Kur’ân Anlayışı“Bir Alan Araştırması- İslâmiyat, 2001, e. 4, Sayı 1, s.89-104; Veysel Demir, Din Görevlilerinin Fonksiyonları ve Sosyo-Kiiltürel Tesirleri Üzerine Bir Araştırma (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi) Uludağ Üniv. Sos. Bil. Enst., Bursa 1991.

3 Bkz. Mehmet Aydın, “Avrupa Birliği, Din ve Diyanet”, İslâmiyat, c. 4, S. 1 (2001), s. 17-18.

4 Bkz. Mustafa Arslan, Türk Popüler Dindarlığı, Dem Yay., İstanbul 2004.

5 Bkz. M. Arslan, “Din Görevlilerinin Tutumlarında Halk İnançları Unsurları", Uygulamalı Bir Araştırma. (Sonuçlar için bkz. M. Arslan, “Diyanet Hizmetlerinde Görev Alacak Elemanların Yetiştirilmesi İçin Hazırlanacak Programın Hizmet Alacak Hedef Kitleye Göre Yapılandırılmasının Önemi”, S. D.Ü.İlahiyat Fakültesi, Türkiye’de Yüksek Din Eğitiminin Sorunları,Yeniden Yapılanması’ve Geleceği Sempozyumu, İsparta 2004, s. 292).

6 Bkz. Mustafa Köylü, Yetişkin Din Eğitiminin Temelleri, Etüt Yay., Samsun 2000, s. 245; M. Âkif Kılavuz, Yaşlanma Dönemi Din Eğitimi, Arasta Yay., Bursa 2003, s. 87, 18-129.

7 Bu progamlara katılanlann toplası " ’7 de 18993 iken, bu sayı 2000 yılında 8691, 2001 de ise

1943’e kadar düşmüştür. Bkz. TC. . Diyanet İşleri Başkanlığı, 1997 İstatistikleri, Ankara 1998,

s. 111 ; 2000 İstatistikleri, Ankara 21- ’001 İstatistikleri, Ankara 2002, s. 123.

8 M. Kâmil Coşkun, a.g.m., Islâmiyât, c. s, s., ... 90. 98

9 Bunlardan bazı somut örnekler için bkz. Ahmet Onay, “İlahiyat Fakültesi Mezunlarının Cami Eksenli Din Hizmetlerinde Karşılaştıkları Sorunlar ve Bu Alandaki Formasyon İhtiyaçları”, Türkiye’de Yüksek Din Eğitiminin Sorunları, Yeniden Yapılanması ve Geleceği Sempozyumu, İsparta 2004, s. 409-423.

10 Hüseyin Yılmaz, “Türk Müslümanlığı, Dindarlık ve Modernlik”, İslâmiyât, 2002, c. 5, S, 4, s. 61.

11 Bkz. M. Emin Ay, Din Eğitim ve Öğretiminde Mükâfat ve Ceza, Bursa 1993, s. 108-118; 119-158.

12 Peter L. Berger, Dinin Sosyal Gerçekliği (çev. Ali Coşkun), İnsan Yay., İstanbul 1993, s. 210.

13 Yılmaz, a.g.m., Islâmiyât, c. 5, S. 4, s. 65