Makale

Kutsalın Gücü

Süleyman İnce
Müezzin-Kayyım

Kutsalın Gücü

Toplum değer verdiği şeyler karşısında farklı duruyor, farklı düşünüyor, farklı olması gerektiğini hissedip seviyor. Belki bu noktada özellikle yanlışlarının düzeltilmesinde, bu değerler çok büyük önem arz ediyor.


Kutsal kavramı, bir din içerisindeki unsurları birbirine bağlayarak o dinin bütünlüğünü sağlayan ve kuşatan en temel eleman olup, din bilimlerinin ana konularındandır. Din bilimlerinin genel kavramlarına göre, kutsal politeizmden monoteizme kadar bütün din biçimlerinin özünü oluşturur.

Herhangi bir dinde inançlı kabul edilen kişiyi Tanrı’ya, ritüele, cemaate, doktrine ve ahlâka bağlayan, onun din çerçevesinde kalmasına katkıda bulunan temel tecrübe kutsal duygusudur. Kutsalı belirleyen en önemli unsur kişinin, kaynağı tabiat üstü sayılan varlığa, sevgi ve korkuya dayalı bir duyguyla bağlanma eylemidir, kutsal çiğnenmemesi gereken bir olgudur. Bunu sağlayacak olan da dünyevî ve uhrevî müeyyidelerdir. Ayrıca kutsal rasyonel görev ahlâkıyla da ilişkili olup, emir ve yasaklarla toplumu yönlendirir. Böyece de toplum kutsal olana saygı gösterir ve onunla ilişkisini diğer toplumsal fenomenlerden farklı şekilde sürdürür.
Kutsal, ilişkili olduğu fenomenlere bağlı olarak dört kısma ayrılır:
1- Kutsal mekânlar
2- Kutsal zamanlar
3- Kutsal varlıklar
4- Kutsal nesneler.

İslâm literatüründe kutsal denildiğinde yaratılmışlık özelliklerinden ve mahiyetinin idrak edilmesinde münezzeh olmuş manasına, Allah’a izafe edilen bir kavram anlamamız gerekiyor. Kutsalı bu eksen etrafında incelersek, kutsal olan (yani Allah tarafından) değer verilmiş şeyler, kutsal olanla bir anlam buluyor. Kutsallık veya mukaddesat kutsaldan ayrı düşünülemez ve kutsalla değer bulur. İslâm’da kutsiyet, yaratılmışlık özelliklerinden ve mahiyetinin idrak edilmesinden münezzeh oluş manasında, Allah’a izafe edilen bir kavram diye tanımlanan kutsiyet, on ayette yer almaktadır. İki ayette, Allah’ın Hz. Musa’ya hitabı sırasında Musa’nın mukaddes bir vadide bulunduğunu kendisine bildirdiği ifade edilmektedir. (Taha, 12; Naziat, 11) Bir ayette Hz. Musa’nın kavmini hitaben, “Allah’ın size takdir ettiği mukaddes yere (arz-ı mukaddese) girin” dediği belirtilmektedir. (Maide, 21) Taberî, Vadi’nin mukaddes oluşunu manevî kirlerden temizlenip mübarek olmakla açıklamış; Matûridî ise, üzerinde Allah’tan başkasına tapınılmayan yer özelliği taşıması veya Kâbe’de ve diğer camilerde olduğu gibi, içinde ibadet edilmesinin sevabının fazla olması şeklinde yorumlamıştır. Takdisi, “Allah’ın kişiyi manevî kirlerden temizleyip arındırması” manasını alan Ragıp el-İsfahani, maddî mekânların kutsiyetini, “En büyük kirlilik olan şirkten temiz ve uzak tutulması” şeklinde açıklamıştır.

Kutsalla alâkalı böyle bilgilendirme yaptıktan sonra şunu iyi görmemiz ve değerlendirmemiz gerekiyor. Kutsal aslında kutsallık atfedilmekle değer kazanıyor. Bu pencereden bakmakla beraber bir de kutsalı başlıbaşına bir değer olarak kabul etmemiz gerekiyor. Yani kutsal olan Allah (c.c.) mukaddes tutulacak şey “O” demek istiyoruz. Bu Kutsal, kâinata peygamberler göndermiştir. O insan olan peygamberler, Allah’ın onları göndermesiyle bir görev insanı addedip sıradanlıktan çıkarılıyor. Mekânda da aynı şekilde düşünebiliriz. Yani mekân Allah’ın o yere değer vermesiyle veya Allah’ın değer verdiklerinin değerli bulmasıyla, o yerler kıymetli “mukaddes” tutuluyor. Böyle olunca da toplum, o değerli olan şeylere bu pencereden bakıyor. Bu durum toplumda bu ritüellere bakışı bu şekilde temin edince, toplumdaki kutsallık toplum için çok büyük bir anlam ifade ediyor. Toplum değer verdiği bu şeyler karşısında farklı duruyor, farklı düşünüyor, farklı olması gerektiğini hissedip seviyor. Belki bu noktada özellikle yanlışlarının düzeltilmesinde, bu değerler çok büyük önem arz ediyor. İnsan, Kâbe’nin sınırlarında günah işlemekten kendini alıkoymak istiyor. Allah Rasûlünün huzurunda kendini farklı hissediyor veya Allah katında değer verilen şehitlik makamına erişmek için canını feda ediyor. Daha nice sayabileceğimiz şeylerde de bu durumu görmemiz mümkündür. İşte bu kutsaldan kaynaklanan mukaddes tutma amacının dışına çıkınca, kişiyi ve toplumu farklı yere götürebiliyor. Kâbe’yi Allah yerine koyma veya peygamberi bir ilâh gibi görme veya bir mekâna mukaddesiyet atfetmenin sınırları bilinip, mukaddes olan onlardan ziyade onların arkasındaki yani Allah bilinince iş rayında gitmiş oluyor. Ama tersi olduğunda iş çığırından çıkıyor. Bu durum toplumun hatalarına sebebiyet veriyor. Böyle olunca da kutsallıklar, sanki kutsalın yerine oturmuş gibi oluyor. Toplum inanç noktasında sarsılabiliyor. Bu da toplumu büyük bir uçuruma sürükleyecek hâle dönüşebiliyor.

Burada yapılacak ve anlaşılması en önemli şeyin, kutsallık ifade edilen şeylerin değerini bilip arkasındaki kutsalı tanımak, değeri bu kutsala verip kutsallaştırma yaklaşımını buna göre sergilemeye çalışmak olduğunu söylemek lazımdır.

Bu yapıldığında inanç yerini bulacak, olur olmaz şeylere kutsallık atfedilmeyecek, toplum birtakım sapkınlıklara girmemiş olacaktır. Kısacası kutsallıklar, kutsalla toplumu ayakta tutmaya devam edip, inançta da bir problem yaşanmamış olacaktır.