Makale

KUR’AN EKSENİNDE DİN GÖREVLİSİNİN DİKKATE ALMASI GEREKEN HUSUSLAR

KUR’AN EKSENİNDE DİN GÖREVLİSİNİN DİKKATE ALMASI GEREKEN HUSUSLAR1

Mustafa ÜNVER*

Özet:

Meşru zeminlerini Kur’an’ın, “inananlar topluluğu içinden bir grubun hayra çağırması, iyiliği anlatması, kötülükten sakındırması” gerektiğini belirten âyetinde bulan din görevlilerinin, çok mukaddes bir hizmet icrâ ettikleri ve bir anlamda Hz. Peygamberle aynı görevi üstlendikleri şüphesizdir.

Kâinattaki en değerli varlık olan insanı hedef kitle olarak belirleyen önemli mesleklerin arasında, hatta başında din görevliliği gelmektedir. Çünkü diğer bütün meslekler insanın dünyadaki mutluluğunu gerçekleştirmeye azmetmişken, peygamber mesleği de diyebileceğimiz söz konusu meslek, insanın hem dünyada hem âhirette mutluluğunu gerçekleştirme azmindedir.

Bu makalenin amacı, böylesi önemli bir görevi yerine getiren din görevlilerinin, sahip olmaları gereken vasıfları Kur’an ekseninde belirlemeye çalışmaktır.

Anahtar Kelimeler: Kur’an, Din Görevlisi, Vaaz

Abstract:

Some Matters to be Paid Attention by the Religious Officials in the Qur’anic Axis

There is no doubt that religious officials fulfill a holy duty whose legitimacy is based on this Qur’anic verse imposing the necessity of a group among the believers in order to invite to the goodness, preach for it and dissuade from the wrong. By these actions, they, in one sense, take on the holy Prophet’s duty.

The duty of religious official comes on top of the posts aiming to the human being as the most precious being of the universe because this duty, which is called also as a prophet’s duty, aims to happiness of the human being both in the world and hereafter while the other duties aim to his happiness only in the world.

This article tries to explain, in the Qur’anic axis, the necessary characters to be obtain for a religious official fulfilling this kind of duty.

Key Words: Qur’an, Religious Official, Preach

GİRİŞ

Fıtratına iyilik ve kötülük mayasının birlikte konularak yaratılan insanın2 dünya üzerindeki serüveninde eğitim ve öğretimin çok önemli bir yer tuttuğu; sağlıklı bir sosyal yaşantının temelinde sağlıklı bir eğitim ve öğretimin yer aldığı herkesçe bilinmektedir. Çünkü eğitim ve öğretim sayesinde insan, mayasında hazır olarak bulduğu iyilik ve kötülük damarlarını aktif ya da pasif hale gelebilmekte; yeryüzünde halife oluşunun doğal uzantısı olarak mutlaka kullanmak zorunda olduğu tercihini gerçekleştirebilmektedir.

Önde gelen sosyolog ve eğitimcilerin oıtaya koydukları tanımlar göz önüne alındığında, eğitim ve öğretim sürecinin şu iki konuda önemli katkılar sağladığı görülmektedir: 1 .Sahip olunan kültür birikimini gelen kuşaklara aktarmak suretiyle toplumda devamlılığın sağlanması. 2.Toplumu meydana getiren bireylerin ruh ve beden kabiliyetlerini aktif hale getirerek olumlu yönde geliştirmek, onları yararlı bilgi ve becerilerle donatmak, böylece ruh ve beden sağlığına sahip, olaylar ve olgular karşısında geliştireceği tutum ve davranışlarında tutarlı ve bilinçli fertler haline getirmek.4

Tarih boyunca peygamberlerin ve beraberlerinde kitapların gönderilmesi, insanın gerçekleştirmek zorunda olduğu tercih görevinde ona yardımcı olmak, eğitim ve öğretiminde yalnız bırakmamak, kısacası ona rehberlik etmek maksadına matuftur. Zaten Kur’an’m önemli temel kavramları arasında yer aldığı kuşkusuz olan “hidâyet” kelimesinin, “yumuşaklıkla yol göstermek, rehberlik etmek”5 anlamına gelmesi de oldukça mânidardır. Aynı şekilde “dinde zorlama yoktur”6 mealindeki Kur’an emri de, dini kabulde insanın özgür iradesinin yok edilmemesi, zorlama gibi etkilerin kullanılmaması gerektiğini vurgular.

Bu itibarla, meşru zeminlerini, Kur’an’m, inananlar topluluğu içinden bir grubun hayra çağırması, iyiliği anlatması, kötülükten sakındırması gerektiğini belirten âyetinde7 bulan din görevlilerinin, çok mukaddes bir hizmet icra ettikleri ve bir anlamda Hz. Peygamberle aynı görevi üstlendikleri şüphesizdir.

Görevin kutsal, mânevî mükâfatının ölçülemez oluşu ve peygamberle aynı görevi yüklenmesi gibi unsurlar yanında, malzemesinin bizzat eşref-i mahlûkât olan insan olması, bu misyonun önemini yeterli şekilde ifade etmektedir. Bilindiği gibi mesleklerin değeri, üzerinde çalıştıkları kaynak ve hedef varlıkla belirlenir. Temel İslâmî İlimlerin zirve noktasında Kur’an ve tefsirin bulunması da, Allah kelâmının diğer bütün kelâmlara üstün olmasıyla alâkalıdır. Hatta bir hadisinde Hz. Peygamber’in “Allah kelâmının diğer kelâmlara üstünlüğü;

Allah’ın, yarattıklarına karşı üstünlüğü gibidir”8 ifadesini kullanması da uğraşların değerinin, ne üzerine yoğunlaştıklarıyla belirleneceğini çarpıcı bir şekilde göstermektedir.

Kâinattaki en değerli varlık olan insanı9 hedef kitle olarak belirleyen önemli mesleklerin arasında, hatta başında din görevliliği gelmektedir. Çünkü diğer bütün meslekler insanın dünyadaki mutluluğunu gerçekleştirmeye azmetmişken, peygamber mesleği de diyebileceğimiz söz konusu meslek, insanın hem dünyada hem âhirette mutluluğunu gerçekleştirme azmindedir.

Binaenaleyh bu makalenin amacı, böylesi önemli bir görevi yerine getirmek üzere seçilmiş/seçilecek olan din görevlilerinin, sahip olmaları gereken vasıfları Kur’an ekseninde belirlemeye çalışmaktır. Bu yönüyle elinizdeki çalışmanın hedefi, birisi din görevlisinin formasyonu, taşıması gereken vasıfları, kişisel özellikleri; diğeri de, görevini yerine getirirken kullanması/izlemesi gereken yöntem olmak üzere iki temel konuya yoğunlaşmak olacaktır.

I. DİN GÖREVLİSİNİN TAŞIMASI GEREKEN NİTELİKLER

Her görev için bir takım özel niteliklerin aranması son derece doğaldır ve zorunludur. Bir Arap atasözünün de belirttiği gibi, “büyük işler, adamına verilmelidir”.10 Aynı özdeyişi Mevlâna ise “bağcı da kütük gibi olmalı” sözüyle renklendirir. Nitekim bu başlık altında biz, bir din görevlisinin şahsında bulundurması gereken nitelikleri, Kur’an ışığında, incelemeye ve açıklamaya çalışacağız:11

1. Samimi Mü’min Olmak: Her şeyden önce bir din görevlisinin, temsil ettiği tslâm dinine gönül vermiş olması gerekir. Gönül vermediği halde, sırf bir iş sahibi olunmak için yapılan bu görev, din ve toplum adına büyük zararlar doğuracaktır.

Kanatta görünen ve görünmeyen bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah Teala’ya inanmak, her yaratığın temel gayesidir ve akla, hayale gelebilecek başka tüm diğer gayelerden daha önemlidir. Önem piramidinin tam tepesinde yer alan bu **(………?………insanlar ve cinler dışındaki varlıkların fıtratlarında zorunlu olarak var. (……?……) İnsanlar ve cinlerde ise inanma, zorunlu değil, seçime dayalıdır. Deyiş(……?…… )fıtratında Allah’a iman zorunlu olarak bulunan varlıklar, bu sayede, imtihana; tabi tutulmazlar. Çünkü onlar, söz konusu temel gayeye aykırı hareket etme özgürlüğiine/irâdesine sahip değildirler. Kur’an’da bildirilen; her şeyin Allah’ı teşbih ettiği12 tesbitini bahsettiğimiz doğrultuda anlamak durumundayız. Zira bu varlıklar, her an Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket ederler ve bu sayede kâinatın işleyişinde bir aksama, bir problem görülmez. Şâyet bu varlıklar da insanlar gibi özgür kılınmış olsaydı, kâinat dengesi çoktan bozulur, düzen yok olur giderdi.

