Makale

Aklıselim

Aklıselim


Yrd. Doç. Dr. Kıyasettin Koçoğlu
Iğdır Üniv. İlahiyat Fak.

Sorumlu insan olmanın vazgeçilmez bir şartı olan akıl, genel olarak anlama, kavrama, kavramlar arasında bağlantılar kurma ve çıkarımlar yapma yetisi şeklinde tanımlanmıştır. Terim anlamı itibarıyla de duyu algılarını kavramlar altında toplamanın yanı sıra metafizik çıkarımlar da yapabilen çok işlevli bir yetidir.

İnsanlar olarak günlük hayatımızı bir yönüyle akıl yürütmeler yoluyla düzene koyarız. Akıl sayesinde düşüncelerimizi bilinçli, tutarlı ve amaçlı bir biçimde birbirine bağlarız. Hazır bilgi ya da önermelerden hareketle -onlardan ayrı- yeni bilgi ve önermelere ulaşırız. Bunun yanı sıra aklın, bir ölçüde doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ve güzeli çirkinden ayırt etmemizi sağlayan ahlaki bir işlevi de vardır. Bunun içindir ki ilahî emirler karşısında insan yükümlülük sahibi kılınmıştır. İnsanı ilahî emirler karşısında muhatap kılan akıl, aklıselimdir. Bu fonksiyonları çerçevesinde iyiyle kötüyü ayırt etmek suretiyle insanı emniyet altına alan akıldır.

Aklıselimin dilimizde kazandığı anlamlardan ilki, hüküm ve kararlarında doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yetisidir. Bu anlamda kavramımız yargılama yetisi işlevini yürütmektedir. Diğer anlamı ise insanın doğru karar vermesini sağlayan, herhangi bir olumsuzluktan veya ortamın kötülüğünden etkilenmeyen, yaratılışındaki temizliği koruyan akıldır ki bu da zihnimizde, Allah’ın insanın özüne yerleştirdiği fıtratı çağrıştırmaktadır.

Geleneğimizde aklıselim sahibi olmanın temel ölçütü Hak ve hakikate açık olmaktır. Bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s.), “akıllı” anlamına gelen “keyyis” kelimesini kullanmış ve keyyisi “nefsini kontrol altına alıp ölümden sonrası için çalışan kimsedir” diye tanımlamıştır. (Tirmizi, Kıyamet, 25) Aynı kökten gelen “kîse”nin torba, kese anlamına geldiği düşünülürse, akıllı olmanın insanın ahirette yüzümüzü ağartacak ecir ve sevabı bu dünyada kazanıp manevi bir kesede toplamayı gerektirdiğini anlayabiliriz.
Antik Çağ filozoflarından Sokrates, Eflatun ve Aristoteles de aklın, duyular yoluyla gelen eksik ve yanıltıcı bilgiye karşı, tam, doğru ve geçerli bilgi sağladığını ileri sürmüşlerdir. Onların bakışlarından da aklın, selim olmasının yanıltıcı etkenlerle perdelenmemesiyle mümkün olduğunu anlamaktayız. Bu anlam, İslam düşünce geleneğiyle yakınlık arz etmektedir. Yani akıl, bilginin bir işlevi olmanın yanı sıra hikmet ve faziletin ölçüsü olarak pratik hayata da uygulanmıştır. Bu yönüyle aklın mahiyetinin tahlil ve tarifinin yanı sıra din ve ahlak alanında sağladığı veya sağlaması gereken faydalar üzerinde durulmuştur. İslam mutasavvıfları da umumiyetle aklı, Allah’ın nimetlerini tanımayı ve ona şükretmeyi sağlayan, dinin emrettiği tutum ve davranışlara yönelten, sonuçta insanları iki dünyada saadete ulaştıran bir yeti olarak tanımlamışlardır.

Allah’ın insanları bir fıtrat üzere yaratması ve yaratılışta bir değişmenin bulunmadığı gerçeği (Rum, 30) aklıselim imkânının evvelde insanlara eşit derecede tanındığını göstermektedir. Nitekim müfessirlerin çoğunluğu fıtratı, bütün insanların doğuştan getirdiği Hak dini ve onun emirlerini kabul etme istidadı olarak tanımlamışlardır.

