Makale

Günümüz Din Eğitiminin Önceleyeceği Hususlardan Empati

Prof. Dr. M. Şevki Aydın
Diyanet İşlen Başkan Yardımcısı

Günümüz Din Eğitiminin
Önceleyeceği Hususlardan
Empati

Geçmişe kıyasla çağdaş hayatta yepyeni veya yeni olmasa bile geçmiştekinden çok farklı formatta konularla ve sorunlarla karşı karşıya olduğumuz görülmektedir. Dinsel çoğulculuk, etik değerler, ulusal ve uluslararası barış, uzlaşma, hoşgörü, istikrar, birlikte yaşama, ön yargılardan kurtulma, insan onuruna yaraşır bir hayatın inşası... gibi pek çok konu ve sorunla yüz yüzeyiz. Bütün bu konularda dünyanın her tarafında olduğu gibi bizim de ciddi ciddi düşünmemiz, bilgi ve fikir üretmemiz gerekmektedir. Bu sözü edilen sorunların çözümüne özellikle de dinin ve din eğitiminin katkılarını yeniden sorgulamak durumundayız. Bu sorunların oluşumunda dinin/din anlayışlarının belirleyici etkisi olduğundan dolayı, çözümünde de dinin, dolayısıyla din eğitiminin rolünü görmezlikten gelmemeliyiz.

Günümüz din eğitimi, artık çağdaş şartları ve bu şartlar içinde yaşayan insanların ihtiyaç ve taleplerini iyi tespit edip onların ihtiyaçlarını karşılama ve sorunlarını çözmelerine katkıda bulunabilmelidir. Bu rolü yerine getirmesi gereken din eğitiminin teorisini geliştirmek ve bu teorinin pratiğini yeniden belirlemek gerekmektedir. Bu din eğitiminin yapacakları arasında, mevcut şartlarda amaçları gözden geçirmek ve bu amaçlar açısından önceliklerin neler olduğunu belirlemek de yer almaktadır. Bugün İslam din eğitiminde hangi konuların önceleneceğini, hangilerinin ne kadar ve nasıl vurgulanacağını, ihtiyaçlara göre iyi belirleyip etkinlikleri ona göre düzenlemek gerekmektedir.

Bu bağlamda teorik ve pratiğe yönelik yapılması gerekenleri tasarlayınca, din eğitimi alanında bir paradigma değişikliğine ihtiyaç olduğu görülecektir. Bu ise, bizim din eğitimi anlayış ve uygulamalarımızda köklü değişikliklerin gerekliliğine işaret etmektedir. Bu hayatî ihtiyacı acilen karşılamak zorundayız.

Bir önceki yazıda (Aydın, Şubat-2009), bugün çoğulcu toplumun temel sorunu olan farklılıklara rağmen birlikte barış içinde yaşamayı konu edinmiş ve din eğitiminin bu bağlamda işlevini ele almıştık. Orada şu tespite yer verilmişti: “Çoğulcu toplumun dindarını yetiştirecek olan bu din eğitimi, Müslüman bireyin barış ve uzlaşı kültürüne sahip, çevresiyle yapıcı ilişkiler kuran, bozguncu olmayacağı gibi başkalarının bozduklarını da ıslah edebilen nitelikte olmasını elbette geçmişe göre daha bir önemseyecek, önceleyeceği hususlar arasına alacaktır.” Bu tespit çerçevesinde çoğulcu toplumun İslam din eğitiminin, bu kültürü bireye kazandırmak amacıyla yapacakları arasında, farklılıkları doğru anlamlandırıp onları çatışma vesilesi kılmamasına katkı sağlaması meselesi üzerinde durulmuştu.
Farklılıkları doğru anlamlandıramayıp farklı olanı ötekileştirme ve bunun yol açtığı çatışmacı anlayışı önleme bağlamında bireye kazandırılması gereken önemli niteliklerden biri de empati yapabilmedir.

Empati, bir konuda değerlendirme yaparken ötekinin hislerini, düşüncelerini bilmek, hissetmek, algılamak, kendini kaybetmeden bunları yapabilmek, kendini kaybetmeden öteki olmayı becerebilmektir.

