Makale

Fıkıh ve tecdit

Fıkıh ve tecdit

Doç. Dr. Mehmet Boynukalın
İslâm Araştırmaları Merkezi


Fıkıh, insanın hareket ve davranışlarıyla ilgili İslami kurallar bütününü ortaya koyan ilim dalıdır. Bu kurallar ibadet, alışveriş, evlilik, helal ve haram gibi hayatın bütün alanlarıyla ilgili uyulması gereken hükümleri kapsamaktadır. Tecdit kelimesi ise yenileme anlamına gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.) bir hadisinde şöyle buyurur: “Allah her yüzyılın başında bu ümmet için dinini yenileyen insanlar gönderir.” (Ebû Dâvûd, “Melâhim”, 1.) Bu hadiste geçen “yenileme” ifadesi hadis âlimlerince, Hz. Peygamber’in yaşantı tarzını yani sünneti en doğru şekilde tespit etmeye çalışmak, İslami ilimleri yaymak, unutulan ve terk edilen İslami uygulamaları ihya etmek ve bu doğrultudaki uygulamaları güçlendirmek şeklinde açıklanmıştır. Dini tecdit etmenin anlamındaki genişliğe bakılırsa bu şerefin her yüzyılda sadece belirli bir şahsiyete değil de İslam’ın değişik yönlerini tecdit eden birden fazla ilim, fikir ve siyaset adamına ait olduğu görüşünün daha isabetli olduğu görülmektedir. Başka bir deyişle tecdit; İslam’ı Hz. Peygamber’in uyguladığı ve öğrettiği biçimde ortaya koyarak İslam’a sonradan sokulan ve ona uymayan fikir ve uygulamaların yanlışlığını belirtmek, bu yöndeki uygulamaları güçlendirmek ve sürekli değişen şartlar karşısında İslam’a uygun çözümler üretmektir.

İslam dünyasının son yüzyıllarda modern Batı dünyası karşısında birçok alanda zayıf düşmesi Müslüman ilim, düşünce ve siyaset adamlarını bu zayıflığı ortadan kaldırmaya yönelik çözümler üretmeye sevk etmiştir. Genel olarak her alanda yenilenme arayışına giren İslam dünyası, o güne kadar yürürlükte olan ve Müslümanların hayatını ayrıntılı bir şekilde düzenleyen İslam hukuku karşısında da nasıl bir tavır takınacağını düşünmeye başlamıştır. İslam ülkelerinin Batılı ülkeler tarafından işgal edilip sömürge haline getirilmesi, ekonomik ve ticari baskılar, Batılı tarzda eğitim gören nesillerin çoğalması ve kültürel değişim İslam topraklarında İslam hukukunun tedrici bir biçimde yürürlükten kaldırılmasına neden olurken, bu faaliyete paralel bir biçimde teorik olarak fıkha ve fıkıh usulüne (metodolojisine) dair yeni düşünceler ortaya atılmaya başlanmıştır. Dolayısıyla fıkıh ve usulde yenilenmeye ilişkin düşüncelerin İslam dünyasının geçirdiği ve halen daha geçirmekte olduğu sosyal ve kültürel değişim çerçevesi içinde görülmesi gerekmektedir.

Genel olarak insan hayatının değişen ve değişmeyen yönlerinin olduğu söylenebilir. Mesela fen bilimleri ve teknoloji alanında değişim her zaman olmuştur. Ayrıca sosyal ilişkiler çok değişik şekillerde tezahür etmekte ve gittikçe karmaşık bir hal almaktadır. Ancak insanın yeme, içme, giyinme, barınma, cinsi tatmin gibi temel fiziki ve biyolojik ihtiyaçları her zaman vardır ve değişmemektedir. Mülkiyet de insanın tabii isteklerinden biridir. Bu tabii isteğe karşı çıkan komünizmin uygulamada vardığı sonuç ortadadır. İnsan bir toplum içinde yaşama ihtiyacını yine her zaman hissetmiştir. İnsanın psikolojik yapısı da tarihe göre değişen bir nitelikte değildir. İslami bir terim olarak insanın bu değişmez özelliklerine ve yapısına “fıtrat” (yaratılış) denilmektedir. İnsan davranışlarında esas yönlendirici unsur fıtrattır. İnsanın teknolojik ilerlemesi de insanın düşünme yetisi ve hayatı kolaylaştırma isteği yönünden fıtratın bir gereğidir. Bu pratik sonuçlar hayatın şeklini tamamen değiştirmektedir; ancak bu değişiklik fıtratın gereği olarak meydana gelmekte ve fıtratın sınırları içinde kalmaktadır. İnsanın hemcinsleriyle bir arada olmaya yönelik fıtri arzusu toplumu meydana getirmiştir. Toplumu meydana getiren fıtrat gereği toplumun ihtiyaçları da zamanla artmış ve gelişmiştir. Sosyal, siyasi ve dinî kurumların bulunması da insanın psikolojik özelliklerinden ve dolayısıyla fıtrattan kaynaklanmıştır. Bu kurumlar insanın fıtri bir özelliği olan gelişmeye uyarlar. Bu bakımdan sosyal ve iktisadi yapıların gelişmesi ve gittikçe karmaşık bir hal alması tabii bir durumdur. Ayrıca evlilik ve aile kurumu gibi insanın fıtri ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılamasını ve neslini devam ettirmesini sağlayan sosyal kurumlar bulunmaktadır. Tarihin derinliklerinden günümüze değin bu kurum var olmuştur. Son zamanlarda yaşanan fıtrata aykırı “insani” çöküşe rağmen evlilik kurumu hâlâ akıl sahiplerinin doğruluğunu gördüğü fıtri bir kurum olarak ayakta durmaktadır. İnsanlık hayatının en çok değişen tarafı ise ahlak olmuştur. Bireysel yönü ağır olmakla birlikte genel olarak ahlak tarihte yükselme ve düşme arasında devamlı bir şekilde gidip gelmiştir. İnsanlık belli dönemlerde peygamberlerin veya ahlaklı liderlerinin peşinden gitmiş, belli dönemlerde ise ahlaken yükselmekten yorulmuş ve düşüşe geçmiştir. Ancak bu düşüşün, hastalanmış fıtratların dahi dayanamayacağı bir hal aldığı dönemlerde insanlık tekrar ahlaka dönme ihtiyacını hissetmiştir. Modern çağı ele alırsak Batı’da sanayi devrimi ve onu takip eden diğer gelişmelerle birlikte ortaya çıkan ahlaki değişim Batı’nın özel şartlarından kaynaklanmıştır ve bunlar tabii sonuç olarak görülemez. Nitekim tarihte benzer ahlaki düşüşler birçok dönemde yaşanmıştır.