Şu halde insanoğlunun bu dünyada yaşıyorken ulaşması gereken hedeflerin başında yaratıcısını bulmak, gönülden O’na inanmak ve O’nu sevmek, O’nun emir ve yasaklarına saygılı olmak gelir. Bu gerçeğe bağlı olarak, imanın olmaması durumunda geri kalan her şey önemini yitirecek; yapılan iyilikler âhirette karşılıksız çıkacaktır. Kur’an’ın deyişiyle “hiç mü’min, fâsık gibi olur mu, elbette bir olmazlar”13

Bu söylenen durumlar tüm insanlar için geçerliyken, İslâm dinini bir anlamda temsil etme durumunda olan din görevlilerinin, her şeyden önemlisi ihlâslı birer mü’min olmaları gerektiği muhakkaktır. Gözleri hiç görmeyen birinden, renkleri ve çiçekleri anlatması beklenemeyeceği gibi; karanlıklar içinde olan birinden de ışığı ve nuru anlatması ve ışığa çağırması beklenemez.

İman etmenin anlam ve hikmetini kavramış ve gönlüne tam olarak yerleştirmiş olan din görevlisi kuracağı iletişimde de önceliği bu konuya vermelidir. Kuşkusuz bir din görevlisinin çoğu zaman iletişim kuracağı topluluk Allah’a inanmış olacaktır, ancak imanın diri tutulması adma yine de bu konuya zaman zaman vurgu yapılması yararlı olacaktır.

Çünkü Allah Teâlâ’nın varlığına, birliğine, sınırsız güç, kuvvet ve ilmine inanmak, O’nun emir ve yasaklarına uygun bir hayat yaşamanın da temelidir. Davetin öncelikle iman vurgusundan başlaması bu açıdan da oldukça önemlidir. Ancak sağlıklı bir inancın ardından, kötü düşünce ve davranışlardan kurtulmak düşünülebilir. Mekke döneminin ilk yıllarında putların yıkılmadığı, onlara el bile sürülmediği, hatta putlara kötü sözlerin bile söylenmesinin yasaklandığı gerçeği üzerinde yoğun bir şekilde durup düşünmek gerekmektedir.14 Çünkü putçuluk ve puta tapma gönüllerden silinmeden ve beyinlerde yıkılmadan, fizik anlamda kırılmalarının hiçbir etki ve tesiri olamaz. Önemli olan, putperestliğin kalplerde ve beyinlerde mahkum edilmesini sağlamaktır.

Aynı şekilde içkinin Medine’ye hicretin 3. senesinde, yani ancak İslâmm gelişinden yaklaşık 16 yıl sonra haram kılınması da, üzerinde ciddiyetle düşünülmeyi ve temeline davete esastan başlama yönteminin konulmasını gerektiren başka bir detaydır. Çünkü dinin sahibi olan Yüce Allah iyi bilmektedir ki insanların köklü olarak olumlu düşünce ve davranış geliştirebilmeleri, her şeyden önce kalplerinde ve akıllarında gereğine dair inanç beslemelerine bağlıdır. İnancın yüceliğini, gönlünde duyan bir kimsenin düşünce ve davranışlarını değiştirmemesi düşünülemez.

Benzer şekilde Peygamber Efendimiz de yabancı devlet adamlarına gönderdiği davetiye mektuplarında, İslâmi emir ve yasaklardan değil, kelimeyi şehâdeti kabul etmekten söz etmiştir. Esasında sadece Peygamberimiz değil, tüm peygamberler davetlerine sadece ve sadece Allah’ı kabul etme teklifiyle başlamışlardır.15

2. İslâm Dinini İyi Bilmek: Bir önceki maddeyle de ilgi kurulabilecek olan bu nitelik, din görevlisinin dinini çok iyi bilmesi, var olan bilgisini sürekli artırması, kendini devamlı surette yenilemesi gerektiği anlamına gelmektedir. İlmin faziletini ortaya koyan o kadar çok delil vardır ki, bunları zikretmek bu çalışmanın sınırları içinde mümkün değildir. Fakat bir din görevlisinin; bu görev sayesinde, Allah’ın lütfuna mazhar olmuş biri olduğunu, bu yüzden de ilim yolunda bulunduğunu16; bilenlerle bilmeyenlerin asla bir olmadığını17; kulları içinde Allah’tan en çok âlimlerin ürperdiğini, saygı duyduğunu18; ilim sahiplerinin yüksek derecelerle ödüllendirileceğini19; Allah’ın mesajlarını en iyi âlimlerin anlayabileceğini20; âlimlerin peygamberlerin vârisleri olduklarını21; göklerde ve yerde bulunan bütün varlıkların âlimlere duacı olduklarını22; bir kabilenin ölümünün bir alimin ölümüne tercih edildiğini23; ilmin maldan daha hayırlı olduğunu, çünkü malın sahibi tarafından korunması gerekirken, ilmin sahibini koruduğunu, ilmin dağıttıkça arttığını, oysa malın harcadıkça azaldığını24; insanlar ölümlü olduğu halde ilimleri sayesinde âlimlerin yaşadıklarını25; ilimle meşgul olmanın bütün geceyi nafile ibadetle geçirmekten daha üstün olduğunu26 hiç unutmaması gerekir.27

Öncelikle din dili olan Arapçayı bilmesi, dinini, temel kaynaklarından okuyup anlaması ve aktarması, temelde bir din görevlisinde bulunması gereken bir niteliktir. Arapçaya ek olarak, bir de batı dili bilinmesi gerekir. Çünkü küreselleşme yaşayan çağımızda dil bilmenin ne kadar anlamlı ve önemli olduğu, özellikle de Avrupa Birliğine girmeye hazırlanan ülkemiz adına bu niteliğin neler ifade ettiği düşünülmelidir.

Kur’an’ı kurallarına uygun olarak doğru kıraat etmesi, muhtevâsından haberdar olması, herhangi bir konuyla ilgili âyeti nasıl bulacağını bilmesi gibi bir meleke de din görevlisinde aranmalıdır. Çünkü temel kitabı hakkında bilgisi olmayan, onun hangi konulardan nerelerde bahsettiğini bilmeyen bir din görevlisinden görevini lâyıkıyla yapması beklenemez. Elbette bu niteliğin din görevlisinde oluşması için, onun Kur’an’la ve tefsirleriyle düzenli ve devamlı sûrette ilişki içinde olması gerekir.

Din görevlisinin sahip olması gereken bir bilgi alanı da, Hz. Peygamberin hayatı olmalıdır. Zira Kur’an’ın en büyük müfessiri olan Peygamberimizin hayatını bilmek, hem Kur’an’ın sağlıklı olarak anlaşılmasını, hem davet ve irşad görevinin en iyi şekilde ifa edilmesini sağlayacak ve hem de mükemmel bir ahlak hayatının nasıl olması gerektiğini gösterecektir. Yine bu kapsamda olmak üzere siyer kitapları yanında Peygamberimize ait olan hadisler de, örneğin Riyâdüs’s-Sâlihîn gibi, güvenilir bir kaynaktan okunup incelenmelidir.

îslâmm inanç esaslarını kavrama bilgisini, ibadetlerin kurallarına uygun olarak yerine getirilmesini sağlayan ilmihal bilgilerine katmak mümkündür ve bu konu, din görevlisinin yine ciddiyetle üzerinde durması gereken bir alandır. Ayrıca bu alana en güzel ahlak kaynağı olan dinimizin, üstün ahlak ilkelerini incelemeyi de dahil etmek gerekmektedir.“28

3. Dürüst Olmak: Doğru, dürüst ve güvenilir olmak, her insan için sahip olunması gereken bir vasıftır, insan olmanın asgari vasfıdır, en büyük zenginliktir. Nitekim konuştuğunda yalan söylemek, aldatmak, hile yapmak, tuzak kurmak, sözünde durmamak gibi kötü nitelikler, her insanın yüzünü kızartacak suçlardır. Bu yüzden özellikle de bir din görevlisinde bu tür yanlışlıkların bulunması asla kabul edilemez.

