Makale

Gümülcine seçilmiş müftüsü ibrahim şerif

SÖYLEŞİ

Gümülcine seçilmiş müftüsü İbrahim Şerif:

Dr. Zekiye Demir / Dr. Ülfet Görgülü


Sayın müftüm, okurlarımıza kendinizi tanıtır mısınız?
1951 yılında Gümülcine yani Yunanca adıyla Komotini’ye bağlı Hasköy’de doğmuşum. İlkokulu Hasköy’de, ortaokul ve liseyi Konya İmam Hatip Lisesinde okudum. 1978 yılında Yüksek İslam Enstitüsünden mezun olduğumda aynı zamanda Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisiydim. Hukuk fakültesini bırakıp Batı Trakya’ya döndüm.

Batı Trakya’da Gümülcine Müftülüğü’ne bağlı olarak, vaaz ve irşat faaliyetlerine başladım. Arkadaşlarımla beraber 1981 yılında “Hakka Davet” mecmuasını çıkarıp bu mecmuanın sahipliğini yaptım. Aynı yıl az sayıdaki üniversite mezunu arkadaşlarımla birlikte “Batı Trakya Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği”ni kurduk.

1985 yılında rahmetli müftü Hafız Mustafa Hüseyin’in zamanında Gümülcine Müftülüğünde sekreter olarak görevlendirildim. Müftümüzün vefatından sonra Yunanistan’ın müftülük makamına atadığı kişi tarafından görevden uzaklaştırıldım.

2004-2008 yılları arasında Batı Trakya Türk Azınlığının en yüksek kurumu olan “Batı Trakya Türk Azınlığı Danışma Kurulu” başkanlığını yaptım. Ayrıca Vaaz ve İrşad Heyeti tarafından çıkarılan “Mihenk” adlı derginin genel yayın yönetmenliğini yapmaktayım.

Bir dönem siyasetle de ilgilendiniz herhalde...
Evet. Batı Trakya Müslüman Türk Azınlığının hak arama ve insanca yaşama mücadelelerinde ön saflarda bulundum. Azınlıkların meclise Bağımsız milletvekili gönderme çalışmalarına katılarak 1989 Ekim seçimlerinde Dr. Sadık Ahmet ve İsmail Rodoplu ile birlikte bağımsız milletvekili adayı oldum. Ancak adaylık dilekçelerimizde eksiklik olduğu bahanesiyle Dr. Sadık Ahmet ile birlikte adaylığımız düşürüldü. Sonraki aylarda seçim esnasında çıkardığımız bir bildiride Azınlığa “Türk” diye hitap ettiğimden dolayı 18 ay hapse mahkûm edilerek Selanik Diyavata hapishanesine gönderildim. İki buçuk ay kadar hapiste kaldıktan sonra geri kalan kısmı paraya çevrildi.

Hocam Sosyal Bilimler Sözlüğünde Azınlık Grubu; “Sahip oldukları farklı özelliklerden dolayı içinde yaşadıkları toplumda diğer insanlardan ayrı tutulan, baskıya uğrayan, eşitsiz muamele gören ve çoğunlukla da sayısal olarak azınlık durumunda olan insan topluluğu” olarak tanımlanıyor. Batı Trakya’daki durumunuz bu tanımla ne kadar örtüşüyor? Azınlık olmak nasıl bir duygu? Bu konulardaki düşüncelerinizi öğrenmek isteriz.

Gerçekten sizlerin de bilimsel olarak tarif ettiğiniz gibi azınlık çoğunluğun içinde az bir grup olarak pratik hayatta var olma çabasıdır. Bizim azınlık olmamız dinimiz, dilimiz ve ırkımız yani Müslüman ve Türk olduğumuzdan dolayıdır. Çoğunluk olan; Yunanca konuşan Roma Hristiyan kültürü içinde, Türkçe konuşan, kültürünü, geleneğini korumaya gayret eden ve cami etrafında bir hayat tarzı kurarak yaşamaya çalışan bir azınlığız.

Günlük hayatta komşuluk ilişkilerinde iki toplum arasında karşılıklı saygı olmasına rağmen kimi zaman huzuru kaçırıcı davranışlar da olabilmektedir. Bu davranış şekilleri ekseriyetle azınlık aleyhine olmaktadır. Mesela zaman zaman camilerin kundaklanması, mezarlıkların tahrip edilmesi gibi hadiseler yaşanmaktadır. Kısaca, özellikle vatandaşlık anlamında, kişinin kendini azınlık hissetmesi hoş olmayan bir duygu.

Batı Trakya’da Türk Azınlığın tarihî seyri hakkında bir özet rica etsek...