İnsanın yapısı ve ihtiyaçları belirli derecede değişmez olduğuna göre onun hayatını düzenleyen kurallar da belirli bir derece değişmez olmak zorundadır. Toplumsal ilişkilerin özü, insan psikolojisi, kadın ve erkeğin fıtri özellikleri gibi temel konular değişmediği için İslam’ın bu konularla ilgili hükümlerinin de değişmez bir yönü bulunmalıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Hakka yönelen bir kimse olarak yüzünü dine çevir. Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtrata sımsıkı tutun. Allah’ın yaratmasında hiçbir değiştirme yoktur. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rûm, 30.) Bu temelden hareketle fıkıhta yenilenmeye çağıran eğilimleri üç ana başlık altında toplamak mümkündür:
1. İslam’ı toplum hayatından tamamen uzaklaştırıp onu belirsiz bir hale getirme amacını güden eğilim. Bu eğilim, İslam hukukuna tamamen karşıdır; dinî ahlakı kötüler; inanç ve ibadet esaslarını bile çeşitli yorumlarla değiştirerek sonuçta dinin izlerini toplumsal hayattan, hatta mümkünse bireysel yaşantılardan silmeye çalışır.
2. Ayet ve hadislerin anlamlarını tahrif ederek İslam’ın temel esaslarına ters düşen yorumlarla kesin hükümleri değiştirmeye çalışan eğilim. Bu eğilimin bir önceki eğilimden farkı İslami esaslardan hareket ettiğini söylemesidir. Bu eğilim İslam’ı toplum hayatından uzaklaştırma iddiasında olmasa da İslam hukukunun ilahî bir vahiy vasıtasıyla konulduğunu göz ardı ederek, temel esasları ve açık ayetlerin anlamlarını bile değiştirecek bir yapıya sahiptir.
3. İslam’ın inanç esaslarını, temel hükümlerini, ayet ve hadisleri zorlama yorumlarla değiştirmeden, İslami değerlere uygun bir hayat tarzını ihya etmeye çalışırken bir taraftan yaşamla ilgili sorunlara bu değerler çerçevesinde çözüm bulmaya çalışan eğilim. Bu eğilim, sahabenin ve büyük âlimlerin fıkıh ve yenilenme ile ilgili olarak takip ettikleri yolu izlemektedir. Bu yolu izlemek, günümüzdeki meselelerin çözümünde, zaman ve mekân koşullarındaki farklılıkları, zaruret ve ihtiyaç durumlarını tespit ederek, geçmişte yapılan ve âlimlerin rahmet olarak gördükleri farklı ictihatlardan faydalanmak, önceden bilinmeyen yeni meselelerde fıkıh usûlü âlimlerinin ve fıkıh mezheplerinin üzerinde ittifak ettiği temel esaslara ve kurallara uyarak kıyas vb. bilinen yöntemlerle yeni çözümler üretmek, ayrıca bütün bu faaliyeti yürütürken İslam’ın bütün hükümlerinde gözettiği, “zarûriyyât-ı hamse” de denilen beş ana değerin, yani din, can, akıl, nesil ve malın korunmasına önem vermekle gerçekleşir. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus, hayatın her alanında olduğu gibi, fıkıh alanında da bu sahanın uzmanlarına müracaat etmeyi ihmal etmemek ve bu konuda gerekli hassasiyeti göstermektir.