Çünkü İslâm dininin müntesiplerine kazandırması gereken en temel vasıf, dürüstlük ve güvenilir olmaktır. Nitekim Peygamberimizin, peygamber olmadan önce de Mekkeli müşriklerce “Muhammedü’l-Emîn” olarak tanındığı, yine Mekke döneminin son yıllarında, Müslümanlarla müşrikler arasında düşmanlıklar ve sıcak çatışmalar şiddetli boyutlara sıçramışken bile müşriklerin hâlâ emanetlerini ona bıraktıkları herkesin malumu olan tarihi vâkıalardır.

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol, seninle beraber tevbe edenler de dosdoğru olsunlar. Azgınlık yapmayın.”29 diyen Kur’an’a birinci dereceden muhatap olan Müslümanların en temel vasfı, doğruluk ve dürüstlüktür. Bu kapsamda “hayvan yularından tutulur, insan sözünden” özdeyişini hatırlayarak, yerine getiremeyeceğimiz hiçbir söz vermemeli, söz verdiğimizde de mutlaka tutmalıyız. Peygamber vârisi olan din görevlileri de bu vasıflarıyla önplana çıkmalı, güven telkin etmeli, insanların hiç çekinmeden mallarını ve namuslarını emanet edebilecekleri sadâkat ve emânete ehil insanlar olmalıdırlar.

4. Sabırlı Olmak: Lügatta sabır, “hapsetmek, tutmak” 30 demektir ve üstün nitelikli bir kişilik özelliğidir. İtidali muhafaza etmek, tahammüllü olmak, dayanmak, kolayca vazgeçmemek, ayartıcılar karşısında hemen gevşememek, öfkeye kolayca kapılarak şiddete başvurmamak; hep büyük peygamberlerin ve başarılı insanların hasleti olmuştur.31 Hatta bu vasıf, cahiliye dönemindeki çöl şartlarında da daima çok seçkin bir fazilet olarak kabul edilmiştir.32

Sabrı sadece başa gelen musibet ve felaketlere karşı dayanıklı ve metin olmak şeklinde daraltmak doğru değildir. Sözgelimi, ibadet ve iyi işlere devam etme, takva ile haramlardan uzak durma, davet esnasında muhatapların ilgisizliğine ya da sert tepkilerine karşı kontrolü elinde tutmaya devam etme gibi hususlarda da sabırlı olma niteliği düşünülmelidir. Kısaca hayatın her alanında sabırlı olmayı öğrenmek, özellikle de her yaş, kültür ve gelir düzeyinden insanlara hitap etme durumunda olan din görevlilerinin başarması gereken bir vasıftır. Unutulmamalıdır ki, sabır bir defalık üstesinden gelinerek bir kenara konulan bir haslet değildir. Aksine hayatın her kesitinde sabırlı olup olmadığımız sınanmaktadır. Bu yüzden her an ve her duruma karşı kararlı durabilmek, kontrolü elinde tutabilmek, büyük insanların şânıdır.

Sabrı bir haslet olarak geliştirmek için çeşitli araçlardan yararlanmak mümkündür ve bunların başında da dua etmek, Allah’a yönelerek O’ndan yardım istemek gelmektedir. Gerçekten de sınama altında olduğumuz bir anda karşımızdakine hemen haddini bildirmek yerine, Rabbimize yönelerek bize sabır ihsan etmesini dilemek son derece etkili olacaktır. Sözgelimi müşriklerin Peygamberimizin davetine gösterdikleri ilgisizlik ya da kaba tepki, kendisini çok üzüyor, Kur’an’ın deyişiyle “göğsü daralıyor”, ama Rabbi ona duayla, hamd ve teşbihle dayanıklı ve kararlı durması gerektiğini öğretiyordu.33 Yine böylesi bir ortamda Allah Teâlâ, elçisine, davet sürecinde karşılaştığı sıkıntılardan dolayı üzüldüğünü bildiğini, ama esasında inançsızların bu kaba aymazlıklarının hakkı inkar etmelerinden kaynaklandığını, o yüzden daha önceki peygamberler nasıl karşılaştıkları eziyetlere sabretmişler ve sonuçta ilahi yardım ve zafere erişmişlerse kendisinin de sabırlı olması gerektiği öğüdünü verir.34

Ayrıca yine sabrın gerektiği bir durumda mekan değiştirmek, biraz gezinmek, abdest almak gibi seçeneklerin de faydalı olması mümkündür. Unutulmamalıdır ki, “öfkeyle kalkan zararla oturur”, öfkeyle verilmiş kararlar, tepkiler, cevaplar; genellikle olumlu sonuçlar doğurmamış, aksine kin, nefret ve kopuşun kökleşmesine neden olmuştur.

Öyleyse bir din görevlisi de, cemaati içinde bulunması mümkün olan huysuz, sinirli ve kaba kimselere karşı; kontrolü daima elinde tutmalı, öfkelenmemeli, sabırla koruk meyvenin helva olacağını unutmamalı, tahammüllü olmalı; bu yöntemle en zor insanların bile dostluğunu ve sıcaklığını nasıl kazanabildiğini keyifle izlemelidir. Peygamberimizin buyurduğu gibi35 yiğitlik ve pehlivanlığın güreş meydanında değil, öfkesine hakim olup, kontrolü elinde bulundurmakla gerçekleştiği, yaygın deyişiyle ifade edilirse, kontrol altına alınamayan gücün, güç olmadığı unutulmamalıdır.

5. Yumuşak Huylar Edinmek: İslâm’ın güzel ahlak, yumuşak huy olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve “rüzgar eken, fırtına biçer” atasözümüz de hep hatırlanmalıdır. İnsan ilişkilerinde yumuşak ve merhametli olmak; kaba, katı ve sert tabiatlı olmamak hemen her zaman yüksek etkinliğe sahip olmuştur. Bu konuda da ders almamız gereken en yüce şahsiyet Peygamber Efendimizdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, Allah Teâlâ’ya ait esmây-ı hüsnâ içerisinde yer alan “raûf” ismi, beşer arasında sadece Peygamberimiz için kullanılır36 ve bu tercih, onun ne kadar yumuşak huylu oluşunun İlâhî kudret tarafından tescillenmesi anlamına gelmektedir. Uhud savaşında görevlendirilen okçuların ihmalleri yüzünden başta Hz. Hamza olmak üzere yetmiş sahâbînin şehit edilmeleri karşısında bile Peygamberimiz soğukkanlılığını korumuş, görevde ihmal suçu işlemiş okçulara bile sert ve katı davranmamış, onları cezalandırmamıştır. Nitekim bu konuyu Kur’an şöyle dile getirir: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın, şâyet kaba ve katı kalpli olsaydın etrafından dağılır giderlerdi. Onların kusurlarını görmezden gel, bağışlanmalarını dile, yapacağın işlerde onlara danış, karar verince de artık Allah’a tevekkül et (ve azimle kararını uygula). Çünkü Allah kendisine tevekkül edenleri sever.”37

Binaenaleyh, bir din görevlisi de cemaatinin tümüne karşı sevgi ve merhamet hisleri beslemeli, onların kusurları karşısında affedici olmalı, onları kırmaktan, kusurlarını yüzlerine çarpmaktan kaçınmalı, onlar için hakikaten duacı olmalıdır. Zira insan, iyiliği için dua edebildiği birisine düşmanlık hisleri duyamaz ve sonuçta taraflar arasında karşılıklı olarak bir yakınlık doğar.

6. Alçak Gönüllü Olmak: Mütevazı olmak, kendini büyük görmemek, kibirli olmamak, başkalarını kendinden aşağı ve kötü kabul etmemek, her insanın şahsında bulundurması gereken bir vasıftır. Mamafih bu vasfa en çok da bir din görevlisinin sahip olması gerekir. Sosyal psikolojinin de ısrarla vurguladığı gibi, hiçbir insan, kendisine küçümseyerek tepeden bakan kimseden haz etmez ve haz etmediği için de onun davetine kulak tıkar, ondan istifade edemez.38 Çünkü kibirli olan kişi bu haliyle adeta, örtülü olarak muhataplarına, “siz benim tabakamda değilsiniz ve benim dereceme yükselemezsiniz” mesajını vermektedir. Şâyet davetçi başka bir sınıfa aitse, o halde mesajları da başka bir sınıfa aittir, muhatapları ilgilendirmemektedir. İnsanlar, kendileri gibi, kendilerinden olan insanlardan hoşlanırlar, yaşantı, hissiyat ve inanç açısından kendilerinden farklı görmedikleri idarecileri baş üstünde tutarlar, sahiplenirler. Zaten peygamberlerin de hitap ettikleri topluma yabancı olmamalarının, aksine o toplumun içlerinden çıkmış olmalarının arkasında bu incelik bulunmaktadır. Herkes ait olduğu tabakanın dilinden anlar; erişkinin erişkinle, çocuğun da çocukla iletişimi daha kolay gerçekleşir. Öyleyse hakka davet görevini üstlenen bir din kendini hitap ettiği kesimden üstte görmemeli, kibirli tutum ve davranışlar sergilemekten kaçınmalıdır.

