Makale

Kalbiselim

Kalbiselim


Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Marmara Üniv. İlahiyat Fak.

Kalbiselim, içinde dünyaya ve fani değerlere ait bir tutku taşımayan, Allah’tan başkasına yer olmayan sağlıklı kalp demektir. Ahirette kurtuluşun tek reçetesi kalbiselimdir. Kur’an’da buyrulur: “O gün kalbiselimden başka ne evlat, ne mal fayda verir.” (Şuarâ, 88-89) Kalbiselimin yolu, dünya ilgi ve sevgisinden uzaklaşmaktan geçer. Çünkü ahirette, yapılan iyiliklerin dışında, altın ve gümüş gibi dünyalık şeylerin bir değeri yoktur. Nitekim Bağdatlı Rûhî: Ey efendi sanma ki senden altın ve gümüş isterler. Hiçbir şeyin fayda vermediği kıyamet gününde senden kalbiselim isterler anlamında der ki:
“Sanma ey hâce ki, senden zer u sîm isterler,
Yevme lâ-yenfau’de kalb-i selîm isterler.”

Kur’anî bir kavram olan “kalp” çam kozalağını andıran ve “kalbisanevberî” denilen maddi boyutuyla insanda kan ve can merkezidir. İnsan vücudunun ihtiyacı olan kanı pompalayan ve bir defada on sekiz kg’lık bir teneke suyu Sarayburnu’ndan Çemberlitaş’a (yaklaşık 2000 m mesafeye) basabilecek bir güce sahiptir.

Manevi boyutuyla ise insanda bilginin, sevginin ve imanın merkezidir. Kalp hem maddi uzviyetin hem de maneviyat itibariyle insan varlığının sultanıdır. Algı merkezi olan beyin ve dimağ ondan çıkan duyguların tesiri ile düşünce üretir.

Kur’an’da yoğun şekilde vurgu yapılan kalp kavramının anlamı üçe tasnif edilebilir:
1- Yaratılış gaye ve haysiyetini koruyan selim/sağlam, münib/Allah’a yönelen ve mutmain/doygunluğa ermiş kalpler. Bunlar hitab-ı ilahîye mazhar, müminlere ait kalblerdir.
2- Mühürlü ve nasipsiz kalpler. Bunlar imandan ve İslam’dan nasibi olmayan bahtsızların, kâfirlerin kalpleridir. Bunlar hakkında Kur’an’da şöyle buyrulur: “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinde de perde vardır.” (Bakara, 7)
3- Hastalıklı kalpler: Bunlar da başta münafıklar olmak üzere şüphe, cehalet, ihtiras ve ahlaksızlık girdabında bocalayanların kalpleridir. Allah böyleleri hakkında şöyle buyurur: “Onların kalplerinde hastalık vardır. Allah onların hastalıklarını arttırmıştır.” (Bakara, 10)

Kur’an selim bir kalbin korunması için insanın unutmaması gereken şeylere ve koruması lazım olan hususlara vurgu yapmaktadır. Selim bir kalbe erişmenin ve onu korumanın şartı olarak unutulmaması gerekenlerin başında yaratılmış olduğumuz gelmektedir. “Biz yoktuk, bizi bir yaratan var.” İşte o yaratanın Allah olduğunu unutmamak kalbî bir görevdir. Allah Teala buyurur: “Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren, sonra da diriltecek olan Allah’tır.” (Rûm, 40)
Bizi yaratan bizden kulluk beklemektedir. Kalbin bu kulluk bilincinden uzak durmaması kalbî hayatın selameti açısından önemlidir. Allah Teala buyurur: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56) “Dünyada en büyük talihsizlik Allah’ı unutup Allah’ın da kendilerini kendilerine unutturduğu kimselerden olmaktır.” (Mücâdele, 19)

Unutulmaması gereken şeylerden biri de Allah’ın bizimle beraber olduğudur. Bunun hem Allah tarafından murakabe edildiğimiz manası, hem de yalnız bırakılmadığımız anlamı vardır. Nitekim Allah Teala buyurur: “Nerede olursanız olun O sizinle beraberdir.” (Hadîd, 4) “Biz insanoğluna şah damarından daha yakınız.” (Kâf, 16) “Yönünüzü nereye çevirirseniz Allah’ın yüzü/zatı oradadır.” (Bakara, 115)
Hayatın fani oluşunu, ölümün varlığını, öldükten sonra bir hesabın mevcudiyetini unutmamak gerekir. Bunlar insan kalbini canlı tutan hususiyetlerdir.

Bunlardan başka selim bir kalbi dış etkilerden korumak gerekmektedir. Kur’an kalbin dış etkilerle değişip dönüşebileceğine, kararacağına, (Bkz. Mutaffifîn, 14) taşlaşacağına, (Bkz. Bakara, 74; Zümer, 22) mühürleneceğine, (Bkz. Bakara, 7) perdeleneceğine, (Bkz. Bakara, 88) kilitleneceğine, (Bkz. Muhammed, 24) hastalanacağına (Bkz. Bakara, 10) ve öleceğine (Bkz. Neml, 80-81) işaret etmektedir.
Hayatı anlamlı kılan kalbin yönelişleridir. Kalbin meyli neye ise insan hayatı oraya akmaktadır. Kalpte irade olmadığından mutlaka bir şeye raptedilmesi gerekmektedir. Kalbin raptedilmesi, ona yaratılış sırrının kavratılması demektir. Yenişehirli Avni Bey’in dediği gibi insanoğlu bu dünyaya mal ve makam sağlamak için değil, sevgililer sevgilisi Yüce Allah’a kul olmak, O’nun hasretiyle yanıp kavrulmak ve ah etmek için gelmiştir:
“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeye geldik
Biz âleme bir Yâr için âh etmeye geldik.”

