Makale

Arınma bilinci ve tövbe

Arınma bilinci ve tövbe

Medet Coşkun
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı


En güzel bir şekilde yaratılan insan, iyilik yapmaya da kötülük yapmaya da mütemayil bir yapıdadır. Bu yapısı gereği o kadar harikulade işler yapar ki bu yapılanları hayranlıkla izler ve gıpta ederiz. Ama yine aynı insan öyle kötü, çirkin şeyler yapar ki bu durum karşısında da hayrete düşer ve “bunu insan yapamaz” deriz. İşte insan, hem iyiliği, güzelliği hem de şerri, kötülüğü temsil eden yönüyle iki zıt durumu bünyesinde birleştiren bir özelliğe sahiptir. İnsan, yaratılışındaki üstün özellikleri doğru bir şekilde kullandığı ve yaratılış gayesine uygun olarak yaşadığı takdirde melekten üstün hale gelmekte, bu gayeye uygun olarak yaşamadığı takdirde ise “hayvanlar gibi hatta daha da aşağı” (Araf, 179.) bir duruma düşmektedir.

İnsan kelimesinin, üns veya nesy kelimelerinden türediği belirtilmektedir. Üns, ünsiyet, yakınlık demektir. Bu yakınlık, hem insanlara hem de Allah’a yakınlığı ifade etmektedir. Nesy ise unutmak anlamına gelmektedir. Bu durumda insan, unutan varlık demektir ki bu görüşte olanlar İbn Abbas’tan gelen “İnsan, ahdini unutması sebebiyle bu ismi almıştır.” rivayetine dayanmaktadırlar. (DİA, İnsan md.) Kur’an’da insandan (Âdem) söz edilirken, “Andolsun, önceden Âdem’e ahit verdik de unuttu ve onu azim sahibi bulmadık.” (Tâhâ, 115.) buyrulmaktadır.

Şu halde insan, yaratılış gayesini her an unutabilecek, hata yapabilecek bir yapıdadır. Nitekim Âdem (a.s.) de Allah’ın; “Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” (Bakara, 35.) emrini şeytanın da kandırmasıyla unutmuş ve bunun neticesinde Âdem (a.s.) ve eşi yeryüzüne indirilmiştir. “Derken, şeytan ayaklarını oradan kaydırdı. Onları içinde bulundukları konumdan (cennetten) çıkardı. Bunun üzerine biz de, “Birbirinize düşman olarak inin. Sizin için yeryüzünde belli bir süre barınak ve yararlanma vardır.” dedik.” (Bakara, 36.) ayeti bu gerçeği ifade etmektedir. İnsanın unutan bir varlık olduğunu ifade etmek için ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem (a.s.)’in Allahın “şu ağaca yaklaşmayın” emrini unutmasından hareketle “ilk unutan, ilk insandır” denilmiştir. Bu sözle insanın unutan bir varlık olduğuna vurgu yapılmak istenmiştir. Ancak bu unutmanın ve yanılgının ardından Âdem (a.s.), bu yanılgıyla yaşamaya devam etmemiş, içinde bulunduğu bu durumdan kurtulmanın yollarını aramıştır. Yaptığı yanlışın farkına varan Âdem (a.s.), içinde bulunduğu durumdan hemen arınma, temizlenme ihtiyacı hissetmiş, iç dünyasında bu bilince ulaştıktan sonra Allah’a yalvarmış ve tövbe etmek suretiyle bağışlanmasını istemiştir. Nitekim Âdem (a.s.)’in tövbe ettiği, Allah’ın da (c.c.) onun tövbesini kabul ettiği Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir; “Derken, Âdem (vahiy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz o, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.” (Bakara, 37.)

Âdem (a.s.)’in, yaptığı bir hatadan hemen sonra gönül dünyasını karartan ve Rabb’ıyla irtibatına engel olan bu durumu ortadan kaldırmak için arınma bilincine ulaşıp tövbeye yönelmesi, tüm inananlara örnek olmalıdır. Âdem (a.s.) ile ilgili bu ayeti kerimelerin de ışığı altında insan, öncelikle ciddi bir nefis muhasebesi yapmalı, hayatını bir film şeridi gibi gözünün önünden geçirmeli ve işlemiş olduğu günahlardan pişmanlık duyarak çıkış yolu aramalıdır.