Bu konuda yine Kur’an, Peygamberin şahsında hepimize öğütlerin en güzelini verir: “(Allah’ın) rızasını isteyerek sabah akşam Rablerine yalvarıp yakaranlaria beraber bulunmaya gayret et. Dünya hayatını arzu ederek gözlerini sakın onlardan başka tarafa çevirme. Kalbini Bizi anmaktan gafil ettiğimiz, hevasımn peşinden giden ve işi gücü aşırılık olan kimselere itaat etme.”39

Mekke’nin önde gelen kibirli ve zengin müşrikleri, Peygamberimizden çevresindeki fakir ve garip insanları def etmesini istiyorlardı. Allah’ın bu ölçüsüz ve kibir yüklü talebe karşı yukarıda sergilenmesini emrettiği tavrı Müslümanlar her zaman dikkate almalıdırlar.

7. Allah Rızasını Gözetmek: Görevini ibadet düşüncesiyle, Allah rızasıyla yapmak, ortaya konan işlerin kalitesini de beraberinde getirecektir. Allah’ın yarattığı eserlerde hiçbir kusur olmadığına göre, Allah rızası gözetilerek ortaya konan bir işte de kusurun bulunmamasına azami ölçüde dikkat edilmelidir. Çünkü sadece Allah rızasına bedel biçilemez, bunun dışındaki her şeyin az ya da çok bir fiyatı vardır, ve o fiyat karşılığında bir iş söz konusu olmaktadır. Bu itibarla özellikle din görevlilerinin aldıkları maaşların, yaptıkları işin karşılığı, bedeli ve fiyatı olduğunu kesinlikle düşünmemeleri gerekir. Çünkü onların gördükleri hizmetin dünyevî hiçbir bedeli olamaz. Ortaya konan hizmetin bedeli ancak Allah rızası olabilir. Bu yüzden pek çok âyette peygamberlerin dilinden, yapılan hakka davet çalışmalarından dolayı hiçbir ücret istemedikleri, çünkü ücretlerinin Allah’a ait olduğu belirtilmektedir:

“De ki: Sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim Allah’a aittir. O her şeye şahittir.”40

8. Düzgün Bir Diksiyon ve Beden Diline Sahip Olmak: Latince etimolo­jisinde Tanrı sözü ağırlığında doğru, etkili ve açık olan önemli söz demek olan41 diksiyonun; mesleği ve konumu ne olursa olsun her insanın sesini ve dilini yönetip, onları kontrol altında tutabilme, düşüncelerini karşı tarafa en etkili ve en doğru biçimde ifade edebilme anlamına geldiği söylenebilir. Gerçekten de ekranlarda ve perdelerde büyük zevkle, hatta hayranlıkla izlediğimiz karakterlerdeki çekicilikte, sahip oldukları seslerinin payı oldukça büyüktür. Şu halde bir din görevlisi de, en az bir sinema ve tiyatro oyuncusu kadar sesinin zenginliğini ve onu yönetebilme becerisini keşfetmiş olmalıdır. Prof.Dr. Albert Mehribian’m yaptığı bir araştırmanın sonuçları, bu konuda son derece çarpıcı veriler sunmaktadır ve başta din görevlileri olmak üzere, “neyi nasıl yapıyoruz?” konusunda hepimizi düşünmeye çağırmaktadır. Bu araştırmanın sonucuna göre bir iletişimde sözün etkisi sadece % 7 iken; ses tonu, doğru ve güzel konuşmanın etkisi % 38; beden dilinin etkisi ise % 55’tir,42 görüldüğü gibi oranlar inanılmaz boyuttadır. Unutulmamalıdır ki ne söylediğimizden daha çok, nasıl söylediğimiz önemlidir. Çünkü dış görünüş, vücut ve şuurun iletişim anındaki mahiyetini ve gücünü yansıtmaktadır. Şeklimiz, fizyolojik alışkanlıklarımızı ve düşüncelerimizi belirler ve açığa çıkarır. Şu halde yüz, ağız, yanaklar, göz kapakları, çehre, el ve kol hareketleri, esasında zihinde ve iç dünyada olup biteni dışa vuran yansıtıcılardır. Vücudun diğer çizgilerin şekillerini ise, deri altındaki yağlar içinde hareket eden düz kaslar verir ve bu kasların durumu, düşünce ve duygularımızdan beslenerek şekillenir. Bu yönüyle, bütün bedenin özü olan çehrede, bakmasını ve okumasını bilen için o insanın beden ve ruhunun tarifi vardır.43

Görüldüğü gibi dış görünümün iletişime açık bir etkisi bulunmaktadır. Bu durumda yedisinden yetmişine toplumun tüm kesimlerine hitap etme durumunda olan bir din görevlisinin de muhakkak, nasıl konuştuğuna, sesini kontrol altında tutup tutamadığına, iletişim anında jest ve mimiklerinin keyfiyetine, kıyafetinin temiz ve uyum içinde olup olmadığına dikkat etmesi gerekmektedir.

Nitekim Peygamber Efendimizin “ben Arapların en fasih konuşanıyım”44 sözünün; davetle görevlendirilmesi üzerine Hz. Musa’nın “(Rabbim) Kardeşim Harun’un konuşması benden daha güzeldir. Beni desteklemesi ve bana yardımcı olması için onu da görevlendir”45 ve yine “(Rabbim) insanların sözümü anlamaları için dilimin bağını çöz”46 gibi yakarışlarının, mesajın nasıl iletilmesi gerektiği konusunda vurgular içerdiğine dikkat edilmelidir.

Bu yüzden Diyanet İşleri Başkanlığının, din görevlilerinin yetiştirilmesine yönelik olarak düzenlediği hizmetiçi tamamlama programlan içine mutlaka “diksiyon” ve “beden dili” derslerinin konması ve bu derslerin de uzmanları tarafından verilmesinin sağlanması gerekmektedir.

9- Hedef Kitleyi Tanıma: Her tür iletişimde sağlıklı ve başarılı sonuçlar elde edebilmek, tarafların çok iyi tanınması ve anlaşılmasına bağlıdır. Hedef kitlenin tanınması ve anlaşılması için de etkin dinlemeden başka yol yoktur. Unutulmamalıdır ki “konuşmak bir ihtiyaçtır, ama susmak ve dinlemek bir sanattır”. Devamlı olarak biz konuşacağımıza; karşımızdaki insanı da dinlemek, onu anlamaya çalışmak, kendimizi karşımızdakinin yerine koymak diye tanımlanabilecek olan “empati” duygusu geliştirmek, her insanın bir kişilik ödevidir. Çünkü özellikle de günümüzde konuşan, ama muhatabını dinleme ve anlamaya çalışma nezaketini göstermeyen bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar hep konuşuyorlar, hep kendilerini anlatıyorlar, hatta muhatabı konuşurken bile onu dinlemek yerine, sıra kendisine geldiğinde neler anlatacağını kafasında kurmaktadır. Bu kötü tutum; sevgi, saygı ve diğergamlığı yok etmekte ve insanı, insan içinde yalnızlığa mahkum ederek yabancılaştırmaktadır. Çünkü başta çocuklar olmak üzere her insan, karşısındaki insanın kendisini dinleyip dinlemediğini ya da dinliyor gibi görünüp başka şeylerle meşgul olup olmadığını çok iyi fark ederler. Zaten bu durumu, taraflardan biri fark ettiğinde, iletişim hemen sona ermekte, tabir caizse kendi çalıp kendi oynayan bir tiyatro oyunu başlamaktadır.

Bu yüzden en az bir dost, bir anne-baba, bir öğretmen vs. kadar, bir din görevlisi de, görevini ifa ederken, cemaatini dinlemeyi, kendini onların yerine koymayı, empatiyle yaklaşmayı başarmak zorundadır. Çünkü muhatabını tanımayan, derdini, sıkıntısını ve problemini bilmeyen bir din görevlisinin muhatabı üzerinde pozitif etki kurması mümkün değildir.

