Makale

Toplumu Ayakta Tutan Temel Değer Olarak Kutsallarımız

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Toplumu Ayakta Tutan Temel Değer Olarak
Kutsallarımız

Din kutsaldır, çünkü doğrudan Allah’ın insana yönelik iradesini/taleplerini temsil etmektedir. Din kutsaldır, çünkü kaynağını Allah inancından alan bütün diğer kutsallar doğrudan ya da dolaylı olarak dinin içinde yer alır. Allah’ın kitapları ve peygamberleri kutsaldır. İman, ibadetler, Kâbe, cami, mescitler ve bunlarla ilgili olan her şey de mübarek ve kutsaldır.

Hz. Musa, Medyen’den doğup büyüdüğü Mısır’a yolculuğu sırasında bir kış gecesi yolunu kaybetmiş iken uzakta bir ateş görmüştü. Ateş almak yahut kendilerine yol gösterecek birini bulmak amacı ile ateşin yanına vardığında, ona şöyle seslenildi:

“Ey Musa! Şüphe yok ki Ben senin Rabbinim. Hemen ayakkabılarını çıkar. Çünkü sen mukaddes vadi Tuva’dasın.” (Bak. Tâ-Hâ, 9-12) Yüce Allah, sesin kaynağı hakkında muhatabı bilgilendirmesinden hemen sonra, Allah-kul ilişkilerinin temelinde yer alan çok özel bir kavramı devreye sokuyor: Kutsal. Böylece, gelen mesajın bütünlüğü içinde, peygamberin/insanın kutsal karşısında özel bir tavır takınması gerektiği etkili bir üslupla bildirilmiş oluyor.

“İnsan toplumları, olabildiğince istikrarlı kalacaksa ve insanın toplumsal davranışı da yine olabildiğince düzenli ve öngörülebilir olacaksa, davranışlar birtakım değerlere göre düzenlenmek zorundadır” (J.J. Wuthnow- P.L. Berger, Din ve Modernlik I, Çev. Adil Çiftçi, Ankara Okulu, Ankara, 2002, s.19) Değerler mantık, estetik ve ahlâk/din alanında ortaya çıkar. Bu değerlerin genel niteliğini kutsal oluşturur. O sebeple ahlâkî/dinî değerler “kutsal değerler” diye nitelenir.

İyi, gerçek ve güzel olan hakkındaki fikir, inanç ve kabullere değer diyoruz. Bu yönü ile “değer” kavramı kişisel bir yapı arz eder. Herkesin farklı değerleri olabilir. Çünkü iyi, gerçek ve güzel olanın genel niteliği, kişisel deneyim ve yargıların eseridir. Bu nitelik kişiden kişiye değişen deneyim ve yargıların eseri olabileceği gibi, insanın deneyimlerinin dışında kendi başına bizatihî var olan bir nitelik de olabilir.

Gerçekte farklı anlayış ve biçimlerle de olsa, insanlık kutsala yönelme tutumunu her zaman muhafaza etmiş ve insanlık tarihi kutsal değerlerden soyutlanmış bir dönem geçirmiş değildir. “Kutsal” kavramı beraberinde “değer” kavramını da getiriyor. Çünkü kutsalın özünde bir değer yargısı hâkimdir. Kutsala yöneliş, kutsalı arayış, insanın yaratılıştan getirdiği bir özelliktir. Vahiy ile bağı kopan insan, “kutsal” yargısını bunu hak etmeyen düşünce, yaklaşım ve objeye de yakıştırmıştır. Nitekim bu anlamda, “Kutsal, istisnasız tüm toplumlarda, bilinip tanınanın, günlük ve sıradan olanın karşı kutbu olarak belirginleşir. Kutsal olarak kabul edilen obje, bir eşya, bir mekân, bir bitki, bir hayvan, bir insan veya sanal bir varlık olabilir… Birey veya toplumun kutsalla olacak ilişkisini tayin edecek kurallar ve yaptırımları zaman içinde oluşur, sözle ve taklitle yayılarak topluma mâl olur.” (Kudret Emiroğlu, Antropoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat, Ankara, 2003, s. 509) Ne var ki bu tablo, fıtratın eşliğini yitirmiş, Kur’an’ın ifadesi ile “dalalet”e düşmüş (hedefe götürücü rehberi yitirmiş) bir yönelişi temsil etmektedir.