Hz. Peygamber de “her çocuk İslam fıtratı üzere doğar; sonra ebeveyni onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusiliğe sevk eder.” (Müslim, Kader, 22) buyurmak suretiyle insanların doğuştan aklıselim üzere doğduklarına, zamanla çevrenin insanlara olumsuz yönde tesir edebildiğine dikkat çekmiştir.
Aklı iyilik ve faziletin ölçütü saymak üç temel hususta hemfikir olmayı gerektirir. Bunlardan ilki, herkes için zaruri ve mecburi bir ahlak kanunu vardır. İkincisi, insan bu kanuna itaat edip etmemekte hürdür. Üçüncüsü ise insan mademki hürdür; o halde fiillerinden sorumludur.
Her insan aklıselim sahibi olarak dünyaya gelir. Aklıselim bazı insanlarda Allah vergisi olarak doğuştan aktiflik gösterirken, bazılarında da, çoğunlukla his ve tutkuların etkisiyle körelir. Ancak nefsin terbiye edilmesi nispetinde aktiflik kazanır.

Aklıselimin muhafazası insanda fıtratın korunması ve “kalp gözü”nün sıhhatiyle mümkün olur. Büyük İslam Mütefekkiri Gazali dinî tecrübeden elde edilecek bilgilere iç gözlem yoluyla ulaşabileceğimizi ileri sürer. Bunu sağlayacak yetimiz de bilgi kaynaklarımızdan sezgi temeline dayanan kalp gözüdür. Kalp gözünün açılması ise basiretle mümkün olur. Basiret, görme, sezme, bir şeyin iç yüzüne vakıf olma anlamlarına gelmektedir. Bu sayede insan doğru yolu tanır ve doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği kazanır. Bu yetenekten mahrum olanlar da Kur’an’da manevi körlükle itham edilmişlerdir. (Hud, 24) İnsanların gerçekleri görmelerine ışık tuttuğu için Kur’an ayetlerine basâir de (basîretler) denilmiştir. (Enam, 104)
Kur’an’da, kendilerinden Ulü’l-Elbâb, Ulü’n-Nüha ve Ulü’l-Ebsâr ifadeleriyle bahsi geçen ve Türkçemizde akıl sahipleri olarak vasıflandırabileceğimiz bu insanların ortak özellikleri, hayatlarını titizlikle sürdüren, nefislerini temiz tutan, tutkularına yenik düşmeyen, maddi ve manevi hakikatlerin kendilerindeki inkişafına açık kimseler olmalarıdır.

Aklıselim, dilimizde kavramlaşırken temelde sezgi gücüyle ihata edilebilen zihinsel ve duyusal faaliyetlerle bilinemeyen bilgileri kapsamı içine almıştır. Bu bakımdan aklıselimin firasetle ilgisi vardır. “Müminin firasetinden sakınınız. Zira o Allah’ın nuru ile bakar.” (Tirmizi, Tefsir, 16) hadisine baktığımızda müminler Allah’ın nuru ile bakma sorumluluğunu ancak akıllarını selim tutmakla üstlenebilirler. Zira Allah’ın nuruyla bakmak Allah’ın müminlere bahşettiği bir imkân olmanın yanı sıra müminlerin iradeleriyle her daim tercih etmek suretiyle kavuştukları bir nimettir. Nitekim Allah’ın kalplerini nurlandırdığı kişilerin özelliklerine baktığımızda, bakışlarında derinlik kazandıklarını, hakla batılı, iyiyle kötüyü maharetle birbirinden ayırabildiklerini görmekteyiz.

İnsanın firasetinden ötürü Allah’ın nuruyla bakması, Allah’ın o kimsenin gören gözü, işiten kulağı olması anlamına gelir. (Buhari, Rikâk, 38) Bu hususta Allah’ın vaadi açıktır: “Böylece sen, bâtıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü kararlı bir şekilde (hak olan) dine çevir ve Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata uygun davran (ki) Allah’ın yarattığında bir bozulma ve çürümeye meydan verilmesin. Bu, sahih (bir) din(in gayesi)dir; ama çoğu insanlar onu bilmezler.” (Rum, 30)

Allah Teala, aklını selim tutan, fıtratına yabancılaşmayan insanların, davranışlarında kendisinin koyduğu sınırlara riayet edeceklerini teminat altına almaktadır: “Ey inananlar, eğer Allah’tan sakınırsanız o size doğruyu eğriden ayıracak bir güç verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar." (Enfal, 29), “Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında dahi güzeldir.” (Ahmed b. Hanbel, I/379) Bu durumda Müslüman neyi güzel görüyorsa, onun Allah katında dahi güzel olup olmayacağı konusunda kendisini sorgulamalıdır. Müslümanlar davranışlarına öyle ölçü koymalıdırlar ki bu, Allah katında da en güzel biçimde kabul görsün. Demek ki Müslümanların güzel gördüğü şey, aynı zamanda ahlaki ve zihni üstünlükleri de içinde barındırmalıdır. Bu hadis Müslümanların hayatında ilahî ölçülere karşı titizlik ve sadakati gerekli kılmaktadır. Bu sayede Müslümanlar insanlığa numune teşkil edeceklerdir. Bu aklıselimle ve nefsin terbiyesiyle kazanılabilecek bir derecedir. Bu takdirde Müslümanların güzel gördüğü şeyler, mutlaka bir üstünlüğü bünyesinde parıldatacaktır.