Hedef kitlenin etkin bir şekilde dinlenmesi yanında, onların demografik, psikolojik ve konuşmacıya yönelik sergiledikleri tutumları gibi yönlerden de tanımak gerekir. Çünkü David Krech’in dediği gibi inanç ve davranışların değiştirilmesinde önce muhatabın inanç yapısının, o inancı besleyen temel faktörlerin, sahip olunan inanç ve tutumların ferdin hangi ihtiyaçlarını karşıladığının iyice bilinmesi gerekir.47

Aynı tutumu Kur’an’m da etkili bir şekilde kullandığını hatırlamamız gerekir. Öncelikle Kur’an’m, hedef kitle olan Arapların dilleriyle, onların rahatlıkla anlayabileceği açıklık-seçiklik ve sadelikte gönderildiğinin, kendi deyişiyle “apaçık bir Arapçayla” geldiğinin altı mutlaka çizilmelidir.48

Ayrjca gerek hitap şekli, gerek muhtevası, gerek deve, örümcek, bal arısı, üzüm ve hurma gibi kullandığı motifleri, gerek mesajlarını iletirken istihdam ettiği kıssa, mesel, yemin, mecaz, benzetme, tekrar gibi edebî sanatları ve gerekse fizik yapısıyla hitap ettiği kesimlerle ortak bir düzlem oluşturan Mekkî ve Medenî sûreler de hesaba katılmalıdır 49

Bu kapsamda Kur’an’ın Ehl-i Kitabın yanlış inanç ve tutumlarından tekrar tekrar söz ederken, sözgelimi neden ineğe veya ateşe tapanlardan bahsetmediği de dikkate alınmalıdır.

Altı çizilen tüm bu unsurlar, Kur’an’m muhatabını tammış ve kendisiyle onlar arasında ortak bir düzlem oluşturmayı murad etmiş olduğunu göstermektedir. Öyleyse bir din görevlisi de hitap ettiği cemaatini yargılamadan ve onlan mahkum etmeden dinleyerek tanımalı, onların düşünce ve tutumlarım doğurup besleyen inançlarını yine yargılamadan ve mahkum etmeden tartışabilmeli, sükûnet ve vakarını kaybetmeden onları ikna etmeye çalışmalıdır. Aksi takdirde, temel sacayakları hakaret etmek, yargılamak ve mahkum etmek olan bir davet çalışması, faydalı olmak şöyle dursun, daha işin başında kopma, uzaklaşma, nefret ve düşmanlıklara neden olacaktır.50

II. DİN GÖREVLİSİNİN İZLEMESİ GEREKEN YOLLAR

Buraya kadar vurgulanan hususlar; formasyon, göreve ehliyet ve liyâkat açısından bir din görevlisinde bulunması gereken nitelikler olarak dikkate alınmalıdır. Çalışmanın bundan sonraki kısmında ise yine Kur’an ekseninde, verilen hizmeti etkili kılacak yollardan söz edilecektir.

Dînî iletişim görevini yürütmekte olan bir din görevlisinin izlemesi gereken yöntem sadedinde, yol işâreti hükmünde olan Nalıl sûresinin 125. âyeti, üzerinde ciddiyetle durulmayı hak etmektedir:

“Sen hikmetle ve güzel öğütle Rabbinin yoluna davet et. Onlarla en güzel şekilde konuş”51

Görüldüğü gibi bu âyet, Allah yoluna davetle meşgul olan bir kimseye, bu görevini, “hikmet” ve “güzel öğüt”le yerine getirmesi emrini vermektedir. Ardından hedef kitleye karşı en güzel yolla mücadele vermesi, ikna etmeye yönelik olarak konuşup tartışması gerektiği, bu yolla, davet edilen kişinin daha önce sahip olduğu batıl inanış ve düşüncelerinden kurtulabileceği, kopabileceği bildirilmektedir. Âyette iki temel unsurun bulunduğuna dikkat edilmelidir: 1-Allah yoluna hikmet ve güzel öğütle çağrı, 2-Daha önce sahip olunan düşünce ve inanışların tartışılarak düzeltilmesi yolunda en güzel yolun tercih edilmesi.

Bu âyetten anlaşıldığı kadarıyla hedef kitlenin salt Allah yoluna çağrılması yeterli değildir. Rabbin yoluna hikmet ve güzel öğütle davet edilen hedef bireyin sahip olduğu düşünce ve kanaatlerin, davet edilen Rabbin yoluyla çelişmemesini sağlamak da gerekir. Başka bir deyişle hedef bireyin inanç ve düşünceleri, çağrılan yola uyumlu hale getirilmeli; pürüzler, yanlış kanaatler tashih edilmelidir. Ne var ki takip edilmesi gereken bu ikinci adımda da her hangi bir yöntem dikte edilmeksizin, en güzel yolun araştırılıp bulunması ve uygulamaya geçirilmesi gerekmektedir.

Kur’an’ın davet sürecinde istihdam ettiği unsurların, hemen her dönem için dikkate alınabileceği açık olmakla beraber, daveti yürüten görevli, muhatabıyla ilişkili gördüğü daha başka unsurları da devreye sokabilir. Nitekim dinimizin hedef kitleye mesajını iletirken aşağıdaki motifleri kullandığı görülmüştür:

1. Bilimsel Gerçeklerle Kur’an Arasında Bağlantı Kurmak: Kur’an-ı Kerim, Allah Teâlâ’nın insanlığa gönderdiği tahrif edilmemiş son ve tek mesajı olarak, sağduyulu bir aklın egemen olduğu deney ve araştırmalar sonucu ulaşılmış bulgularla kesinlikle çelişmeyen bir kitaptır. Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin, gerek iç dünyada, gerekse nesnel dünyada keşfedilen hiçbir gerçek, Kur’an’a zıt olamaz. Kısaca Kur’an’ın taklidi yapılamayan benzersizlik ve eşsizliği diyebileceğimiz i’caz özelliğinin temel vurgularından birisi de, onun ilmin kesin olarak keşfettiği herhangi bir buluşla çelişmemesidir. Zira kendisi okuma ve yazma bilmeyen, okul ve öğretmen nedir haberi olmayan Hz. Peygamber’in getirdiği Kur’an mesajları içinde, sözgelimi her varlığın erkekli-dişili, pozitif-negatif, madde-antimadde vb. olarak çift yaratıldığını haber vermesi, ancak Kur’an mucizesi ile açıklanabilir.52

Esasında Kur’an âyetleriyle nesnel dünyadaki herhangi bir varlık veya yasa arasında çelişki bulunmaması Allah Teâlâ’nın var ve bir olması gerçeğiyle ilgilidir. Çünkü kâinatın da, Kur’an’ın da sahibi Allah’tır. Bir karıncayla, bal yapan bir arının delâlet ettiği mesajla, Kur’an’ın gösterdiği mesaj arasında fark yoktur. Kısaca tüm kâinatta mükemmel bir tevhid vardır.53

Bu itibarla bir din görevlisinin de hem kâinattaki, hem de Kur’an’daki hakikatleri buluşturmasından daha doğal bir şey olamaz. Çünkü Allah Teâlâ’nın Kur’an’da: “biz âyetlerimizi hem dış dünyada, hem de kendi içlerinde (insanlara) göstereceğiz ki, bunların hak olduğu kendilerine ayan beyan belli olsun”54 şeklinde ifade buyurmasından da anlaşılmaktadır ki, gerek nesnel dünyada ve gerekse insanın iç dünyasında keşfedilen tüm gerçekler, O’nun âyetleridir ve hepsi de haktır. Bu doğrultuda Kur’an’da yer alan yasalara tenzîlî âyetler, kâinatta yer alan yasalara da tekvînî âyetler denmesi, son derece sağlıklı ve tutarlı bir tasnifin ifadeleştiri lmesidir.

Bilimsel olarak keşfedilmiş olgularla Kur’an âyetleri arasında bağlantı kurarken bir din görevlisinin şu önemli noktaya dikkat etmesi gerekir: Bilim yapısı gereği, sabit, durağan ve istikrarlı değildir. Sürekli gelişim içinde olan bir olgu olarak bilim, bazı zamanlarda, önceden ulaştığı bir sonucun yanlış ve geçersiz

olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum dikkate alınarak, henüz kesin delillerle ispatlanmamış verilerle Kur’an arasında bağlantı kurmakta acele edilmemesi, teennî ile hareket edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde daha sonra yanlışlığı ortaya çıkacak bir veriyle Kur’an âyetleri arasında bağlantı kurulması durumunda, ilgili yöntemden beklenen fayda ve tesir şöyle dursun, muhatapların zihninde hem Kur’an’a, hem din görevlisine karşı bir güvensizlik oluşabilecektir.