Kutsal, “mübarek”, “kutlu” ve “temiz” şeyleri/varlıkları ifade eder. Kutsallar, İslâmî gelenekte “mukaddesât” terimi ile karşılanır. Kutsal, kaynağını inançta/imanda bulan bir kavramdır. İman’ın temeli ise Allah inancıdır. Şu hâlde asıl kutsal varlık Allah’tır. O’nun için Kur’an, Yüce Allah’ın zâtına “el-Kuddûs”= (çok mukaddes, çok kutsal) nitelemesi ile atıf yapar. (Haşr, 23; Cumu’a, 1) Diğer bütün kutsallar bu kutsalın yansımasıdır. Bunların içinde en kapsamlı olanı ise dindir.

Din kutsaldır, çünkü doğrudan Allah’ın insana yönelik iradesini/taleplerini temsil etmektedir. Din kutsaldır, çünkü kaynağını Allah inancından alan bütün diğer kutsallar doğrudan ya da dolaylı olarak dinin içinde yer alır. Allah’ın kitapları ve peygamberleri kutsaldır. İman, ibadetler, Kâbe, cami, mescitler ve bunlarla ilgili olan her şey de mübarek ve kutsaldır.

Kur’an kutsaldır, çünkü onda Allah’ın insanlara ilettiği ilâhî mesaj vardır. Ruhlarımızı, imanımızı besleyen temel kaynak odur. İman kutsaldır, çünkü mutlak kutsal (Allah) ile ilişkiyi sağlayan bağ imandır. İbadetler kutsaldır, çünkü Mutlak Kutsal’ın emri ile ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak amacı ile yapılırlar. Cami/mescit kutsaldır, çünkü kutsal olan ibadetler burada icra edilirler; buralarda Allah’a secde edilir. Vatan “kutsal”dır. Zira Kutsal’a olan inanç, sistematiğini ve kapsayıcılığını korumak için bu inancı benimseyenlerin üzerinde yaşayacağı belli bir coğrafyaya ihtiyaç vardır. Başka unsurların da buluşması ile bu coğrafya apayrı bir anlam taşıyan “vatan” kavramını oluşturuyor. -Burada Remzi Oğuz Arık’ın aynı adı taşıyan kitabındaki “Coğrafyadan Vatana” adlı makalesini hatırlatmadan geçmemeliyiz.- (M.E.B. Bin Temel Eser, İstanbul, 1969) Bayrak “kutsal”dır. O, kutsallığını, temsil ettiği vatan ve onun bağımsızlığından alır. Burada üçüncü derecede ve dolaylı bir “kutsallık” söz konusudur. Vatan’ın kutsallığı kaynağını “pratik”ten alırken, bayrağın kutsallığı sembolik bir kutsallıktır. Burada “sembolik” ifadesi asla -günlük hayatta kullanıldığı gibi- “önemsiz”i ve“basit”i ifade etmiyor. Tam aksine sembollerin dinî hayatta taşıdığı önem ve anlama vurgu yapmayı amaçlıyor. Zira semboller elle tutulmazı, gözle görülmezi “algılanır” ve “yaşanır” hâle getirmek gibi önemli bir görev yürütürler. Toplumun bağımsızlığının, hürriyetinin, manevî değerlerinin, birlik ve bütünlüğün, süreklilik konusundaki azim ve kararlığının sembolüdür bayrak.

Din kutsal olduğu için, onu oluşturan unsurlar ile onun gereği olarak yapılan/yapılması gereken eylemler kendi konumları ölçeğinde kutsallık kazanmış olacağından, bunların kutsal olduğunu ayrıca vurgulamak anlamsız/gereksiz olmaz mı?

Bu varsayım mantık açısından doğrudur. Fakat pratik olarak her zaman uygulanması doğru ve mümkün olmaz. Zira bu vurgulama, kutsalın bilgisi zihinlerde aşınmaya maruz kaldığı zamanlarda bir eğitim yöntemi olarak gerekli, hatta zorunlu olabilir.