Arınma bilinci
Arınma; temizlenme, ruhun tutkulardan temizlenmesi anlamlarına gelmektedir. (TDK. Arınma) Hem maddi hem de manevi olarak temizlenmeyi ifade eden arınma kavramı; tövbe ile irtibatlandırıldığında, günah kiri diyebileceğimiz manevi kirlerden temizlenme, bunlardan ruhu arındırma anlamına gelmektedir. Arınma bilinci ise; kişinin gönül dünyasını kirleten kötülükler ve günahlardan rahatsız olup pişmanlık duyması, bunlardan temizlenme anlayış ve şuuruna ulaşması ve içinde bulunduğu kötü ortamdan kurtulmak için bir arayış içerisine girmesi demektir. Böyle bir arayış içerisinde olup arınma bilincine ulaşan insan, “Hayır! Bilakis onların işlemekte oldukları (kötülükler) kalplerini kirletmiştir.” (Mutaffifîn, 14.) ayetinde de belirtildiği gibi işlediği günahların gönül dünyasını kirlettiğini bilir ve bunlardan kurtulmak için çareler arar. İşte bu çare arayışı esnasında kişi; “ben niçin yaratıldım, nefsin ve kötü arzuların peşinde ne zamana kadar sürükleneceğim” diye kendisini ve yaşadığı hayatı sorgulamaya ve içinde bulunduğu kötü durumdan kurtulmak için aynen Âdem (a.s.)’in yaptığı gibi çıkış yolu aramaya başlar. Bu arayış belli bir noktadan sonra nefsin ve şeytanın arzularına “dur” deme noktasına gelir. İşte bu karar, kişinin hayatında dönüm noktasıdır. Bu karar aynı zamanda Hakk’a yönelme iradesinin ve bu iradenin işlevsel hale getirilmesinin başlangıcıdır. Bu başlangıç sayesinde insan, gönül dünyasında günahın verdiği sıkıntı, acı ve ıztırabı hisseder, bunun neticesinde pişmanlık duyar ve hayatını yeniden sorgular. Bu devreye psikolojik olarak tövbeye hazırlık devresi de diyebiliriz. Bu devrede pişmanlık ve gözyaşıyla birlikte halimizi olanca açıklığıyla Rabbımıza arz etme ve bağışlanma isteği vardır.

Bu hazırlık devresinden sonra yapılması gereken, arınma bilinci ve duyulan pişmanlığı bir daha eski hatalara dönmemek üzere fonksiyonel hale getirmektir. Bu da ancak karamsarlığa düşmeden umutla ileriye doğru bakarak tövbe etmekle mümkündür. Kişi tövbe ettiğinde günahlardan arınacağının bilincinde olmalı ve işlediği günahlardan duyacağı pişmanlığın “tövbe” olduğunu unutmamalıdır. (İbn Mâce, Zühd 30, 4251.)

Tövbe; kulun günahını ve hatasını terk edip, dua ve niyaz ile Rabbinden bağışlanma dilemesi ve O’na dönmesidir. Tövbe; kişinin kendini yenilemesi ve bir iç onarımdır. Yani, günah kirleriyle bozulan kalp dengesini yeniden düzene koyma, O’nun gazabından lutfuna, azabından rahmet ve inayetine sığınmadır. Tövbe aynı zamanda günah duygusuyla, benliğin bir hesaplaşması, nefsin, hayatı sorumsuzca sevk ve idaresine karşı, benlik ve iradenin, günahın karşısına dikilip ona geçit vermemesidir. Kısaca tövbe; günah çukuruna düşen insanın düzlüğe çıkması, vicdanın aldığı yaranın tamir edilmesi ve kalbin yeniden güç, kuvvet kazanması ve kişinin hayatını yeniden anlamlandırmasıdır.