1912 Balkan Savaşları ile bütün Balkan Yarımadası Osmanlı’nın elinden çıktığı zaman Batı Trakya da Osmanlı’nın elinden çıkmıştır. O devrin yöneticileri 1913 yılında Atina’da Yunanistan’a kalan topraklar üzerinde yaşayan Müslüman Türklerin statüsünü belirleyen bir antlaşma yapmıştır. Bu antlaşmaya “1913 Atina Antlaşması” denilmektedir. Yine aynı şekilde Bulgaristan’a bırakılan topraklar üzerinde kalan Müslümanlar için de 1913 yılında İstanbul’da bir antlaşma yapılmıştır. Bu antlaşmaya da “1913 İstanbul Antlaşması” denilmiştir.

Bu iki antlaşma aynı hükümleri içermektedir. Bu antlaşmalara göre buralardaki Müslüman Türklerin dinî özerkliği tüzel kişiliği tescil edilmiştir. Dolayısıyla Batı Trakya’da yaşayan Müslüman Türklerinin, kendi dinlerini, dillerini, kültürlerini kullanabilecekleri ve kendi kendilerini idare edebilecekleri esasa bağlanmıştır.

Balkan Savaşları ile önce Bulgaristan’a bırakılan Batı Trakya toprakları, 1919 yılında “Nüil Antlaşması” ile Yunanistan’a verilmiştir. Yunanistan 1920 yılında daha önce yapılmış olan Atina Antlaşmasını meclisten geçirerek “1920/2345” sayılı yasa haline getirmiştir. 1923 yılında Kurtuluş Savaşından sonra yapılan Lozan Antlaşması ile de Yunanistan’ın diğer bölgelerindeki Müslüman Türkler mübadele edilip Anadolu’ya gönderilince Batı Trakya Müslüman Türkleri İstanbul Rumlarının karşılığı olarak mübadele dışı tutulup Batı Trakya’da bırakılmışlardır. Lozan Antlaşmasının 37 ve 45. maddeleri Batı Trakya ve İstanbul Rumları ile ilgili hükümleri içermektedir. Bu antlaşma da Batı Trakya Türklerinin dini özerkliğini, kendi kültür ve dilini kullanabileceğini ve kendi okullarını açabileceğini kesin olarak ifade etmiştir. Dolayısıyla Lozan Antlaşmasının bu bölümü Batı Trakya Türklerinin uluslararası bir anayasası gibidir. Müftülük de Batı Trakya’da bu antlaşmalardan doğmaktadır.

Söz müftülüğe gelmişken biraz bu konuda konuşalım. Buradaki müftülük Türk azınlıklar için dinî anlamda en üst yetkiye sahip kurumdur. Müftünün görev ve yetkileri nelerdir?

Daha önce de bahsettiğim gibi müftülük ve buradaki Türklerin durumu Atina antlaşması ile düzenlenmiştir. Hâlâ da bu antlaşma geçerliliğini korumaktadır. Buna göre müftüler, Müslüman halk tarafından seçilecektir. Müslümanların dinî liderleri ile aralarındaki ilişkilere müdahale edilmeyecektir.

Müftünün görevlerine gelince; ilk başta Osmanlı dönemindeki kadıların bütün yetki ve görevlerine sahipti. Yani evlendirme, boşanma, miras, vasi tayini, okulların kontrolü vs… Bu yetkiler günümüze gelinceye kadar sürekli kırpılarak azaltıldı. Şimdi ise sadece evlendirme ve boşama yetkisi müftüye ait. O da kendi atadıkları müftüye, yani atanmış müftüye ait.

Atanmış müftü demişken... Siz seçilmiş müftüsünüz. Yani Gümülcine’nin iki müftüsü var, tabir caiz ise çift başlılık. Bize hem bu durum hem de sizin müftü seçilmeniz ile ilgili bilgi verir misiniz?

1949’da Gümülcine’nin seçim ile göreve gelmiş olan son müftüsü Mustafa Hüseyin, 1985 yılında vefat edinceye kadar bu görevi yürüttü. Onun vefatından sonra müftülük görevine kimin getirileceği tartışma konusu oldu.

Halkın seçtiği müftü yani Mustafa Hüseyin vefat edince, Yunan hükümeti Batı Trakyalılar’ın dinî liderini yani müftüyü uluslararası anlaşmaların hilafına kendi atamak istedi. Çünkü buralardaki halkın müftüye olan teveccühü büyüktür. Bunlar bilindiği için yönetim 1985 yılında re’sen azınlığın hilafına müftü ataması yaptı. Ancak halk atanmış müftüye itibar etmedi, zorunlu olarak evlenme, boşanma işlerini onunla yapsalar da onu dinî bir lider olarak değil bir devlet memuru olarak gördüler. Bununla beraber azınlığın önde gelenleri müftü seçimi yapılması için yönetim nezdinde girişimlerde bulundular. Beş yıl süresince isteklerinin itibara alınmadığını gören azınlık ileri gelenleri, dönemin ilahiyatçılarından gizli oyla üç aday belirlemelerini istediler. Bu üç adaydan birisi bendim, diğerleri de Hasan Paçaman ve Aliosman Aliosman. Dönemin bağımsız milletvekili rahmetli Dr. Sadık Ahmet bu üç ismi Rodop vilayetindeki 120 caminin imam ve hatiplerine göndererek 28 Aralık 1990 Cuma günü camilerde müftü seçimi yapılmasını istemiştir. Bu seçim sonrası halkımızın % 90 oylarını alarak müftü seçildim.