Empati yapma becerisi gelişmiş birey, her konuda kendini ötekinin yerine koymayı becerdiğinden dolayı, kendisinden farklı olanları kolay kolay ötekileştirerek ezmeyi, yok etmeyi düşünemeyecek, onlara karşı böylesi olumsuz duygular geliştiremeyecektir. Çünkü empati, farklı olanı daha doğru anlama imkânı vermektedir. Bunu başaran birey, çatışmaksızın/uzlaşarak bir arada yaşayabilmek için herkesin kendisi gibi olmasını şart koşma ukalalığına ve hülyasına kapılmaktan kurtulabilecektir. En azından “kendi inanç ve düşüncelerini başkalarının paylaşmasını, onların da kendisi gibi olmalarını isteme/arzu etme” hususunda, başkasının da kendisi gibi isteme/arzu etme hakkının olduğunu fark edecektir.
Gerçekte hiç kimse, bir başkasının aynısı olamayacaktır. Her birey farklı bir dünyadır. İman alanına gelince, herkesin aynı inancı paylaşmasını beklemek, tam bir hayaldir. Kur’an bu konuda bizleri uyarmaktadır: “Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiklerinde sizi denemek için böyle farklı kıldı. O halde iyiliklerde yarışınız...” (Mâide, 48; Ayrıca bk. Nahl, 93; Yunus, 99) Dahası, aynı inanç esaslarını paylaşanların bile, birbirinin kopyası olması mümkün değildir. Herkes, kendi karakterine/kapasitesine göre onları anlamlandırır tutum ve davranışlarını ona göre belirler. “De ki, herkes, kendi yapısınca/karakterince/kapasitesince amel eder. Kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz en iyi bilendir.” (İsrâ, 84)

Bu gerçekliklere ilişkin farkındalık, başkasından beklentilerinde bireyin makul olmasını sağlayabilir. Bu makuliyyet ise, farklı olanlara karşı mümkün mertebe hoşgörülü olma kapısını bireye açmak suretiyle, onun olabildiğince çatışmacı tutum ve davranışlardan uzak durmasına neden olabilir.
Din temelli gerginliklerin ve çatışmaların alttan alta hızlandığı günümüzde, İslam’ın temelde hep barıştan, empatiden, insanların ve toplumların birbirine önyargısız yaklaşabilmesinden yana olduğunu özellikle vurgulamak, bu çerçevede koyduğu ilke ve değerlerin altını çizmek gerekmektedir. Bugünün İslam din eğitimi, bu konuda İslam”ın öncülüğünü öne çıkarmakla, yükümlüdür. Bunu yaparken, söz konusu İslami değerlerin çağdaş bilimsel bir söylemle açılımını/yorumunu otaya koymaya da ihtiyaç vardır.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatı ve tebliğ ettiği mesaj, bu konuda yolumuzu aydınlatıcı niteliktedir. Medine’ye yerleşince ilk iş olarak toplumsal uzlaşmayı, barış içinde birlikte yaşamayı sağlamak amacıyla sözleşme hazırlaması ve bu yönde yapıp ettikleri, Mekke’nin fethinde takındığı tavır vb. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in empatik yaklaşımını göstermektedir. Empatinin temel ilkesini, on beş asır önce o (s.a.s.) koymuştur: “Sizden birisi kendisi için hoşlanıp istediğini kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olamaz.”(Buhari, İman, 1/9) Başkasının yerine kendini koyamayan, onun neler düşündüğünü, neler hissettiğini anlayamayan, yani empati yapamayan biri, kendisi için arzu ettiğini/istediğini başkası için de isteme gereğini duyabilir mi? Asla!

Bu hadiste, kendisini başkalarının yerine koyarak hareket etme, yani empati yapma, imanın olmazsa olmazı haline getirilmiştir. Ama ne yazık ki, Müslümanlar olarak biz, bu hadisin çağdaş bilimsel bir söylemle yorumunu yapamamışız. Dolayısıyla onun içeriğini, kullanılabilir/uygulanabilir niteliğe kavuşturmaya dönük tahlile tabi tutamamışız. Çağdaş bilimsel çalışmalar empatiye ilişkin bilgiler ortaya koyunca, bu ve benzeri sözlerin ne anlama geldiğini daha iyi anlamaya başladık.

Doğrudan empatiyi tavsiye eden beyanlara ilaveten, başka dinlere mensup insanların mukaddeslerine hakaret etmeme (Enam, 108), özgeci (Haşr, 9), cömert, infak edici, zekât veren olma, gıybet etmeme, koğuculuk yapmama... gibi, İslam’ın öngördüğü değerlerin, ahlakî ilkelerin de empatik yaklaşıma işaret ettiği, bunlarla empati arasında bağ olduğu söylenebilir. Bu değerler üzerinde biraz düşünülünce, empati yeteneği gelişmemiş insanların bunları iyi kavrayıp içselleştirmesinin pek mümkün olmayacağı gerçeği rahatlıkla fark edilebilir.