Günahlar, Rabbimizle aramızdaki sevgi bağını ve iletişimi zayıflatır; O’nun yardımına ve rahmetine engel teşkil eder. Manevi kişiliğimizi zedeler, gönül dünyamızı karartır. Bu bakımdan tövbe, Allah ile sevgi bağlarımızı yeniden tesis etmek, günah ile kirlenen gönül dünyamızı yeniden temizlemektir. Kullarına sonsuz rahmet eden ve bağışlanma kapısını sonuna kadar açık tutan Yüce Rabbimiz, günah işlediğimizde, hata yaptığımızda nasıl davranacağımızı şöyle açıklamaktadır; “Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah’tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir. İşte onların mükâfatı Rab’leri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedi kalacaklardır. (Allah yolunda) çalışanların mükâfatı ne güzeldir!” (Al-i İmran, 135-136.)

Bu ayet-i kerimede çirkin bir iş yapıldığında nasıl davranılması gerektiği açıkça ortaya konulmaktadır. O da; işlenen kötülüğün ardından hemen Allah’ı hatırlayıp, işlenen günahta ısrar etmeyerek bağışlanmayı dilemektir. İslam dininde kişinin umutsuzluğa düşmesine, yeis içinde olmasına yer yoktur. Zira Cenab-ı Hak kendisinden bağışlanma dileyen kimsenin bu isteğini boşa çıkarmaz. Nitekim ayet-i kerimede Allah’ın rahmetinden ümit kesilmemesi vurgulanarak şöyle buyrulmaktadır: “De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez.” (Zümer, 53,54.)

Allah’ın (c.c.) rahmeti bütün mevcudatı çepeçevre kuşatmış, O’nun rahmeti gazabını geçmiştir. (Müslim, Tövbe, 3.) O’nun bu rahmeti ve bağışlaması sayesinde kişi, günah bataklığından kurtulur ve düzlüğe çıkar. “Eğer Allah’ın nimet ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, pek azınız müstesna, muhakkak şeytana uyup gitmiştiniz.” (Nisâ, 83.) ayeti de bu gerçeği ifade etmektedir. Zira Rabbimiz Afüvv, Gafur ve Rahim gibi, affetmeyi, bağışlamayı, tövbeleri kabul etmeyi ve merhameti içeren isimlerin sahibidir. Fakat insanın bu isimlerden nasibini alabilmesi için, o isimlerin tecellisini sağlayacak şekilde hareket etmesi gerekir. Bunun başta gelen şartı da, Allah’tan (c.c.) bağışlanma dilemek ve O’na içtenlikle tövbe etmektir. Eğer insan böyle bir tavır içerisine girmez, günahlarla iç içe yaşamaya devam ederse zamanla günahını günah olarak görmez ve bunu normal bir durum olarak algılamaya başlar. İşte bu, günahın manevi dünyamızı kaplaması halidir.

Yüce Allah’ın kuluna tövbe etme fırsatı bahşetmesi O’nun sonsuz rahmetinin bir ifadesidir. Allah (c.c.), kullarını işledikleri günahlar yüzünden hemen cezalandırmamakta, bağışlanma dilemeleri için mühlet vermekte ve rahmet kapısını günün her anında açık tutmaktadır. Yüce Allah’ın bir ismi de “Tevvab” dır. Kullarının bağışlanmak için her yönelişlerinde onlara rahmet ve mağfiretiyle karşılık verir, onların günahlarından dolayı samimi tövbe etmelerinden hoşnut olur. “Hiç şüphesiz Allah hem çok tövbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever.” (Bakara, 222.) ayeti de Allah’ın tövbe edenlerden hoşnut olacağına işaret etmektedir. Aynı şekilde hadislerde de Allah’ın kulun tövbesinden hoşnut olduğu belirtilerek şöyle buyurulmaktadır; “Allah (c.c.), sizden birinizin tövbe etmesiyle o kimsenin yitiğini bulduğu zamanki sevinmesinden daha çok sevinir.” (İbn Mace, “Zühd”, 30, 4247.), “Allah (c.c.), kulunun yaptığı tövbeden dolayı, çölde bineğini üzerinde yiyeceği ve içeceği ile birlikte kaybeden, bundan dolayı umutsuzluğa düşen, sonra bir ağacın altına gelip ümitsizce otururken birdenbire bineğini yanı başında bulan, yularından tutup sevincinden ne diyeceğini şaşıran kimseden daha fazla sevinir.” (Müslim, Tövbe 1, Hadis no: 2744, 4/2103; Ibn Mâce, Zühd 30, Hadis: 4249, 2/1419; Buharî, Deavât 3, 8/84; Tirmizî, Kıyame 49, Hadis no: 2498, 4/659; Ahmed bin Hanbel, 1/383.)