2. Cennet ve Cehennem Motivlerini Kullanmak: Ödüllendirme ve ceza koyma, dozajı iyi ayarlandığında hemen her alanda oldukça etkili olan bir yoldur. Bir öğrencinin, çalışması ve çalışmaması durumunda karşısına çıkacak olan ödül veya ceza, etkili bir motivasyon aracı olabilirken; aynı yöntem, bir fabrika işçisi için de önemlidir. Biraz önce de belirtildiği gibi bu araçların yerli yerinde ve iş/ücret dengesinde kullanılması gerekmektedir.

Elbette aynı tarz, dînî mesajın kavranması ve hayata geçirilmesi alanında da geçerlidir ve bu yüzden muhatapların iyi motive olmalarını sağlamak amacıyla Kur’an tarafından da sıklıkla kullanılmaktadır. Cennet ve cehennem figürleri, başka bir deyişle ümit saçan cemal sıfatları ve endişe doğuran celâl sıfatları, özellikle imanın gerçekleşmesini gözeten Mekke döneminde nâzil Kur’an âyetlerinde yerlerini almıştır.55

Ne var ki, Allah’ın rahmet sıfatlarının tartışılmaz yoğunluğu ile rahmetinin gazabını geride bıraktığı gerçeği56 dikkate alınmalı; mükâfat motivi, azap motivinden daha sık gündeme getirilmelidir. Gerçekten de Allah Teâlâ’mn rahmeti her şeyi kuşatmış57 ve Zâtı Ulûhiyyetine rahmeti yazmış58 olduğu hep hatırlanmalıdır. Davet görevi yapan bir din görevlisinin, şahsını üst bir makama yükselterek cemaatine hitaben üst bir ses tonuyla “cehennemde işte şöyle şöyle yanacaksınız” tarzında ifadeler kullanmasının yarardan çok zarar getireceği unutulmamalıdır.

Allah Teâlâ’nın doksan dokuz güzel ismi (esmây-ı hüsnâ) içinde sadece kahhâr, cebbâr ve müntakim isimleri, cezalandırmayı, başka bir deyişle O’nun celâl yönünü temsil ederken; gafur, muîd, kerîm, berr, vehhâb, rezzâk, vâsi’, raûf, tevvâb, halîm, gaffâr, ınücîb, selâm, vedûd, afüv, rahim, rahman, nâfi’ gibi çok sayıda cemâl ismi yer almaktadır. (%16.6 celal sıfatları; %83.4 cemal sıfatları)

Öyleyse her türlü iletişimde, özellikle de dini tebliğ ve irşad görevinde cezalandırmadan önce bağışlama ve ödüllendirme söz konusu edilmeli, dozajı konusunda da hassas olunmalıdır.

3. Kıssalardan Yararlanmak: Benzer olaylar tecrübe edildiğinde, benzer neticeler alınacağı insanoğlunun reddedemeyeceği kesinlikte bir gerçektir. Daha önce davranışları nedeniyle çeşitli musibetlere uğramış olan insanlarla, aynı davranışları sergilemesi durumunda aynı sonla karşılaşacağında şüphe duymayan bir insan için, geçmiş kavimlere ilişkin hayat hikayeleri her zaman ilgi uyandırıcı ve ibret verici olmuştur.

Kur’an da mesajını ulaştırırken bu yöntemi sık sık kullanmış; hem kötü davranışları yüzünden helak edilmiş, hem de inanç ve iyilikleri sayesinde en güzel ödüllerle taltif edilmiş hayat hikayelerine bol bol yer vermiştir. Bu kıssaların anlatılma sebebi olarak da, iyilerin kalplerini pekiştirmek ve onlara teselli vermek; kötülerin ise tehdit yoluyla korkularını artırmak olduğu ifade edilir. Buna bağlı olarak Kur’an anlattığı kıssada tarih, şahıs ve mekan isimlerinden söz etmez. Zira onun bu kıssaları anlatmadaki temel amacı, tüm peygamberlerin hep aynı mesajı ilettiklerini ortaya koymak, Kur’an’m da bu mesajların son halkası olduğunu göstermek ve tüm bu anlatımlardan ibret alınmasını sağlamaktır.

O halde din görevlileri de benzer yöntemi kullanmak suretiyle iletişimlerini etkin hale getirebilirler. Ancak bu yöntemi kullanan din görevlilerinin dikkat etmeleri gereken çok önemli bir nokta vardır: Anlatılan kıssa, vermek istediği mesajı gölgelememeli; mesajından daha çok senaryosunun önplana çıktığı salt bir hikaye konumuna indirgenmemelidir. Bu talebin çok önemli bir gerekçesi vardır. Çünkü tarihte, insanların kıssalara ilgisini, onların bu hikayeleri dikkatle takip ettiklerini fark eden bazı kötü niyetli kimseler, deyiş yerindeyse bir kıssacılık sektörü oluşturmuş ve sonuçta kürsüler kıssacılara teslim edilmiştir.59 Kitle psikolojisini iyi bilen bu kıssacılar da, sözde vaazlarını daha da çekici hale getirebilmek için hikayelerin detaylarını, isrâiliyat adı verilen geçmiş din ve kültürlere ait sözlü ve yazılı literatürden doldurmuşlar; verilmesi gereken mesaj, süslenip çekici hale getirilmiş senaryonun satır aralarında kaybolmuş, böylece insanların inanma ihtiyaçları bidat ve hurafelerle doldurulmuştur. Sonuçta toplumda görülen birtakım batıl inanç ve tutumların kökenlerine bakıldığında, israiliyat adresiyle karşılaşılmakta, onların bu kaynaktan beslendikleri görülmektedir.

Öyleyse her yöntemde olduğu gibi, kıssa anlatımı yönteminde de dozaj çok iyi ayarlanmalı, verilmesi gereken temel mesajın, süslü detaylar içinde örtülmesine ve kaybolmasına fırsat verilmemelidir.

4. Mesellere Yer Vermek: Asım Efendi’nin, manaya açıklık ve canlılık kazandırmak maksadıyla “bir nesneyi bir nesneye benzetmek”60 şeklinde ıstılâhî anlamını açıkladığı mesel kavramı, etkili iletişimde önemsenen bir tarzdır. Çünkü akla hitap eden soyut manalar, çoğu insanın zihninde karşılık bulmaz. İnsanın duyularına vurgu yapan somut anlatımlar ve temsilî ifadeler genellikle çok etkili olurlar. Örneğin televizyonun radyodan daha etkili olması, sözü edilen gerekçeyle ilgili bir durumdur.61

Kitleler Psikolojisi adlı eserinde de Gustave Le Bon’un dediği gibi, kitleler üzerinde tesir yapmak isteyen hatiplerin onların hislerine hitap etmeleri, şiddetli iddialar, ateşli ifadeler sarfetmesi gerekir. Akıl ve mantık esaslı konuşmaların kitleler üzerinde herhangi bir fiilî tesiri olmaz.62 Le Bon’un görüşünü tüm Kur’an için kabul etmek mümkün görünmemekle beraber, Kur’anda da benzer yöntem sıklıkla kullanılmış, ama bu arada akla ve muhakemeye de hitap edilmiştir.63

Kur’an-ı Kerim, meselleri sık kullanma gerekçesini, açıkça, insanların verilen mesajları tam olarak algılamasını, tefekkür etmesini ve kavramasını sağlamaya bağlamaktadır.64 Örneğin Kur’an-ı Kerim, Allah’tan başkasına bel bağlayan, O’nu değil de başkalarını dost (velî) edinen kimselerin bu davranışlarını, örümceğin yaptığı eve benzetmekle ve evlerin en zayıfının örümcek evi olduğunu vurgulamakla soyut bir mesajı, çok açık ve seçik olarak ortaya koymuş olmaktadır.65

5. İlkeleri Ara Sıra Tekrar Etmek: İletişimde, yerleştirilmesi istenen mesaj, ilke ve fikirlerin zaman zaman tekrar edilmesi oldukça anlamlı ve önemlidir. Bir ton suyun bir mermer kütlesi üzerine bir anda dökülmesi sonucunda hiçbir iz bırakmaması; ama devamlı olarak suyun damla damla mermere isabet etmesiyle onu oyması ve delmesi ancak tekrarın sihirli gücüyle açıklanabilir. Bu tesbiti Gustave Le Bon da “iddianın gerçek bir etki meydana getirmesi için mümkün olduğu kadar aynı kelimelerle tekrar edilmesi gerekir” sözleriyle ifade etmiş ve Napolyon’a ait “biricik ciddi söz sanatı tekrardır” söze yer vermiştir.66