İnsan tabiatında var olan aşınma ve bozulma eğiliminin oluşuma ve gelişmeye dönüşmesi kutsal sayesinde olmaktadır. Bu bakımdan insanı hayvandan ayıran temel niteliğin kutsal değerlere sahip bulunması olduğunu söylemek mümkündür. Bu yönelişi sağlayamayan insanlar için Kur’an, “Hayır onlar hayvanlardan da aşağıdırlar” şeklindeki tespiti ile bu temel ayırıcı niteliğin pasifleşmesi hâlinde ortaya çıkacak durumu ifadeye koyuyor.

İslâmî değerler modern hayatla çatışmaz, aksine ona güç ve destek verir. Bu sebeple İslâmî değerlerin toplum tarafından daha fazla benimsenip hayata geçirilmesi, hayatı daha yaşanır hâle getirecektir. Dinsiz bir hayatın insanlığı kurtaracağı yönündeki görüşün temelsizliği bugün artık ortadadır. Eğer kutsalın gücü zayıflatılırsa, onu istismar edecek ellerin ortaya çıkmasına engel olunamaz.

Materyalist temele dayalı dünya görüşleri/ ideolojiler, manevî ve mukaddes değerler kavramlarını reddeder. Bu dünya görüşü, insanların sadece maddî varlıklarını esas kabul etmekte, ruhu ve ruhî değerleri paranteze almaktadır. “Batı modernliği kutsalın bu dünyasıyla ilgisini tümüyle kesmiştir; modern Batı insanı bundan böyle kendini, kutsaldan acımasızca arındırılmış, “bütün sırları keşfedilmiş” bir dünyaya ait görmektedir.” (Guy Menard, Dünden Yarına Kutsal ve Profan, Derleyen ve Çeviren: Zeki Özcan, Din Bilim Yazıları, I, Alfa, Birinci Basım, İstanbul, 2001” içinde, s. 37-38) Bunun tabii bir sonucu olarak kardeşlik, sevgi, merhamet, hoşgörü ve kardeşlik gibi kavramlar anlamsızlaşmaktadır. Bu, insanın, en temel yapı taşı olan duygu ve manadan “tecrit” edilmesi/soyutlanması demektir. Bu “tecrit” hareketi, “modern” toplumları büyük bir aile krizinin içine getirip atmıştır. Toplumun temel harcını oluşturan aile önlenemez bir çözülmenin depremini yaşıyor. Aileyi kutsal değerlerden uzak olarak fayda-zarar ilişkileri düzleminde ele almanın kaçınılmaz bir sonucudur bu. İslâm toplumlarında her şeye rağmen ailenin henüz dağılmamış olması, kutsalla olan irtibat sayesindedir. Çünkü toplumumuzda aileyi besleyip ayakta tutan temel unsur kutsal değerlerdir. Aile mahremiyeti, eşlerin biribirlerine karşı hak ve sorumluluklarının gözetilmesi, çocukların iyi yetiştirilmesi konusunda dinin/ahlâkın etkisi gözden uzak tutulamaz. Bu konularda duyarlılığın yitirilmesi, başka sebeplerle birlikte aile çözülmelerinin ilk adımını oluşturuyor.

Kutsal olanla bağlarını büyük ölçüde koparmış bulunan Batı dünyası, bu sebeple sosyal hayatta ağır bedeller ödemekle karşı karşıyadır. Ölçüsüzce maddî ve mekanik bir nitelik alan Batı, gündelik hayatı kendi çocuklarını sayısız bunalımların kucağına itmiş durumdadır. İnsan ruhunda, maddî olanın doldurulması imkânsız bir boşluk olmuştur. Bu boşluğun oluşturduğu karmaşada Batılı insanın ruhu süratle “ölmektedir”. Bizzat en üst düzey Hristiyan yetkililerinin verdiği mesaj budur. Bu bakımdan, dünyanın küçülmesi, bilgi alış verişinin yaygınlaşması ile gerçek mahiyeti geniş kitlelerce kavranmaya başlayan İslâm’ın sunduğu yüce değerler, insanlık için “düze çıkarıcı” niteliği ile taptaze ortadadır.