Kullarına olan rahmeti gereği onların tövbe etmesine sevinen Allah’ın (c.c.), mağfiret kapılarını daima açık tutuğunu belirten Peygamberimiz (s.a.s.); “Aziz ve Celil olan Allah, gündüz günah işleyenlerin tövbesini kabul etmek için gece, gece günah işleyenlerin tövbesini kabul etmek için de gündüz kulun tövbe etmesini bekler, bu durum kıyamete kadar devam eder. (Müslim, Tevbe, 32, H.No: 2760.) buyurmaktadır. Şunu hiçbir zaman unutmayalım ki Allah (c.c.), tövbeleri kabul eden ve kullarına çok merhametli olandır. (Tevbe, 104.) Yeter ki biz tövbe edelim ve O’na yönelelim.

İnsanların günah işlemekten uzak olmaları genellikle mümkün olamayacağına göre her hangi bir günah işlendiğinde yapılması gereken; hemen tövbe ile bu günahtan kurtulmaktır. Sevgili Peygamberimiz de; insanoğlunun her birinin günah işleyebileceğini ama günahkârların en iyisinin tövbekârlar olduğunu ifade etmiştir. (Tirmizî, Kıyâmet 50, 2501; İbn Mâce, Zühd 30, (4251.) Ayrıca Sevgili Peygamberimiz kendisinin de Yüce Allah’a günde en az yetmiş kere tövbe ve istiğfarda bulunduğunu belirtmiş (Buharî, Deavât 3, 8/83; Tirmizî, Tefsir 48, 3259, 5/383.) ve bizlere de; “Ey insanlar, Allah’a tövbe edin!” (Müslim, Zikir ve Dua 12, Hadis no: 2702, 4/2075; İbn Mâce, Edeb 57, Hadis no: 3816, 2/1254.) “Kalbimin üzerini unutkanlık (sıkıntı-gaflet) kaplar da bunun için günde yüz defa istiğfar ederim.” (Ebû Dâvud, Salât - Istiğfar, Hadis no: 1515, 2/84.) buyurmuştur.
Tövbe nasıl olmalıdır

Tövbe kulun içinde bulunduğu kötü durumdan ve günahlardan uzaklaşıp Allah’a (c.c.) yönelmesi anlamına geldiğine göre bu anlayışla bağdaşmayan bir şekilde, sadece sözle; “işlediğim günahlara tövbe ettim” demesi ve arkasından da yine aynı günahları tekrar tekrar işlemesi, gerçek anlamda tövbe etmek değildir. Zira tövbe ettikten sonra günaha geri dönmek Allah’a verilen sözü tutmamaktır. Bu ise tövbeyi gerçek anlamda kavrayamamaktır. Hem günaha pişmanlık duymamak, onu yapma isteği içinde bulunmak, hem de O’nun mağfiretini istemek Allah’a karşı saygısızlıktır. Nitekim bir ayet-i kerimede tövbenin ardından kişinin eski kötü alışkanlıklarından vazgeçip durumunu düzeltmesi vurgulanarak şöyle buyrulmaktadır: “Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz, Allah onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Maide, 39.)

Nitekim Yüce Allah, birçok ayet-i kerimede bizleri tövbeye davet etmekte ve bunun nasıl olması gerektiğini de şöyle açıklamaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin günahlarınızı örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde, Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. “Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter” derler.” (Tahrim, 68.) Ayet-i kerimeden de anlaşıldığı üzere Allah’a “nasuh” bir tövbe ile tövbe edilmelidir. Bu da; içten, samimi ve günahlara pişmanlık duyarak, bir daha günahlara dönmemek üzere yapılan tövbedir.

Tövbe-i nasuh nedir diye sorulduğunda Peygamberimiz (s.a.s.), kulun yapmış olduğu günaha öyle pişmanlık duyması, Allah’a özrünü öyle arz etmesidir ki, sütün memeye tekrar dönme ihtimali olmadığı gibi, kişinin o günaha tekrar dönmemesidir diye cevap vermiştir. (Ahmed b.Hanbel, Müsned, I, 446.)