Bu demektir ki, dinî değerleri doğru anlamlandırıp onlara göre tutum ve davranış geliştirmesi için bireyde empati yapma yeteneğinin geliştirilmesi, son derece önem arz etmektedir. Bu, ciddi bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
Bireyin gelişim düzeyi ile empati yeteneğinin gelişmişlik düzeyi arasında doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Varoluş düzeyini yükselterek, gelişerek hayatta bir üst dereceye çıkan birey, varlığı daha bir bütün olarak algılayabilme imkânını artırabilmektedir. Böylece o, kendisini tek başına yaşayan biri olarak değil, bu varlık bütünü içinde bir birey olarak görebilmektedir. Çevresine gözünü kapatıp yalnızca kendi içindeki potansiyeli kullanmaya çalışmaz. Potansiyelini bir dünya içinde sergileyecekse, bu dünyayı da dikkate alması gerektiğinin farkındadır. Böyle birisi, empati kurma becerisi gelişmiş olduğundan kendisi kadar başkaları adına da değerlendirmeler yapar. Bu birey, varlık bütünü içinde yer alan ötekilerle çatışmanın, her şeyden önce kendisine zarar verdiğinin farkına daha iyi varabilir ve empati yaparak başkası için de aynı değerlendirmeyi yapabilir. Empati yapma yeteneği geliştikçe, bireyin çevreyi/başkalarını dikkate alma duyarlılığı gelişir; bu duyarlılık geliştikçe empati yapma yeteneği gelişir.

Bugün Batılı toplumlar, oradaki Müslümanların ibadetlerini rahatlıkla yerine getirmek amacıyla cami yapmalarından rahatsızlık duyuyorlarsa, aynı şekilde halkı Müslüman bir ülkede gayrimüslimlerin ibadethanelerinin görünürlüğünü içine sindiremeyenler varsa, bu onların empati yapamadıkları anlamına da gelmektedir. Bireysel ve toplumsal hayatımızdaki ikili ilişkilerde görülen yanlışlıklarımız çözümlendiğinde, çoğunun altında empati kuramama olduğu rahatlıkla görülebilir.

Bu noktada asıl cevaplanması gereken soru şudur: Bireyin varoluş düzeyi yükseltilerek empati yapma yeteneği nasıl geliştirilecektir? Tabiî ki eğitimle. Genel eğitim içinde yer alan din eğitimi, bu anlamda önemli, belki en önemli katkıyı sağlayacak potansiyele sahiptir. İyi de, nasıl bir eğitimle, nasıl bir din eğitimiyle?

Yukarıdaki değerlendirmelerden de anlaşılacağı gibi ezberci bir din eğitimi anlayışıyla bu amaca ulaşmak mümkün değildir. Bu amaca ulaşmanın yolu, anlamlı öğrenmeyi gerçekleştiren din eğitimi anlayış ve uygulamalarından geçmektedir. Bu din eğitimi, öğrenciyi hazır bilgi kalıplarını pasif alıcı/onaylayıcı konumundan çıkarıp, sorgulayan, bilgiyi bizzat elde eden, bilginin oluşturucusu/öznesi haline getirmeyi öngören; düşünmeyi durdurmayıp sürekli tetikleyen, öğrencinin düşünme yeteneğini/bilişsel yapılarını geliştirmenin tedbirlerini alan bir eğitimdir. Bu din eğitimi, birtakım bilgi kalıplarını/şablonlarını ezberletmekle yetinen, onları empoze eden tutumdan uzak durup dinin öğretisinin bizzat birey tarafından tahlil edilerek anlamlandırılmasına, keşfedilmesine, özümsenip içselleştirilmesine rehberlik eden yaklaşımı benimseyen eğitimdir. Kısacası bu din eğitimi, “Ben Müslümanım” sözünü ezberleten değil, bizzat bireyin arayarak bunun anlamını bulup bu kararı oluşturmasını, bedelini ödeyerek elde etmesini kılavuzlayan eğitimdir.

Unutmayalım ki, ancak “Ben Müslümanım” kararını bizzat oluşturanlar Müslümanlığın değerlerini içselleştirebilir, onlara içtenlikle sahip çıkar; tutum ve davranışlarını bu değerlere göre oluştururlar. Kendilerine “Ben Müslümanım” sözü ezberletilenlerden böyle bir soylu duruş beklenemez.

KAYNAK
Aydın, M. Şevki, “Çoğulcu Toplumda Uzlaşı ve Din Eğitimi”, Diyanet Aylık Dergi, Şubat-2009.