Aklıselimin muhafaza edilmesi ve Müslümanların ahlaki üstünlüğü bünyesinde parıldatacak nitelikler kazanması nefsin daima terbiye ve tezkiye edilmesiyle mümkün olur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.), “Cehennem nefsin arzu ettiği şeylerle, cennetse nefsin sevmediği şeylerle kuşatılmıştır.” (Müslim, Cennet, 1) buyurmaktadır. Bizler, -İsmet Özel’in ifadesiyle- “Nefsin arzu ettiği şeylere ne kadar yakın isek dünyayı da cehenneme çevirmeyi o kadar kolay başarmışız. Kalbimizin müsterih olması (ise) kötü şeylerle aramızdaki mesafenin bize kazandırdığı dinamizm sayesinde doğmuştur. Nefsimizin sevmediği şeylerle kuşatılmış olmak, bize bütün insanlık tarihi boyunca bir çıkış yolu arama hızı ve gücü sağlamıştır. Bu da zihnen, kalben kirden uzak durmayı, arınmayı bize temin etmiştir.” (İ. Özel, Kırk Hadis, 1993, s. 135)

Nefsin terbiye edilmesi ise öncelikle, başlangıçta Allah’ın insanın bünyesine nakşettiği fıtrata kavuşma iradesinin ortaya konulmasıyla olur. Fıtrat bu yönüyle insanın manevi anlamda genetik özelliklerinin şifrelendiği yerdir. Zira fıtrattan uzaklaşıldığında bozulma ve çürüme başlamaktadır. İnsanın, fıtratını bozulma ve çürümekten alıkoyan etkenler, ayetin devamında zikredilmiştir: Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü hak dine çevrin ve O’na karşı sorumluluğunun bilincinde ol; namazını devamlı ve dikkatli şekilde ifa et ve O’ndan başkasına ilahlık yakıştıranlar arasına girme; (yahut) inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu (dini anlayış ile) övündüğü kimselerden olma! (Rum, 31-32)
Aklıselim, dilimizde kök anlamından uzak bazı anlamlar da kazanmıştır. Aklıselimin günlük dilde kazandığı bu tarz anlamlardan biri, kişiler ve olaylar karşısında ortalama bir tutum sergilemeyi ifade için kullanılmasıdır. “Aklıselim çağrısı” adı altında yapılan pek çok girişim insanları bir uzlaşı zemininde buluşturmayı esas almaktadır.

Aklıselimin bir mutabakat zemini oluşturmayı gerekli kıldığı yönündeki yaklaşım, insanları karşılıklı olarak birbirlerinin kusurlarını hoş görmek ve buna alışmak noktasına sürükler. Bu durumda insanlar yanılgılarına bağımlı hale gelirler. İyi insanlar selim akla talip iseler, ahlaken yükselmeyi kendilerine ödev saymalıdırlar. Zira selim, “silm”, “selam” kökünden gelmiş olmakla Yüce dinimiz İslam’la aynı kelime kökenine sahiptir. Bu da yalnızca hakikat karşısındaki teslimiyet sonucunda selamet, emniyet ve esenlik beklentisi içerisine girmek anlamına gelir. Bu durumda selim akıl, düşük bir ahlakla bağdaşmaz. Öte yandan İslam’ı kabul etmek kelime-i şahadetle başlar. Şahadet ise üst düzey bir akli seviyeyi ve zekâ keskinliğini gerekli kılar. Yine hayata karşı insan varlığımızın gerekli kıldığı şahitlik bizi gerçek ve tarihi bir rolü üstlenmeye zorlar. Dolayısıyla aklıselim sahibi olmak ahlaken iyi insan olmayı zorunlu kılar.

Aklıselim vicdani hükümleri takip etme eğilimindedir. Vicdan ise temelde insan tabiatını iyiye sevk eden yetidir. İnsan, ahlaki doğruların genel ilkelerini ve hususi eylemlerinin iyilik ve kötülüğe bakan yönlerini sezer. Bu sayede aklıselim zorunlu olarak ve her zaman doğrulukla eylemde bulunmaya ve kötülükten sakınmaya muvaffak olur. Sahip olduğu ilahî nur vasıtasıyla aklıselim, adalete ve fazilete yönelme ilkelerini onaylar. Allah insanlara davranışlarını sevk ve idare ettirme gücü verirken aynı zamanda onlara, eyleme yönelik bazı ilkeler de vermiş ve bu gücün insanlar tarafından belli bir gaye doğrultusunda kullanmasına imkân tanımıştır.