Makale

Aydınlanmanın ve Pozitivizmin İslma'a Bakışımıza Etkisi

Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar
Ankara Üniv. ilahiyat Fak.



Aydınlanmanın
ve Pozitivizmin
İslam’a Bakışımıza Etkisi

Aydınlarıma hareketi, pozitivizmin doğuşuna etki eden en büyük harekettir. Pozitivizmi sistemleştiren A. Comte (1798-1857) "üç hal kanunu" anlayışına göre din ve metafizik çağın sona erdiği varsayımıyla, artık çağın bilim ve akıl çağı olduğunu söyler. Bu üç hal kanununu, aslında kendisinden önce 14. Loui’nin Maliye Bakanı Turgot (1727-1781) dile getirmiştir "İn-sanlık tarihinde üç düşünce tarzı birbirini takip eder Teolojik, metafizik ve
pozitif düşünce çağı.” (Freyer, H., İçtimai Nazariyeler Tarihi, eklerle çev. T. Çağatay. 3. baskj, Ankara 1973, s, 40)

Bu üç hal kanunu anlayışına göre tarihte varolagelmiş dinlerin, daha sonra Hegel’in de söyleyeceği gibi, Comte geçersiz olduğunu vurgular. Ancak Comte dinin toplum ve fert için lüzumun devam ettiğine inanır. Ancak bu
din herhangi bir tarihi din değildir. Pozitivizm ve bilim çağının kutsal formülünü: "İlke olarak aşk, temel olarak düzen, amaç olarak ilerleme” olarak belirleyen Comte, bu formüldeki aşkı din sağlayacaktır, Bu dine, pozitivist din adını verir. Dinin kurucu felsefesi, Comte’un "Pozitif Politika Sistemi" başlığıyla anlattığı pozitivist siyasettir; amentüsü de "Pozitivist Kateşizm’ dir. (Comte, A., Catachisme Posrtiviste, Paris, 1852)

A. Comte, kurucusunun kendisi olduğu pozitivist dine "İnsanlık Dini” de demektedir. Onun insanlık dini anlayışı, din anlayışları konusunda Batı’da bir dönüm noktası teşkil eder. Positivizmden etkilenen birçok sosyolog ve dinler tarihçisi dinlerin menşeini Allah yerine, sözgelimi E. A. Tylor gibileri ruhçuluğa (animisme); H. Spencer gibileri sihir ve büyüye; Max Müler gibileri tabiatçılığa (naturisme); E. Durkheim gibileri de totemciliğe (totemisme) indirgeyerek açıklamışlardır. Dolayısıyla pozitivistlere göre dinin menşei insan ve toplumdur.
Osmanlıların, Batıyı özellikle 1789 Fransız devrimiyle izlemeye başladıkları söylenebilir. Ancak Batıya olan düşünsel ilgi, XVIII. Yüzyılın sonlarına doğru, Hariciye Nazın Atıf Efendinin Nisan 1798 yılında yazdığı bir lâhıyada Voltaire ve J. j. Rousseau’yu zındıklıkla tenkit etmesiyle başlamıştır denebilir. (Budak, A., “Osmanlı İmparatorluğuna Batı Düşüncesinin Girişi" Yeditepe’de Felsefe, İstanbul 2008, sayı 7, s. 195-199)
Aydınlanmanın ve pozitivizmin Osmanlıya ve İslam dünyasına asıl etkileri 1839 Tanzimat ile ve sonrasında olmuştur. Gerek Osmanlı aydınlarından Batıya gidenlerle ve gerekse yapılan tercümelerle 1839’dan sonra Batı etkisiyle birçok konuda olduğu gibi din konusunda da özellikle İslam’a bakışta farklı anlayışlar oluşmuştur.

Naturalizmin ve pozitivizmin etkisiyle Beşir Fuad (1852-1887) gibi dinsiz ve ateist olan bazı Osmanlı aydınlarını dışta bırakarak bir genelleme yapacak olursak Ahmet Rızasından Ziya Gökalp’ine kadar pozitivizmin etkisi altında kalan Osmanlı aydınlarının hiçbirisi, genel olarak İslam’ın menşeini insanda, doğada veya toplumda aramamışlardır. Farklı tarzda da olsa positivist Osmanlı aydınları İslam’a inanmanın ve dinî hayatın kişisel vicdan işi olduğu görüşünü öne çıkarmışlardır. Bu, daha sonra Cumhuriyet Döneminde laiklik ilkesinin kabulünü hazırlamıştır. Özellikle pozitivist hukuk anlayışı çerçevesindeki Batı’daki gelişmeler Osmanlı hukukuna etki etmiştir.
Örneğin Mecelle’nin hazırlanmasında bu etkiyi görebiliriz. Avrupa kanunlarından alıntılar yapılmıştır. İslam’a bakışta bunlar kadar önemli bir etki de, hem positivizmden hem de bilimcilikten mülhem, Kur’an ayetlerini bilimle açıklama girişimidir ki, ilk örneklerini M. Abduh ve diğer Mısırlı âlim Tantavi el-Cevherî teşkil eder. Özellikle Tantavî, “el-Cevâhir fî Tefsiri! Kur’ân-ı Kerim” adlı eserinde yer yer resimler de çizerek ve devrin bilimsel bilgilerini aktararak ayetlerin tefsirini yapmıştır. Bu benzer etkileri eş zamanlı olarak Osmanlı toplumuna dahil olmayan başta Hind Müslümanları arasında ve Iranda da gözleyebiliyoruz.
Yukanda özet olarak işaret etmeye çalıştığımız girişimler İslam’a bakışta ve anlayışta İslam toplumlann- da iki temel akımın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Birincisi, bugün İslam Modemizmi denen akımdır; İkincisi Milliyetçi İslamcılık akımıdır.