Bu itibarla bir din görevlisi de cemaatinde meydana gelmesini istediği düşünce, tutum ve davranışı belli aralıklarla dile getirmesi, mesajın hem zihinlerde hem de davranışlarda ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

6. Tedricilik Esasını Dikkate Almak: Tutum ve davranış geliştirmek, uzun soluklu bir çabayı gerektirir ve bir anda gerçekleşmesi neredeyse imkansızdır. Kur’an bu ilkeyi çok yerinde ve anlamlı bulmuş, yerleştirmek istediği tüm tutum ve davranışlarda hep bu yönteme bağlı kalmıştır. Allah Teâlâ, Kur’an’ın topluca bir defada inmesini isteyen inançsızlara, tedricilik ilkesiyle cevap vermiş ve Kur’an’ın yirmi üç senelik bir süreç içinde parça parça inmesini Peygamberin ve hedef kitlenin kalbinde iyice yer etmesi gerekçesine bağlamıştır.67

Öyleyse bir din görevlisi de cemaatine yönelik olarak bu prensibi her zaman işletmeli ve beklediği tutum ve davranışların hemen gerçekleşmemesinden dolayı ümitsizliğe kapılmamalı, hatta zamanı gelmemişse o davranışların adını bile etmemelidir. Hz. Aişe’nin şu sözü di görevlilerinin her zaman kulağına küpe olmalıdır:

“...İnsanlar ancak İslâmâ gönülden döndükleri zaman helal ve haram nâzil olmuştur. Şâyet ilk inen âyetler ‘içki içmeyin’ yasağını getirmiş olsaydı, insanlar ‘biz asla içkiyi bırakmayız’ derlerdi. Şâyet ilk inen âyetler ‘zina etmeyin’ yasağını getirmiş olsaydı yine insanlar ‘biz asla zinayı bırakmayız’ derlerdi...”68

7. Kolaylaştırmak, Zorlaştırmamak: Her şeyin yaratıcısı olan Allah Teâlâ, kullarına karşı her zaman kolaylık ve hafifliği murad etmiş, dini zorluk ve sıkıntı vermek için koymamıştır.69 Buna rağmen insanlara zor görünen bazı dînî yükümlülükleri de; hastalıktan kurtulabilmek, sağlığa kavuşabilmek maksadıyla hastaların içmek zorunda kaldığı bazı acı ilaçlara benzetmek gerekmektedir. Ama özü itibariyle İslâm dini kolaylık dinidir, kolaylığı getirmiştir. Öyleyse Peygamberimizin buyurduğu gibi: “kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyici olunuz, nefret ettirmeyiniz”70 hadisi gereğince din görevlisi de daima kolaylaştıran, çözümün bir parçası olan tarafı temsil etmeli; zorluk ve sıkıntı çıkararak sorunun kaynağı olmaktan şiddetle kaçmalıdır. ,

8. Yumuşak ve Güzel Sözler Kullanmak: “Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır” şeklindeki atasözümüz, evrensel değere sahip bir ilkedir. Bırakınız makul tutum ve düşüncelerin tatlı dille ifade edilmesi sonucunda kabul görmesini; tatlı ve yumuşak sözler karşısında batıl düşünce ve tutumlar bile etkin olabilmektedir. Yunus Emre’nin “söz ola kese savaşı/söz ola kestire başı/söz ola ağulu aşı/yağ ile bal ede bir söz” şeklinde söylediği dörtlük, söz konusu yöntemin ne kadar etkin ve belirleyici olduğunu dile getirir.

Daha da önemlisi Allah Teâlâ, insanlara yumuşak söz söylenmesini emretmektedir. Her şeyin sahibi olan Allah, kullarıyla iletişim kurulurken, onlara en güzel ve en tatlı dille hitap edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.71 Çünkü kaba ve katı bir söz, iletişimi daha baştan kapatma riski taşımaktadır.

Öyleyse bir din görevlisi de cemaatine karşı, nazik, kibar ve yumuşak bir dil kullanmalı; kaba, galiz ve incitici bir dil kullanmaktan ısrarla kaçınmalıdır.

9. Uygun Yer ve Zamanı Seçmek: İnsanlarla sağlıklı ve etkili bir iletişim kurabilmenin şartlarından birisi de uygun yeri ve zamanı seçmektir. En makul bir mesaj, kötü bir yer ve zamanda iletiliyorsa, verimsiz olmaya mahkumdur.

Peygamberimizin yakın arkadaşlarından olan ve Kur’an’a vukûfiyeti tartışmasız olan Abdullah b. Mes’ûd, her Perşembe günü insanlara va’z ve nasihat ederdi. Kendilerine her gün konuşmasını ve ders vermesini isteyen insanlara o şöyle demişti:

“...Beni sizin yanınıza her gün gelmekten ve konuşma yapmaktan alıkoyan şey, size usanç veririm endişesini taşımamdır. Çünkü Hz. Peygamber bize bıkkınlık gelmesin diye va’z ve nasihat etmek için günlerden gün kollardı.”72

Bu itibarla din görevlisi de, bulduğu her fırsatta cemaate va’z ve nasihat etmek için acele etmemeli, onları bıktırmamalı, insanların herhangi bir konu üzerinde dikkatlerinin ancak 15-20 dakika süreceğini unutmamalı,73 sohbetini adeta özletmeli, aratmalı; bunun için günlerden gün, vakitlerden vakit kollamalıdır.

SONUÇ

Mesleklerin en değerlisi olan Allah’a ve yoluna davet görevini üstlenen bir din görevlisi, Peygamberle aynı hizmeti yürüten insan demektir. Bu sorumluluğun bilincinde olan bir davetçi, üstlendiği bu ağır görevin üstesinden gelebilmek için birtakım kişisel niteliklere ve özel yöntemlere sahip olması gerektiğinin de bilincinde olmalıdır. Çünkü bir din görevlisinin hitap ettiği hedef kitle; zengin­ fakir, okumuş-okumamış, yaşlı-genç gibi nitelikler başta olmak üzere çok değişken bir yapıya sahiptir. Bu durum onun görevini ifa ederken, örneğin bir öğretmenden çok daha dikkatli bir davranış ve tutum geliştirmesini gerekli kılmaktadır.

İşte bu makale de, Kur’an-ı Kerim’in geniş muhtevası içine serpiştirdiği bir davetçi de bulunması gereken özellikleri ortaya çıkarmaya; davet çalışmasını etkili kılacak yol ve yöntemlere yine Kur’an ışığında işaret etmeye çalışmıştır.

------------------------------

1 Bu çalışma, Ordu/Ünye Müftülüğünün 07.IX.2004 tarihinde din görevlilerine yönelik düzenlediği meslek içi seminer toplantısında sunmuş olduğumuz bildirinin makale formatında geliştirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır.

* Doç. Dr. Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

2 Şems, 91/8.

3 Bkz. Halis Ayhan, Eğitime Giriş, II. Bsk., İst. 1986, Damla Yay., s.14.

4 Bkz. Ayhan, Eğitime Giriş, 14-16.

5 Râgıb el-Isfehânî, el-Miifredâtfi Ganbi’l-Kur’ân, nşr. M. A. Halefullâh, Kahire 1970, 784 vd.

6 Bakara, 2/256.

7 Âl-i İmran, 3/104.

8 “fadlii kelâmillâhi alâ şâiri’l-kelâmi kefadli’llâhi alâ halkıhî" Bııhârî, Fedâilü’I-Kur’ân, 17; Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân, 25; Dârimî FedâilU’l-Kur’ân, 6.

9 îsra, 17/70; Tin, 95/4. ’

10 “Lâ yüd’â li’î-cüllâ illâ ehûhâ”

11 Bu konuyla ilgili olarak bkz. Saka, Şevki, Kur’an’ı Kerim’ın Davet Metodu, Ankara, trz., Seha Yay. s. 46-76 ; Ahmet Önkat, Rasûlullâh ’m İslâm’a Davet Metodu, IV. Bsk., Konya 1987, s. 53-82, 199-256.

12 İsra, 17/44.

13 Secde, 32/18.

14 Bu konuda putlara küfretmeyi yasaklayan şu ayet, oldukça ilginçtir: “(Müşriklerin) Allah’tan başka taptıklarına sövmeyin ki, onlar da sınırı aşıp bilgisizce davranarak Allah’a sövmesinler.” En’am, 6/108.