Tövbenin nasıl olması gerektiği hususunda Hz. Ali (r.a.)’den gelen şöyle bir rivayet vardır: Bir gün bedevilerden biri Hz. Peygamber’in mescidine girer ve “Estağfirullah ve etûbu ileyk: Allah’ım, beni bağışlamanı diliyor ve Sana tövbe ve istiğfar ediyorum” der ve namazını kılar. Bunu gören ve duyan Hz. Ali, adam namazını bitirince ona: “Yalnızca dil ile çabuk çabuk geçiştiriliveren tövbe, yalancıların tövbesidir, senin tövben, tövbeye muhtaçtır.” der. Bunun üzerine o adam: “Ey müminlerin emiri, o halde tövbe nedir?” diye sorar. Bunun üzerine Hz. Ali, şu açıklamada bulunur: “Tövbe, şu altı şeyle mümkün olur:

1- Geçmişte işlenmiş olan günahlardan pişman olmak ve yerine getirilmemiş farzları iade (kaza) etmek,
2- Başkalarına haksızlık ve eziyet etmeyi bırakmak,
3- Husumet ve düşmanlığı terk etmek,
4- Günah ve kabahatler içerisinde büyüyen nefsi, Allah’a itaat içerisinde küçültüp ona hiçliğini kabul ettirmek,
5- İtaatsizlik ve günah işlemenin sözde tadını çıkaran nefse, itaat edip günahlardan uzak durmanın acılığını da tattırmak,
6- Gülüşlerinden her birine bedel olmak üzere, ağlamak.” (Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir, (Mefatihu’l Gayb) Şûra Suresi, 25. ayetin tefsiri; el-Âlûsî, Ruhu’l-Meânî, 25/36; Tefsîru Kadı Beyzavî, 3/515.)

Tövbe etme konusunda acele edilmeli ve bir daha da günahlara dönülmemelidir. Nitekim ayet-i kerimede kabul olunacak tövbenin ne olduğu şöyle açıklanmaktadır: “Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir. İşte Allah bunların tövbelerini kabul buyurur. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa (makbul) tövbe, kötülükleri (günahları) yapıp yapıp da kendisine ölüm gelip çatınca, “İşte ben şimdi tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerinki değildir. Bunlar için ahirette elem dolu bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa,17-18.)

Tövbede bir diğer önemli nokta da eğer işlenen günah kul hakkıyla ilgiliyse mutlaka hak sahibi ile helalleşmektir. Zira Yüce Allah, kul haklarının ödenmesini emretmektedir. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Kimin yanında, kardeşinin (maldan, candan veya namustan yana) yenmiş bir hakkı varsa, ondan, kendi iyiliklerinden alınıp kardeşine verileceği gün gelmeden önce, daha şimdiden helallik alsın!” (Buhârî, Mezâlim 10, Rikak 48; Ahmed bin Hanbel, II/506.)

Kul hakkından ancak hak sahibine hakkını vermekle kurtulmak mümkündür. Örneğin; bir kimseye el ve dil ile verilen zarara karşılık yalnızca Allah’a tövbe etmek yetmez. Kime zarar verdiyse ona verdiği zararı karşılaması gerektiği gibi, helallik istemesi de gerekir.

Şayet kul hakkı, alışverişteki çeşitli hileler, aldatma, kusuru gizleme, işçinin ücretini vermeme, borcunu ve ödemesi gerekeni gerektiği gibi yerine getirmeme, hırsızlık ve gasp yolu ile başkasının malını zimmetine geçirme gibi şeylerde ise, bunları servetinden ayırıp ödemesi şarttır. Bu ödemelere riayet etmezse zalimlerden olur. Ödenmeyen kul hakkının ahiretteki ödeme şekli çok ağır olacaktır. O yüzden mümin, en küçük ayrıntıya kadar kendisini hesaba çekmeli ve şayet üzerinde başkalarının hakları varsa bunu büyük hesap gününden önce ödemelidir.

“Rabbimiz! Bizi sana teslim olmuş kimseler kıl. Soyumuzdan da sana teslim olmuş bir ümmet kıl. Bize ibadet yerlerini ve ilkelerini göster. Tövbemizi kabul et. Çünkü sen, tövbeleri çok kabul edensin, çok merhametli olansın.” (Bakara, 128.)