Rabbının “Elestü bi-rabbiküm/Ben sizin Rabbınız değil miyim?” sorusuna: “Belâ/evet” (A’raf, 172) diyen insanoğlu, Mevlana’nın ifadesiyle “bu dünyaya imtihan için bela çekmeye” gelmiştir. İnsanoğlunun görevi sıkıntı ve belalara sabrederek sadece O’na kul olma kaygısı taşımasıdır. Kalbin huzur ve mutluluğu Allah’ı bilmek, O’nu sevmek, O’nun zikrinden lezzet ve tat almaktır.

Kalp bütün diğer organlar gibi zıtlar meşheri olduğundan toplum içinde yaşayan insanın kalbi hem meleki hem şeytani tesirlere açıktır. Öyleyse mümin toplum içinde nasıl hareket edecek?
Kalbî hassasiyet taşıyan bir mümin, toplum içinde hem hazır hem gaib; hem yakın hem uzak; hem uyuyan hem uyanık olacak. Yani insanlara bakacak ama her şeyi görmeyecek, onların sözlerini işitecek ama her şeyi duymayacak. Seçici olmasını bilecek. Nefsine karşı iradi otoriteyi elden bırakmayacak ki nefsi, kalbini etkileyip asıl meşguliyetine engel olmasın.

Kalbi en çok meşgul eden şeylerden biri dünyaya ait ümit ve emel tutkularıdır. Şu ayet-i kerime insanoğlunun sınırsız emelinin onu ne hâllere sokacağına işaret eder: “Habibim, Kur’an’ı inkâr eden kâfirleri bırak, yesinler, hayvani isteklerini tatmin etsinler, dünya nimetlerinden yararlansınlar. Dünyada sorgusuz sualsiz yaşayacağız emeli, onları oyalasın. Onlar başlarına gelecek akıbeti görecekler.” (Hıcr, 3) Ümidin kötü olanı, sorgu ve sual kaygısı taşımadan kalbi peşi sıra sürükleyen, tul-i emeldir. Yoksa ümitsiz ve emelsiz yaşanmaz; hiç emel olmadan amel bile olmaz.

Nefsani duygulardan kaynaklanan ümit ve emeller, nefsin sermayesidir. İnsanlar bu hayallerin peşinden koşup dururlar. İdealsiz, hayalsiz ve heyecansız olan kimse insan olamayacağına göre iman ehlinin emel ve ideallerini marifet ve hikmet ekseninde toplaması gerekir. Marifetsiz bir emel, hikmetsiz bir ideal, insanı boş heyecanlarla peşinden koşturur, gözüne at gözlüğü taktırır. Marifet ürünü bir emel ise hedefe yöneltir. Allah’ı sevmek, O’ndan başkasından yüz çevirmek demektir. Nitekim İmam Rabbanî’ye göre “kalp hastalığı kalbin Hakk’tan başkasına ilgi duyması ve sevmesi” ile teşhis edilir. Bu konuda özellikle insanın kendi nefsine olan alakası ciddi bir göstergedir. Çünkü insan sevdiği şeyi nefsi için sever. Mal sevgisi, baş olma sevdası nefsin bu tür tutkularıdır.

Kalbe en çok etki eden şeylerden bir diğeri, ağızdan giren lokmalardır. Haram lokma kalbi hayatı etkiler. Bir başka ifadeyle haram ve şüpheli şeyler kalpte iz bırakır ve gönlü karartır. Haram ve şüpheliden başka, mubah ve helalde sınır-tanımazlık ve israf bile kalbi bozar. Şeytanın insana nüfuz yollarını açar.
Kalbiselime ermek, gönlü gönüller sultanına vermek, Rahman tecellisine mazhar olmak demektir. Kalbiselime ermek, incelik ve zarafet timsali bir insan olup huzur hâline varmaktır. Nitekim Peygamberimiz bu hâle ermek için Allah Teala’ya şöyle dua ederdi: “Allah’ım! Sen’den dinde sebat isterim. Doğru söyleyen bir dil ve kalbiselim dilerim.” (Tirmizî, Deavât, 23/3407)

Kalbiselim; incinmeyen ve incitmeyen kalptir. İncinmemek incitmemekten daha zordur. Çünkü incitmemek eldedir ama incinmemek elde değildir. Kalbiselim sahibinin üç vasfı vardır:
1- İncitmez,
2- İncinmez,
3- İyiliği Allah için yapıp karşılık beklemez.

İncitmemek ve incinmemek konusunda en mühim hususlardan biri de, kusur ve kabahat örtücü olmaktır. Settar isminin mazharı olarak, insanların kusurlarına karşı iğmaz-ı ayn edip görmezden gelmektir.
Pertev Paşa incitmemek ve incinmemek konusunda der ki:
“Dikenden incineceksen bülbülün âşık olduğu gülü koklama. Ne başkasının sevgilisine ilgi duy, ne de ağyâr sayılan Allah’ın dışındakilerden incin. Ne sen başkasından âh al, ne de başkasının âh u zârından incin. En doğrusu ne sen başkasından incin; ne de başkası senden incinsin.”
Bir başka şair şöyle söyler:

“Ey akıllı kişi insanların ve cinlerin en makbulü olan davranış şudur: Ne kimse senden incinsin ne de sen kimseden incin.”

Mümin, Hakk’ın huzuruna, hiç kimseye eziyet etmeyince vera’ ile; kalbini Rabbe yöneltip kimseden incinmeyince vefa ile; yaptığı salih amellere herhangi bir faniyi ortak etmeyince ihlas ile ve hepsiyle birden kalbiselim ile varır.