15 Bkz. Nahl, 16/36; Enbiya, 21/25; A’raf, 7/59.

16 Bkz. Buharı, İlim, 10; Müslim, İmâre, 175; Tirmizî, İlim, 4.

17 Zümer, 39/9.

18 Fatır, 35/28.

19 Mücadele, 58/11.

20 Ankebut, 29/43. .

21 Bkz. Celâieddîn Suyûtî, el-Cümiu’s-Sagîr fi Ehâdîsi’l-Beşin’n-Nezir, V. Bsk., Kahire 1982, Matbaatü Mustafa el-Bâbî, c. 11, s.73.

22 Bkz. Ebu Davud, İlim, 1; Tirmizî, İlim, 19; İbn Mâce, Mukaddime, 17. Ayrıca bkz. Buhari, İlim, 10; Tirmizî, İlim, 3.

23 “Lemevtü kabîletin eyseru «tin mevti âlimin." Taberânî’nin Ebu’d-Derdâ’datı rivayet ettiği bu haber için bkz. Huccetü’l-İslâm İmam Gazâlî. İhyâu Ulûmi’d-Dîn. çev.Ahmet Serdaroğlu, İst. 1974, Bedir Yay., c. 1, s. 18.

24 Hz. Ali’nin Kümeyi b. Riyad’a söylediği bu söz için bkz. Yusuf el-Kardâvî, Hz. Peygamber ve İlim, çev. Dilaver Selvi, İst., 1993, Şule Yay., s. 45.

25 Kardâvî, Hz. Peygamber ve İlim, 44-45.

26 Hz. Peygamber’in Ebu Zer’e söylediği bu söz için bkz. İbn-i Hacer el-Askalânî, Muhtasar et-Tergîb ve’t- Terhîb, thk. Habîbu’r-Rahmân ei-A’zamî, vd., Beyrut 1985, MUessesetü’r-Risâle, s.10.

27 Bkz. Ali İmran, 3/18; Nemi, 27/40. tslamm ilme verdiği önem hakkında ayrıca bkz. Gazâlî, İhyâ, I, 13-41; İbn-i Hacer, Muhtasar et-Tergîb ve’t-Terhîb, 7-11; Kardâvî, Hz. Peygamber ve İlim, 19-57.

28 Örneğin merhum âlim Ömer Nasuhi Bilmeıı’in değerli eseri İslâm İlmihali, bu alanda hassasiyetle mütalaa edilebilir.

29 Hud, 11/112. Ayrıca bkz. Tevbe, 9/119; Ahzab, 33/70; Bakara, 2/44.

30 Râgıb, Müfredât, 404 ; Ebü’l-Bekâ. Eyyfıb b. Mûsâ el-Kefevî, el-Külliyyât, nşr. A. Derviş vd., II. Bsk., Beyrut 1993, Müessesetü’r-Risâle, s. 560.

31 Ahkaf, 46/35.

32 Bkz. Toshihiko İzutsu. Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, çev Selahattin Ayaz, Il.Bsk., İst. 1991, Pınar Yay., s. 146-147.

33 Hicr, 15/97-99.

34 En’ara, 6/33-34.

35 “Leyse’ş-şedîdii bi’s-suraati, inneme’ş-şedîdü ellez! yemlikii nefsehû mde’i-gadab." Bkz. Suyûtî, el- Câtniu’s-Sagîr, 11, 141.

36 Tevbe, 9/128.

görevlisi de

37 Ali İnıran, 3/159.

38 Ayrıca sosyal psikolojide engelleme özelliğine sahip başka frustıasyon kaynaklan için de bkz. David Krech, Richaı’d S. Crutchfıeld, Sosyal Psikoloji Nazariye ve Problemler, çev. Erol Günj’^’ ’«t. 1970, İst. Üniv. Edebiyat Fakültesi Yay., s. 52-55.

39 Kehf, 18/28. Ayrıca bkz. Abese, 80/1-12 ; Furkan, 25/63.

40 Sebe, 34/47. Ayrıca bkz. Şuara, 26/109, 127,145,164, 180; Sa’d, 38/87.

41 Mesela bkz. http://www.m-w.com/cgi-bin/dictionary?book=Dictionary&va=diction (31.01.2005)

42 Ercan Kaşıkçı, Beden Dili, IV. Bsk., İst. 2003, s. 19.

43 Geniş bilgi için mesela bkz. Alexis Cartel, İnsem Denen Meçhul, çev. Ömer Durmaz, İst., 2000, Hayat Yay., s. 66-68.

44 Hz. Peygamber’in “bana cevâmiu’l-kelim verildi” ya da “ben cevâmiu’l-kelim ile gönderildim” şeklindeki sözleri de yine onun dili çok iyi kullandığını ifade etmektedir. Bkz. Buhari, Cihad, 122, Tabîr, 22, İ’tisâm, 1; Müslim, Mesâcid, 5, 6,7-8, Eşribe, 71.

45 Kasas, 28/34.

46 Taha, 20/27; Şuara, 26/13.

47 Bkz. Krech, Sosyal Psikoloji, 205-213.

48 Bkz. Nahl, 16/103; Ahkaf, 46/12; Şuara, 26/195.

49 Mekke ve Medine’de nazil olan sure ve âyetlerin bahsi geçen özellikleri hakkında geniş bilgi için bkz. Mustafa Ünver, Tefsir Usûlünde Mekkî-Medenî İlmi, Samsun 2001, s. 243-264.

50 Bkz. Saka, Davet Metodu, 96

51 “lid’u ilâ sebîli rnbbike bi’l-lnkmeti ve’l-mev’ızati’l-haseneti ve câdillıiimbi’lletihiye ahsen"

52 Bkz. Yasin, 36/36.

53 Bu tür âyetler için örneğin bkz. Kaf, 50/6-8; Gaşiye, 88/17-22.

54 Fussılet, 41/53.

55 Ömek cennet ve cehennem figürleri için mesela bkz. Vakıa, 56/15-24; Hacc, 22/19-22.

56 En’am, 6/54.

57 Araf, 7/156.

58 En’am, 6/12.

59 Mesela konuyla ilgili çok yönlü bilgilerin yer aldığı bir makale için bkz. Mücteba Uğur, “Va’z, Kıssacılık ve Hadiste Kussâs”, A.Ü.İ.F.D., S. 28, Yıl: 1986, s. 291-326.

60 Asım Efendi, Kûmus Tercemesi, İst. 1305, Cemal Efendi Matbaası, c.tV, s.83. Bu tarza mesel adının verilmesi, manaların açık olarak yerleşmesini sağlamak maksadıyla ortaya konması ve bir deyişle verilmek istenen mesajın makamına geçmesiyle ilgili olmuştur. Bkz. Ebü’l-Bekâ, Külliyat, 852.

61 Bkz. Saka, Davet Metodu, 133.

62 Bkz. Gustave Le Bon, Kitleler Psikolojisi, İst. 1997, Hayat Yay., s. 46. Ayrıca bkz. Saka, Davet Metodu, 134.

63 Geniş bilgi için bkz. Mustansir Mir, “Kur’ân’m Not Ettiği Bazı Mantık Hataları", çev. Mustafa Ünver, OMÜtFD, Samsun 2004, S. 17, s. 363-364.

64 Bkz. Haşr, 59/21; Zümer, 39/27; Ankebut, 29/43.

65 Bkz. Ankebut, 29/41. Başka bir mesel için ayrıca bkz. Müddessir, 74/49-51.

66 Le Bon, Kitleler Psikolojisi, 112-113.

67 Bkz. Furkan, 25/32: İsra, 17/106.

68 Buhârî, Fedâiiü’l-Kur’ân, 6.

69 “Allah, sizin için kolaylık murad eder, zorluk değil (yündullâlm bikiimü ’l-yüsra velâ yiindü bikümii 7- usr)", Bakara, 2/185; “Allah sizin yüklerinizi hafifletmek ister (yürîdullâhu en yııhaffife ankiinı), Nisa, 4/28; “Allah dinde size karşı, hiçbir zorluk çıkarmamıştır (vernâ ceale aleyküm fi’d-dîni nün haraç), Hac, 22/78.

70 “yessirû velâ tiiassirû beşşirû velâ tüneffirû”, Buhârî, Megâzî, 60; Ahkâm 22; Dârimî, Mukaddime 24.

71 Bkz. İsra, 17/53; Taha, 20/44; Fussılet, 41/34.

72 Bkz. Müslim, Sıfâti’l-Münâfikîn, 19.

73 Bkz. Mustafa Köylü, “Din Görevlilerinde Bulunması Gereken Nitelikler”, OMÜ.f.F. Dergisi, S. 4, Samsun 1990, s. 147.

**(……?……) Matbaa kaynaklı baskı hatasıdır.