Modernist İslam anlayışının ilk temsilcileri, Hindistan’da örneğin Seyyid Ahmed Han’dır; Mısır’da Muhammed Abduh ve Reşid Rızadır; Türkiye’de daha dar anlamıyla Celal Nuri İleri, Mehmet Akif, Milaslı İbrahim Hakkı gibi bazı aydınlardır.
Modemistçi akımın temel varsayımları, İslam dünyasının gerilemesinin nedenlerini, Kur’an ve sünnetin yeterince iyi anlaşılamaması, mezhepsel olarak Müslümanların bölünmüş olması, Müslümanların hurafelere ve bidatlere yönelmesi gibi şeylerde aramışlardır. Doğal olarak da çözümü yeniden Kur’an’a ve sahih sünnete dönüşte aramışlardır. Özellikle Batılı çalışmalarda Mutezilenin "modem” bir akım olarak gösterilmesinin etkisiyle Mu’tezile akımına bu bağ
lamda vurgu yapılmıştır. Kısaca ifade edecek olursak modemistçiler, İslam dünyasının temel sorununu sanki bir din sorunu gibi görmüşlerdir. Bu modernist İslam anlayışı da, günümüz İslam modemistleri- nin temelini teşkil etmektedir.

Milliyetçi İslamcılık, pozitivizmin baskın olduğu XIX. yüzyıl aynı zamanda milliyetçiliğin ortaya çıktığı dönem olduğu için Batı milliyetçi akımlann da etkisiyle, İslam’ı anlamada, güncelleştirmede ve yorumlamada Müslüman halkların geçmiş ve güncel, kültürel ve etnik hususiyetlerini öne çıkaran bir anlayıştır. Burada Cemâleddin Afkanfnin o günlerde emperyalist ülkelere karşı yapılacak kurtuluş mücadelelerinin ümmet olarak birlikte değil, her ülkenin kendisinin çabalarıyla yapılması gerektiği görüşü de etkin olmuştur. Bu anlayışın ilk temsilcilerine Türkiye’den Ziya Gökalp ve Seyyid Bey, Mısır’dan Şekip Arslan ve Tâhâ Hüseyin gibi düşünürler ömek olarak verilebilir. Ziya Gökalp’ın "Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak" adı altında söylediklerinde, (Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak İstanbul 1929) Tâha Hüseyin’in cahiliye Arap şiiri üzerine yorumlarında, Şekip Arslan’ın Ibn Haldûn üzerine yaptığı çalışmalarında geçmişte İslam, Müslüman milletlerin geç-mişteki etnik ve kültürel gelenekleriyle ve örfleriyle anlaşılmıştır vurgusu yapılmıştır. Bu vurgunun gelecek için de vurgulandığı açıktır.
Milliyetçi İslamcılık, Türkiye’de özellikle İslam’ın anlaşılması için din dilinin Türkçeleşmesi üzerinde durmuştur. Çağdaşlaşmanın, sadece İslam anlayışının hurafelerden temizlenmesiyle değil, Batıdaki gelişen bilim ve teknolojinin takip edilmesiyle mümkün olabileceğini savunmuştur. Milliyetçi İslamcılar ile Yeni Osmanlıcılar Batı’nın bilim ve teknolojisini alalım; fakat kültürde Türk ve Müslüman kalalım demişlerdir. Dolayısıyla bu akımın taraftarları İslam dünyasının sorununu, temelde bir din sorunu değil, zihniyet sorunu olduğunu düşünmüşlerdir.

Bütün buların ötesinde, İslam dünyasındaki Batıya bağımlı olarak ortaya çıkan pozitivist ve seküler sosyoloji ve psikoloji çalışmalarının etkisiyle özellikle günümüzde geniş kitleler İslam’a, mevcut dinlerden sadece herhangi birisi gibi bakmaya başlamıştır; hatta bazı İslam bilginleri de aynı bakış açısına sahiptir. İslam dünyasındaki din tartışmalarının temel neden-lerinin birisi de budur.