Mehmet Akif merhum, kutsal değerlerin “etki alanından” sıyrılıp, “yozlaşmış aydın” tipinden yakınırken der ki:
“Vatan sevgisi, millet yolunda hayatını feda etme, aile duygusu ve tüm diğer duygular kutsalları için çırpınan yürekte olur. Yürek yerine içinde “leş” taşıyan sineden ne hayır umulur! Vatan felakete düşmüş, onun hamiyeti coşar mı sanıyorsun? Böylesi kimse “vatanı omzunda” bir tiptir. Kendine bir yer bulunca, kör boğazı doyunca ağzı kapanır gider. Fakat sen öyle değilsin, senin ciğerin yanar böyle durumda. Bulunduğun yer göklerde olsa bile “vatan” deyip öleceksin.” (M. A. ERSOY, Safahat, D.İ.B. Yay. Ankara, 1990, s. 277)

Bazı kaynaklarda hadis olarak nitelenen, “Vatan sevgisi imandandır” rivayeti sahih olmasa bile, coğrafyanın imana mekân olmakla kazandığı değere işaret etmesi bakımından bir gerçeği yansıtmaktadır. “Vatan ki, imanımın kök saldığı topraktır; özgürse alnım açık, talihim ak, berraktır.” (H.A.)

Kutsal iki aşamalı bir etkiye sahiptir: Dönüştürüp birleştirmek. Birinci aşama birleşmeyi gerçekleştirmek için gerekli niteliklere sahip bireyleri/müminleri oluşturmak, ikinci aşama da bunları yüce amaçlar etrafında bir araya getirmek şeklinde gerçekleşir.

Uhut savaşında yaşanan bir sahne, kutsalın dönüştürme gücünü göstermesi bakımından dikkat çekicidir:
“Bir kişi, Uhut savaşı günü Rasûlullah (s.a.s.)’a;
“Ya Rasûlallah! Eğer ölürsem nereye gideceğimi bana söyler misin’?” deyince Hz. Peygamber (s.a.s.):

“Cennete” buyurmuştu. Bunun üzerine o kişi, elinde yemekte olduğu hurmaları hemen atarak savaşa girişmiş ve şehit oluncaya kadar çarpışmıştır. (Müslim, İmâre, 41)

Ölmek “kutsallaşınca” (şehitlik) hayata bakış nasıl da değişiveriyor!

Kurtuluş savaşımızın kazanılmasında ve bir millet olarak bu günlere ulaşmamızda, kutsal değerlerin oluşturucu ve bütünleştirici gücünün oynadığı vazgeçilemez role millî şuurumuz, dost-düşman herkes ve tarih şahittir. Milletimizin verdiği bütün “bekâ” mücadeleleri bu maya ile yoğrulmuştur. Askerimize “Allah Allah” diyerek hücum etmelerinin “talim edilmesi” de aynı gerçeğin ifadesidir. “Şehitlik” gibi yüksek bir kavramın, kutsalın/İslâm’ın ürettiği bir kavram olduğu da göz önünde bulundurulmalıdır.

Kutsalın birleştirici gücünün her beş kere elle tutulur hâle geldiği yerler camilerdir. Gündelik hayatla ilgili tüm endişelerin, ayrışma sebeplerinin yok olarak nasıl “yekpare” bir yapının (cemaat) oluştuğunu buralarda görüyoruz.

Kutsal değerler etrafında kenetlenme ruhu, topluma hayat veren hücreleri taze ve diri tutma yeteneğine sahiptir.

Vatan “kutsal”dır. Zira Kutsal’a olan inanç, sistematiğini ve kapsayıcılığını korumak için bu inancı benimseyenlerin üzerinde yaşayacağı belli bir coğrafyaya ihtiyaç vardır. Başka unsurların da buluşması ile bu coğrafya apayrı bir anlam taşıyan “vatan” kavramını oluşturuyor.