Seçilmiş müftü olarak, İstanbul, Dakar, Karaçi ve Kazablanka’da yapılan, İslam ülkeleri Başkan ve Dışişleri Bakanları seviyesindeki konferanslar başta olmak üzere, uluslararası birçok konferanslarda azınlığımızı temsil ettim.

Müftü seçildikten sonra “makam gaspı” gerekçesiyle 9 ay hapse mahkûm edildim. Mahkeme süreci yıllar sürdü; sonuçta alınan kararı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine müracaat ederek şikâyet ettim. Yunan devleti haksız bulunarak 10.000 dolar para ödemesi kararlaştırıldı.

Ben aldığım bu parayı 1999’daki Atina depremzedelerine bağışladım. Bu hukuk davası bugün Yunan Hukuk Fakültelerinde İbrahim ŞERİF davası olarak öğrencilere okutulmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararından sonra Yunanistan kovuşturmayı bıraktı. Bu hüküm rahmetli İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga’ya da emsal teşkil etti. Bu olaydan sonra Batı Trakya’da çift başlı diyebileceğimiz müftülük müessesesi doğmuştur.

Şu anda Batı Trakya’da kaç tane seçilmiş ve atanmış müftü var?
Yunanistan, antlaşmalara ve yöneticilerin verdiği taahhütlere uymayarak Evros, Gümülcine ve İskeçe’ye birer müftü atadı. Bu müftüleri halkın büyük bir çoğunluğu kabul etmemektedir. Bir Gümülcine ve bir de İskeçe’de olmak üzere halk tarafından seçilmiş iki müftü bulunmaktadır. Bunları da Yunan devleti resmi olarak tanımamaktadır.

Biraz da Gümülcine Seçilmiş Müftülüğündeki din görevlilerinin faaliyetleri ve sayıları ile ilgili bilgi verebilir misiniz?

Gümülcine’de 164 camide ibadet yapılmaktadır. Her camide birer din görevlisi bulunmaktadır. Ayrıca 15 bayan ve 31 erkek vaiz ve Kur’an Kursu öğreticimiz vardır. Bunların dışında 50 tane namaz görevlisi ve Kur’an Kursu öğreticisi görevlimiz vardır. Gümülcine’de 90 Kur’an Kursu faaliyette bulunmaktadır.

Çalışmalarımızı gençler, bayanlar ve erkeklerle ilgili olanlar diye gruplandırabiliriz. Gençlerle ilgili olan çalışmalarımızda; dinî ve milli şuurun yanı sıra, Balkan coğrafyasında parçalanıp bölünmemek için özlerini unutmadan var olma bilinci aşılamaya çalışıyoruz. Bayanlarla ilgili olan çalışmalarımızı 2005 yılından bu yana faaliyet gösteren Bayan İrşad Ekibi ile planlı, programlı bir şekilde sürdürüyoruz. Bu ekiple özellikle genç anneleri bilinçlendirmeyi hedefliyoruz. Annelik çok önemlidir. Çünkü neslin mimarları annelerdir. Çocuklar hayata ait bilgileri öncelikle ailede, özellikle de anneden alırlar. Sağlıklı, kültürlü, ahlaklı bir nesil oluşturmada bilinçli, bilgili anneler önemli rol oynar. Bu çalışmalarımızda Anavatanımızdan da yardım ve destek alıyoruz. Sizi buraya davetimiz de bu çabalarımız kapsamındadır. Erkek kürsülerinde ise cemaat bütünlüğü, birlik ve beraberlik, paylaşma, yardımlaşmanın önemi gibi hususlar üzerinde duruyoruz.

Sohbetimizin sonunda Türkiye ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Bizler Türkiye ve Yunanistan arasında antlaşmalarla bırakılmış uluslararası bir azınlığız. İki ülke arasında yapılan antlaşmalar ve kültür protokolleri çerçevesinde kendi dini ve milli kültürümüzü yaşatmak ve yaşamak için Anavatanımız Türkiye’den her türlü desteği beklemekteyiz. Bizler iki ülke arasında dostluğu pekiştiren, düşmanlıkları ortadan kaldıran bir unsur olmayı arzu etmekteyiz.

Biz Gümülcineli Türkler her zaman yüzümüzü güneşin doğduğu yöne döneriz ve hep karşımıza Türkiye çıkar. Türkiye bizim güneşimiz. O ne kadar parlak olursa biz o kadar ısınıyoruz. Bu her şeyi anlatır sanırım.

Evet, çok şeyi anlatıyor bu ifade. Dileriz güneşiniz hep parlasın. Bizi misafir ettiğiniz için teşekkür ederiz.